Ana Sayfa Manşet Kemal Çiftçi ile şiiri üzerine

Kemal Çiftçi ile şiiri üzerine

Kemal Çiftçi ile şiiri üzerine

Kemal Çiftçi, ilginç ve şaşırtıcı bir şair. Kendisini, İzmir Balçova’da Sakin Kitap Yayınları’nın kitap lansmanının davetinde tanıtım. Zarif, ölçülü, içten ve mesafeli. Ama iddialı. Burada; mesafe ve iddia kelimelerinin altını çizmek isterim. Sözünün, menziline doğru yolculuğa çıkmış heyecanlı bir şairle karşı karşıyayız.

Kitabının lansmanında da, hep kendisiyle konuşurmuş gibi bir halini sezdim. Sakin ve hayat karşısında ne istediğini bilen biriydi. Bu sadece, bir sezgi. Başıma İsyanlar Yakar Ateş Böcekleri kitabını bir çırpıda okudum. Bir değil, üç değil, beş defa. Henüz ikinci kitabındaki bu yetkinlik, açıkçası çok sarsıcı. Şair’in derdinin olması konusu, hep ilgimi çekmiştir. Kemal Çiftçi’nin önümüzdeki yıllarda, bu anlamda adını çok duyabiliriz.

Çiftçi’nin şiirinde, zamanı resmetmek, manzaraya bakmak gibi heyecan verici, ilginç ve şaşırtıcı -anlatı- dili var. Gizli bir iddiası, yok. Açık bir iddiası var. Beni de heyecanlandıran yer, tam olarak kitabının o açık iddiasıydı. Ek Dergi için, söyleşi yaptık.

ŞİİRDE YALANI, HATAYI VE GİZLEMEYİ SEVİYORUM BU HANGİ ÇİZGİYSE, BEN ORADAYIM İŞTE.”

Birinci kitabınız Başıma Belalar Yakar Ateş Böcekleri’nden sonra ikinci kitabınız, Başıma İsyanlar Yakar Ateş Böcekleri, Sakin Kitap Yayınları’ndan çıktı. Kitabınıza gelmeden önce, şiirle kurduğunuz ilişkiden başlayalım istiyorum.

Şiiri okumayı sevdikten sonra, yazmayı sevmeye başladım. Bu sevginin altında oldukça sade ve beni tatmin edip, üretmeye zorlayan bir neden var; kötü duyguları tarif etmeye veya çevirmeye çalışıyorum. Mutlaka kızmama gerek yok, ilk şiirimi sevmediğim olgular için yazarak, bir paradoksun içine girdim. Bir diğer bağım, şiir beni çoğunlukla en yorgun zamanlarımda bulur, o an yazmasam da okumaya başlarım. Okumayı, seslendirmeyi daha çok seviyorum.

Mutlu anıları, şiirde anlatacak kadar uzun yaşamıyoruz.”

Şiirlerinizde, ‘hayata dair’ kavramlar üzerinden yürüdüğünüzü tespit etmem sanırım yanlış olmaz. Zamanı açan olduğu kadar, zamanı bekleyen aynı zamanda da zamana ağıt yakan, ara/aralıktan baskın bir şekilde söz ediyorsunuz. Bu ara/aralık üzerine, neler söylemek istersiniz?

Kesin bir çizgi üstünde olduğumu söyleyebilecek kadar, bilgim ve cesaretim yok, yolun başında değil, gerisindeyim ve bu daha çok keyif veriyor. Ancak yüzde yüz empatiyle yaşıyorum, bu da kaynağımın şiirdeki yansıması olabiliyor. Mutlu anıları, şiirde anlatacak kadar uzun yaşamıyoruz. Zaman konusunda, bilmediğimiz bir şeyi sanki kontrol ediyormuşuz gibi gösteren bireyleriz. Heyecanımız ve isyanımız onunla alakalı.

Şairler, suçlarını örten dedektiflerdir, şiir o kadar serbest.”

Az önceki soruya bağlı olarak, kendi şiirinin temel kavramları, düşünce kaynağını nereye/nerelere bağlıyorsunuz?

Şiirde yalanı, hatayı ve gizlemeyi seviyorum bu hangi çizgiyse, ben oradayım işte. Kişiden çok duyguyu anlatabilmeyi seviyorum. Kurgu şiirlerin olabileceğini düşünüyorum, her cinayet romanı yazarı cinayet işlemiyor. Şairler, suçlarını örten dedektiflerdir, şiir o kadar serbest.

Senin Bu Hepburn Havaların’ şiiriniz özelinde, şiirinizdeki görsellikle, geçmiş duygusunun, şimdiki zaman özelinde güçlü bir anlamı olduğunu, bu anlamın, sokağın ve hayatın ruhunu da yaşatan/yansıtan bir bakış açısını gösterdiğini düşünüyorum. Geçmiş, gelecek ve şu an, sizin şiirlerine nasıl yansıyor?

Olmasını istediğimizle olmayan arasında bir süre var, ikisini kâğıda dökünce aradaki zaman farkı ortaya çıkıyor. Yazıdaki zamana dikkat etmem ve yazarken hızla yön değiştirdiğimi söyleyebilirim. Ancak geçmişe bir şey gizleyebilirim. Söylemek istediğimi, şimdi söyleyemem utanırım. Sokağın ancak ruhunu yansıtabiliriz, hayatın bizzat kendisini yansıtan bir sanatçıyı, hiçbir çağda sevmezler.

Bir şeyi sevmeme korkusunu, en çok sinemada yaşıyorum.”

Hazin’ adlı şiirinizde şu dizelere rastlıyoruz; “…s Aramızda savaşın lafı mı olur sevgilim / İki yaralı organ gibiyiz / Al benim gözlerimi / Ver bana parmaklarını / Ödeşmeyi de bilirim bir şey almadan / Hiçbir şey almadan sevmeyi de / Zaten biraz alkoldür / Yarayı temizleyen / Eski Türk filmlerinde…” ‘Senin Bu Hepburn Havaların’ şiirinizde gördüğümüz gibi, dilinizi ve görsel formunuzu sinemasal alana yaslayan bir üslubunuz var. Bu üslubunuzun köklerini merak ediyorum.

Yeni şeyleri arama ve keşfetme isteğim konu, sinema olunca durma noktasına geliyor. Bir şeyi sevmeme korkusunu, en çok sinemada yaşıyorum. Ömrümün sonuna kadar, sadece sevdiğim dediğim eski filmleri veya Audrey Hepburn filmlerini izlemeye razıyım. Sinemasal alanda bir diğer konu, altyazı. Keşke sinemada herkesin bildiği ve kullandığı ortak bir dil olsaydı. Ben, bu çıkmazı nasıl görmezden gelebilirim.

Türk ve Dünya şiiri özelinde sizi etkileyen, sizi besleyen kaynaklarınız üzerine neler söylemek istersin.

Hayal gücü, en büyük kaynağım bu, onun içinde kelimeleri dizmek. Ayrıca, Cemal Süreyya’nın Üvercinka şiirini kutsal sayarken, küçük İskender’in eserlerini, isyan kıvılcımı olarak kabul ediyorum. Sanatın en güzel yanı evrenselliği olabilir ama şiirde de aynısını kesinlikle söyleyecek kadar bilgin değilim. En azından şimdilik, kendi dilimdeki şiire daha çok hayranım, bunun üzerinde daha çok çalışacağım.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl