Ana Sayfa Litera KEKEMEYİM

KEKEMEYİM

KEKEMEYİM

ihnim kekeme! Gözlerim kekeme! Kulaklarım kekeme! Duygularım kekeme! Bedenim kekeme! Kekemeyim bütün bileşenlerimle… Diyojen, kekeme değildi, sığındığı ve güvendiği bir fıçısı vardı! Kendisi de fıçısı da gerçekti, doğaldı; o yüzden meydan okudu ya İskender’e… Şimdi tam olarak tanıyamadığımız, bilemediğimiz ve çözemediğimiz bir yokluğa/yok oluşa karşı savaşmaya çalışıyoruz… Bu gün, geleneği ve gelenekten beslenme parazitliğimi öldürmeye kalkıştı! O yüzden kekemeyim artık. Hesap ettiklerim bildiklerim ile uyuşmuyor; uyuşmazlar birbirlerini tanıyamıyorlar, uzlaşamıyorlar, barışamıyorlar. Bütün testiler kırık! Hangi birisini diğeri ile uzlaştırmaya çalışayım? Yol tek, ama saşeler bin bir gidişli, inişli çıkışlı. En yakın yarını tutturamıyorum. Zihnim tekliyor, zamansız açılıp kapanıyor, kulaklarım bazı seslere duyarsız, yüreğim bazı anlamlara, hareketlere karşı sımsıcak, aynı zamanda tuzla buz! Yemeğimi bile kekeleyerek/yutkunarak yiyiyorum. Bütün bileşenlerimle tekliyorum artık, kekemeyim…

Geçen, organik gübrenin fiyatını sordum; aboovv! Avangard bir fiyat; sebze ekmeye değmez. Senin gibi artık organik domates yiyemiyorum sevgili W.Woolf! Dolayısıyla hormonal/zamansız beslenen beynimle sağlam bir şekilde saçmalayamıyorum. Senin okuma odandaki kitapların kadar kitaplarım hiç olmayacak artık, bitiyor kitap çağı; çağın gereği… Mrs. Dalloway! Git bütün zamanını çiçekçi dükkânında harca! Kıskanıyorum sadece, ama beynini değil? Ulysses! Sen de sokak yolculuğuna devam et, hoş geldin Homeros’un bahçesinden; her tat vardı değil mi, ölümsüz?

Üç boyutlu bir sokak satın aldım Dublinden sevgili J.Joyce! Hem de Dublin’e hiç gitmeden. Bu durumu anlama ve görme şansın yok artık. Senin bana dert olduğun doğrudur, çünkü gizlediğin hazinelerin adreslerine tam anlamıyla ulaşamadım bir türlü, ama hele biraz daha para kazanayım, ben de yakında bütün Dublin’i gıyabında satın alıp sana dert olacağım(Metaverse!) İşini iyi bildiğini biliyorum üstat! Dublin sokaklarını karış karış hem de her haliyle çok iyi bildiğini biliyorum. 1882 yılında doğduğunu da öğrendim. Ben de bir kitap yazacağım, hem de meteliksiz meteliksiz… Bak Vladimir Nabokov senin hakkında ne demiş, “O olmasaydı ne Fransa da Marcel Proust, ne de İrlanda’da James Joyce olurdu.” Nabokov’un –o- dediği kim biliyor musun? O yazar 1821 doğumlu Gustave Flaubert’tir; tarihler uyuşuyor yani, dünyanın gerçekliği ile de uyuşuyor mesele, fakat gel şöyle anlaşalım bence, “ilk olabiliriz, fakat son olmayacağız hiçbir zaman…” Şunu da biliyorum; önceki basamak yoksa sonraki bir basamak oluşturamazsın… Bıraktığın gibi değildir artık dünyanın sokakları, gizlediğin gibi de değildir edebiyatın labirentleri. Hiçbir yazara nasip olmasın anlaşılamamak veya öldükten sonra anlaşılmak. Çırılçıplak açız şimdi! Çırılçıplak çaresiz/savunmasız/adaletsiz/yaratısız! Böylesi sonuçlar yaşamamak için belki de herkes okumamalı ya da zihni açan, yaratıcılığı kamçılayan kitapları değerini bilenler okumalı. Belki herkes yazmamalı da…

Kekeme bir simyacı, kekeme bir derviş misaliyim… Raskolnikov’u resmetmeye çalışıyorum, fakat karşıma Homeros, Don Kişot, İnce Memed, Yüzyıllık Yalnızlık çıkıyor… Neredesin ihtiyar balıkçı? Kör Baykuş, Kızıl Darı Tarlaları, Öldürdün bülbülü değil mi? Üç cisim teoremi… Aaah, gönlümün, ruhumun eşkıyası! Sadece eşkıya olarak kaldın ya? Bu çok koydu! Bizim kitabımızda da yazmak eşkıyalıktır; o yüzden bizi ve bizim gibileri hep eşkıya ilan etmiştir kökten kemirgenler… Öleceğiz herkes gibi, belki de öldürecekler eşkıyalığımızı hiç kimse gibi! Biliyorum ve o yüzden kekemeyim. O yaşlı teyzeye üzülüyorum ya en çok; belki de zamana güvenip tarlasını sürecek bir çift öküzünü de satmıştır. Traktörü yoktu biliyorum! Şimdi gübre altın pahası, mazot desen litresi bir servet…

Ölüm yok! Kimse ölmeyecek, ama herkes ölü zaten! Ölü arıyorum; bir umut! Humbaba da ölecek, Enkidu’dan biliyorum.

Çocuklar daha da üşümeye başladı; okullarında saçma sapan zamanlar/öğretiler/zorlamalar… Çocukları tanımıyorlar, bilmiyorlar da! Kaloriferler de çalışmıyor.

Evet, kekemeyim ve sen çok dillisin ve bu duruma katlanamıyorum; bu durumda ben muhtacım, sen güçlüsün. Ben, günlük yaşayabiliyorum; sen ise aylık, yıllık… Bana, korkma, diyemiyorsun artık, çünkü korkuyorum ve bir çözümün yok; bir çözümüm yok. Vardı, yıkıldı.

Sen değiştin, sen dönüştün, sen korkuyu bir yaşam biçimi olarak seçtin, sen yok oldun ve bütün acılar/zorluklar bana kaldı, zaten bendeydi ya! Alışığım, tanışığım, sana üzülüyorum; güçlü, duyarsız, soytarı ve çokbilmiş… Akıl ve cesaret! Biraz daha akıl ve biraz daha cesaret… Yoksa dirhem dirhem, damla damla, an be an yok etmek/yok saymak isterken yok oluyorsun. Her dilden, her gönülden, her bakıştan hep beraber var olmak var iken yok olmayı/yok etmeyi tercih etmek? İçin yoksa dışın anlamsızdır, ben içinin dışıydım! Vardı, yıktın ve yıkıldın…

Çocukluğum üşüyor

Zihnim üşüyor

Hayallerim üşüyor

Üşüyorum

Üşütüyorlar

Genetiğinize/genetiğimize kalleşçe ekilen tohumları artık ayıklama zamanı değil mi? Elbette göçeceğiz! Elbette göçüp zamanın gerisine gerisine yerleşeceğiz ve elbette hiçbir yere gitmeyeceğiz…

Zifiriydi zaman, delidivane rüzgâr; tokatlıyordu her bir yeri/kimseyi! Hayatı kirletip katleden fail; milyonlarca karıncayı küle dönüştürdüğünü itiraf etmemek için durmadan yalan istatistiklerden ve dostluklardan bahsediyordu! Karıncalar, sonlarından bihaber bir şekilde durmadan topraksızlara toprak üretiyordu… Sen, sen ol ve hayata/insana kin besleme? Kin beslersen yerine getir gereğini… Gerek yok! Çünkü yerine getirirken gereğini yerinden oluyorsun bazen!

Sürekli bahsettiğin o yaşlı teyze var ya! Küstü hayata, o da üşüyor, kekeme olmuş bir de! Doktorlar –alzaymır- demiş. Elleri, başı, ayakları titremiyormuş! Kendimden de biliyorum. O teyzenin var ya; yüreği/kalbi/düşleri titrediği için, midesi yoksulluktan/sahipsizlikten ağrıdığı için üşüyormuş, köyü/tavukları/ineği de yokmuş artık.

Kekemeyim! Tarla sürüp ekin ekip biçemeyecek kadar kekemeyim, çünkü kuş ötüşlerine artık eşlik edecek mırıldanmalarımın olmadığını/öldüğünü biliyorum. Lal’ım, şaşım ama varım… Ekinler büyüyor, kim biçecek şimdi?

Hayatın şifrelerini Tolstoy’a soruyorum, fakat cevap veren Dostoyevski, Balzac, Puşkin, Kafka, Marquez vs. oluyor. Milan Kundera! Neden insanı düşünmeye zorladın ki? Bir köpeğin sadakati neyine yetmedi? Evet, istediği ile beraber aynı nefesi soluklayabilmeli insan; bu bir hayvan da olabilir, ne değişir ki? Sonuçta insan da bir hayvan değil mi? Bilirsin çoktanbilmişleri ve çokbilmişleri; zeki/faklı/kutsal diyecekler; desinler; diyenler zamanın gerisinden gelecek olanlar olacak.

Çocuklar da, petekler de çalışıyormuş, yaşlı teyze de hayattaymış… Kablolu hisse senetlerinin değeri hızla yükseliyormuş…

Tabucchi! İçimde bir sır kaldın, çünkü çözemedim gitti; her yeni bir eve geçtiğinizde eşin sana yeni bir yazı masası alıyordu ve sen inadına o evin yeni masasında değil dışarıda yazıyordun. Kekemeyim beynimden! Erasmus’un, “Deliliğe Övgü,” dediğinden beri kekemeyim; nereden bakarsan yaklaşık beş yüz yıldan beri… Hala aynı güçtesin sevgili Montaigne! Doğayı yiyip/öldürüp bitirdiler…

Seni kitapsız Hemingway! İçtikçe de muhteşem yazıyordun! İşin piçiydin…

Teyzem benim! Nasırlı, yorgun, gümüşi ellerinden doya doya öperim. Montaigne’nin sana selamı var.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl