Ana Sayfa Dosya Kenan Hulusi Koray’ın Dirilen Mumyası

Kenan Hulusi Koray’ın Dirilen Mumyası

Kenan Hulusi Koray’ın Dirilen Mumyası

Kenan Hulusi Koray oldukça özel bir edebi dünyaya sahip, hoş gerçi bu tespiti her yazar için kolaylıkla yapabilirsiniz. Ancak dönemi itibariyle ve genel bir edebi eğilim varken, bu edebi eğilime talep oldukça fazla olduğu halde oradan uzak durup, kendi dünyasını kuran bir yazar için bu tespiti yapmak çok daha kıymetlidir. Belki de yazarın unutulma nedeni de budur: Siyasi parti sözcüsü gibi metinler kaleme almamış, kendi edebi dünyasını kurmak dışında bir yola sapmamış ve polemiklere girmemiştir. Dirilen Mumya hikâyesi emekle inşa edilen bu edebi dünyanın güzide bir örneğidir. Hikâye ana konusu ve temasıyla korku kurgu ve gotik unsurlarını öne çıkarsa da temelinde bir aşk hikâyesidir. Bu yazıda da bu hikâyede ve öğelerinde gezineceğiz.

İncelemeye girişmeden önce, yazının sonunda verdiğim kaynakçada gorüldüğü üzere, bilgileri bir yüksek lisans tezinden edindim ve hikâyeyi de yine aynı tezden okudum. Bu yüzden alıntı yaptığım hikâye içindeki yer alan yazım yanlışlarına dokunmadım.

Dirilen Mumya

Koray’ın, Muhit dergisinin Temmuz-1929 tarihli 9.sayısında 650 ilâ 653. sayfalarında yayımlanan Dirilen Mumya hikâyesi temelde bir aşk hikâyesidir. Edebi kariyerinin 1929-1934 yılları arasındaki ilk döneminde yazar daha çok aşk temasını işlemektedir. Bu dönem ayrıca yazarın fantastik hayalciliğinden nasibini aldığı ve gerçekçi olmadığı bir dönemdir. Otuzlu yıllarda Weird Tales dergisiyle birlikte ABD’de koparak yayılan ve Dünya’yı etkisi altına alan korku, fantastik ve tuhaf kurgu edebiyatları çılgınlığı sanki zamanın ruhu, zeitgeist, aracılığıyla bize de sıçramıştır. Yazar zamanın ruhuna uyarak eserlerini meydana getirirken Dirilen Mumya’yı da böyle bir dönemde yazmıştır.

Öyle zannediyorum ki, Sayda kralı büyük “Zabnit”, hayatında hiçbir kadını bu derece kuvvetli ve haşin bir ihtirasla sevmemiştir. Dün gece Âsarıatika müzesinde geçen vakayı rüyet eden hakimler elbette heykellerin aşkına inanmayacaklar. Ve elbette ki gece nöbetçileri vazifelerini suistimal maddesinden hapsedilecek. Fakat ben gözlerimle gördüm; müzenin birinci kat salonlarında camekânlı bir laht içinde teşhir olunan Sayda kıralı Zabnit, 1377 nümerodaki “Kamelya Ontonyo”yu seviyor. Aşkın Leyla’dan, Mecnun’dan, Beatristen, Nelson ve Emma’dan sonra yeryüzünde yaşamadığını söyleyen eblehler, şimdi 114 nümerodaki Apollon heykelinin kitarasındaki tellere baksın. Bununla beraber haşin ve muhteris bir aşk, acaba, artık müzeler içinde mi geçmeye mahkûm?

Paragrafıyla açılan hikâyenin, yazar tarafından biz okuyuculara aşkın günümüzde de gerçekten varolduğunu ispat için anlatıldığını öğreniyoruz. Hikâyede adı geçen iki ana karakterden birisi olan Sayda Kralı Zabnit adında bir tarihi kişilik yok, asıl adı ona benzer bir şekilde Tabnit ama dönemin bilgi kaynaklarında adı böyle geçtiğinden hikâyeye bu adla alınmış olabilir. Âsarıatika Müzesi, hikâyenin geçtiği tek mekan ve günümüzde kullandığımız dille Arkeoloji Müzesidir. Burada mumyalar, mermerden heykeller ya da balmumu heykeller sergilenmektedir. Hikâyede buradaki iki mumya arasındaki aşkı ve araya 3.şahıs olarak giren Apollon heykelinin hikâyesini anlatırken olayın gerçekliğini kanıtlamak için de müzeye gidip, Apollon’un elinde tuttuğu kitara adlı çalgının tellerine bakılmasını söylüyor.

Hikâyenin en başında efsanevi aşıklar Leyla ile Mecnun ve Dante’ye ayrılığıyla İlahi Komedya’yı yazdıran Beatrice’den söz ederken örnek çiftlerin en sonuna Nelson ve Emma’yı konduruyor. Burada Trafalgar Savaşı kahramanı Amiral Nelson ve eşi Emma’dan bahsedilmektedir. Daha önceki yazılarımda Kenan Hulusi Koray’ın, Edgar Allan Poe anlatısından çok etkilendiğini belirtmiştim. Bu denli ayrıntı düşünmek, tarihi gerçeklikten örnek getirerek hikâyenin içindeki olayı bizim düzlemimize taşımak, hikâyeye başlarken kullanılan “ben” dili ve okuyucusuyla konuşmak bu etkinin bir başka yansımasıdır.

Hikâyenin anlatıcısı konumundaki, müzenin gece bekçilerinden biri seyahat için izinlidir. Ancak seyahat yolu olarak kullanacağı gemiyi kaçırınca müzeye geri dönüp, orada kendisine ayrılmış odada geceyi geçirmek ister, bir süre sonra geceleri müzenin nasıl göründüğüne dair bir merak içini kaplayınca odadan çıkıp müzeyi gece keşfetmeye başlar.

Müzenin içerisi gecenin bu vaktinde acaba nasıldı?

Derhal çıktım.

Nöbetçiler koridorlarda dolaşıyor. Müzenin bütün dekoru tam ve muazzam bir sükût içinde…

Buraya kadar hikâye bize “Müzede Bir Gece” serisinin filmlerini hatırlatır. Gece bekçisi, müzede ilerlerken ışıklardan birdenbire kesilir ve müdürün ona verdiği talimat doğrultusunda yerinde kıpırdamadan durur. Müze müdürü, olur da geceleri bir arıza nedeniyle elektrik kesintisi olursa bekçilere hareketsiz kalmalarını söylemiştir. Orada dururken birdenbire bir ses duyar. Sayda Kralı Zabnit uyanıyordur.

İşte şayanı hayret bir vaka oluyordu. Bir ruhşinas, laboratuarında acaba Sayda kralı Zabnitin ruhunu mu çağırıyordu?

Ve camekânlı lahdin üstündeki örtü yavaş yavaş sıyrıldı. Yavaş yavaş, sesiz, sedasız, adeta yerde sürünen ipek bir etek gibi ince ve sakin düştü. Sonra gene gördüm: camekân masanın üstünden yavaş yavaş yukarı doğru ralı kalktı ve ayak ucunda dimdik durdu.

Fakat asıl şayanı hayret olan şey ne örtünün düşmesidir, ne de camekânın kalkması… Şüphesiz asıl şayanı hayret olan, Sayda kralı Zabnit’tir. O, bir oda içinde uyuyan ve yaşadığını kuvvetle bilen adamları uykudan uyandırmamak için hareket eden bir hırsız gibi bacaklarını masadan ihtirazla sarkıttı ve aynı ihtirazla bir nefes bile çıkarmadan ayağa kalktı.

Bilmiyorum: işte sen gençliğinde harikulade maceralar yaşayan Sayda kralı Zabnit’in mumyasısın. Ve şimdi lahdinden ayağa kalktığın bu dakikalar, bir şehvet gecesinde olduğu gibi genç ve çırçıplaksın da…

Fakat o, iyiliyor, camekânlı lahdin örtüsünü omuzlarından Romalı bir asker tavrıyla çaprast fırlatıyor, ben geri geri çekiliyorum.

Artık anlamıştım: Sayda kralı Zabnit’in mumyası dirilmişti; o şimdi yaşıyordu. Fakat, koklanan havasında bile geçmiş asırlardan esrarengiz bir hamule taşıyan bütün dekorun samut ve sakin uyuduğu bu muazzam gece içinde acaba ne yapacaktı o?

Buraya kadar hikâyenin de yer aldığı gerçek dünya ile örtüşmeyen pek çok olay yaşansa da anlatıcımız olan gece bekçisi, hepsine inanmış görünür. Hatta olan bitenlerden dehşete kapılmak, korkmaktan ziyade Kral Zabnit’i takibe karar verir. Çünkü anlatıcı da, müzenin içinde bir tiyatro döneceğini anlamıştır.

Yemin ediyorum: o, çok güzel adammış. Sayda şehrinin ılık portakal kokularıyla ıtırlanmış saray bahçelerinde, kolları arasında atılmak için âmâde duran nedimlerinin yalnız bir sinir sarasile değil, fakat bir kalp hummasıyla da, onu râm etmek için pusu kurduklarını işitmiştim. Ve gene işitmiştim ki; kral Zabnit öldüğü zaman mezarının başında intihar eden cariyeler varmış.

Bir yandan Kral Zabnit’i takip ederken öte yandan kralın güzelliğini, mumyalanmış asırlık bir ölü olmasına rağmen, anlatmaktadır. Bu sırada Zabnit, üçüncü koridora yönelerek Apollon’un önünden geçip gider. Kral Zabnit’in durup da heykele bakması ve sonra yoluna devam etmesinden Apollon’un Kamelya Ontonyo’ya ilgisini bildiğini anlarız. Kral Zabnit ve arkasından da gece bekçisi yürüyerek 4.koridora kadar gelirler ve Venüs heykelinin orada dururlar. Bu sırada heykelin karşısında bir şeyler olmakta ve ışık huzmeleri ortalığa saçılmaktadır.

Evet, Kamelya Ontonyo’nun taş dudaklarından bir ziya uçtu. Acaba Kamelya Ontonyo dirilmeye başladığı zaman, ruh onun dudaklarına bir ziya ile mi geliyordu.

Kamelya Ontonyo gerçek bir tarihi kişilik midir, bilemiyorum. Zira bu isimle birisi tarihte yaşamıyor ancak Yunan heykelleri bölümünde olarak tasvir edildiğinden düşünürsek bir Antik Yunan heykeli olmalıdır. Ya da söz konusu heykel tamamen hayalidir, müze içinde böyle bir heykel olduğu varsayılmış olabilir hikâye için. Kamelya Ontonyo kollarını açarak Kral Zabnit’i karşılar ve dudakları buluşur. Gece bekçisi ise bu olaylara şahit olurken “Kral Zabnit, Kamelya Ontonyo’yu seviyor” cümlesini sürekli bir leitmotiv gibi tekrarlamaktadır. Bu durum hikâyenin sonuna kadar devam eder. Anlatıcı aynı zamanda Kamelya Ontonyo’nun güzelliğine tutulmuştur, onun Kleopatra’dan da Beatrice’den de güzel olduğunu savunmaktadır.

Fakat ben kral Zabnit’e hak verdim. Kamelya Ontonyo, Beatristen de güzeldi, Kleopatradan da…

Siz görmediniz mi Kamelya Ontonyoyu?

Ne yazık…

O, müzenin birinci kat salonlarında duruyor.

Eğer Kamelya Ontonyoyu görmedinizse yazık.

Üstünde gerçi bir ferace var. Fakat biliyorum ki feracesi vücudu altından gözükecek kadar şeffaftır. Ve siz açıkta kalan göğsüyle feracesinin diz kapakları üstüne dökülen kıvrımlarından anlayabilirsiniz ki, vücudu bir kısrak kadar dinçtir.

Kamelya Ontonyonun vücudu, ıssız dağlarda serazet koşan bir kısrak kadar dinç. Göğsü dalgalı denizler üstünde rüzgârla şişkin, güneşle parıl parıl çifte biryelken kadar serbest.

Elinde ağ yok, mızrak yok ve kılıç yok.

Şu halde Kamelya Ontonyoyu görmedinizse yazık size.

Yazık… O, Kleppatradan da güzeldir, Beatristen de…”

Tıpkı Kral Zabnit’te olduğu gibi Kamelya Ontonyo’nun da güzelliği övülür, tek bir farkla kral bir mumyadır fakat Kamelya Ontonyo bir heykeldir. Böylece âşıklar buluşur ve konuşmaya başlarlar. Ancak onların arasında geçen fısıldaşmaları gece bekçisi duyamaz ve biz de öğrenemeyiz. Çok geçmeden bu saadet dolu buluşma bozulacaktır. Çünkü Apollon uyanmaktadır ve sesleri onların olduğu odadan duyulmaktadır.

Fakat ansızın bir şey oldu. Müzenin içinde yeni bir ışık gördüm, yeni bir ses. Bu, bir kitaranın sesiydi.

 O zaman “Kamelya Ontonyo” yavaşça:

 – Uyanıyor, dedi, Ma’butApollon artık uyanıyor.

 Kral Zabnit’in kolundan birdenbire sıyrıldı.

Apollon yanında dans edip, şarkı söyleyen 9 kız olduğu halde kitarasını çalarak içeri girer ve sevgilisi olduğunu, ondan hoşlanmadığını bilmesine rağmen Kamelya Ontonyo’yailan-ı aşk eder. Kamelya Ontonyo, Yunan tanrısı olması nedeniyle Apollon’dan korkusuna onu açıkça reddemez iken anlatıcımız olan gece bekçisi, Kral Zabnit’in ortalarda olmadığını fark eder. Bir süre bakındıktan sonra koridorun başka bir köşesinde kralın, Antik Yunan’da tanrıların babası Zeus’a yardım için yakardığını görür.

“Sayda kralı Zabnit biliyormuş yapacağını.

Apollon büyük ilah Zevse şikâyet edecekti.

Ve:

– Sen, diyordu, ey büyük ilah, sen Apollonun ne kadar hercaî olduğunu biliyorsun.

O Apollon ki, senin daima menfurun olmuştur. Tesalyada çobanlık eden adam, bir gün “Dafne” yi sevmişti. Onu takip ederken kızın nasıl bir hevlican ile kaçtığını elbette hatırlıyorsun. Ve elbette hatırlıyorsun ki, eğer “Kea” olmasaydı, o, Dafneyi iğfal edecek ve sonra zavallı kızı bir paçavra gibi fırlatacaktı. Onun ne derece bir bülheves olduğuna işaret için, ey büyük ilah, işte “Kılıti” meydanda…Yaptığı cinayetleri işaret ile şikâyette bulunan o kadını, – o kadın ki kendisini harikulade seviyordu- bir gün onu, bir çiçek kalıbına soktu. Ve ey büyük ilah, şimdi o kadının yüzü, Apollona doğru çevrilmiş olduğu halde, daima böyle eza ve cefa içinde kalır. Ve sevgisini kalbinde hapsederken Apollonunbülhevesliğine karşı nasıl bir nefret duymuyorsun. Bütün bunlardan sonra o şimdi, ne derece harikulade sevdiğimi bildiğin bir kadına karşı tecavüzde bulunuyor. Ve ey büyük ilah, onu senden başka şikâyet edecek hiç kimsem yok.

Kral Zabnit, Zevse böyle yalvarıyordu.

Duası kabul olundu.”

Bunun üzerine Kral Zabnit, Apollon ile sevgilisi için dövüşmeye gider.

Kral Zabnit heykellerin mahşeri içinden Apolllonla dövüşmek için ilerledive karşısında dimdik durdu.

Apollin onu hafife almaktadır, bir ölümlünün kral bile olsa kendisine asla zarar veremeyeceğini düşünmektedir. Bu düşünceyle gülerek Kral Zabnit’i karşılar ve oklarıyla onu yaralar. Zabnit, oklarla vurulunca yere düşer. Kralın az önce o kadar yalvarıp yakardığı Zeus, bu olaydan sonra ancak hareket edebilir. Yıldırımına sarılarak Zabnit’in intikamını almak için Apollon’u onunla vurur. Ancak Apollon “O, bir ilahtır. Giden yıldırımın onu ihrak etmeyeceği şüphesiz… Fakat giden yıldırımlar kitarasının tellerine çarptı ve kitarasının telleri bir saniye içinde yandı.

Bu son olaydan sonra şafağın ilk ışıkları müzeye düşmeye başlarken herkes yerli yerine gider. Hizmetçiler olarak bahsedilen bir grup ise, Zabnit’i yaralı olduğu halde lahdine götürür. Kamelya Ontonyo ise yerine geçerek yeniden taş kesilir. Anlatıcı, bir kere daha Sayda Kralı Zabnit’in Kamelya Ontonyu’yu sevdiğini söyler ve aşkın ihtiraslı oluşundan bahseder. Hikâyenin sonunda da, tıpkı başında da olduğu gibi, hikâyeyi okuyanlara Arkeoloji Müzesine gidip Apollon’un kitarasının yanmış tellerini görerek hikâyenin doğruluğuna inanmalarını sâlık verir.

Sonuç Niyetine

Kenan Hulusi Koray’ın ilk dönem ilmek ilmek örmeye başladığı edebiyatına dair pek çok öğeyi bir bütün halinde bu hikâyede bulabiliriz.

Apollon, Zeus, Venüs, Daphne, Gaia ve Klytie’den bahsedilmektedir. Konu edilen kişilerin hepsi Yunan mitolojisine dayanmaktadır ve hikâye içinde bu kişilerin anlatılarına da gönderme yapılmaktadır.

Sadya Kral Zabnit -ya da tarihi adıyla Tabnit-, Ağlayan Kadınlar Lahdi ya da Büyük İskender ise hikâyede adı geçen tarihi kişiliklerdir. Koray, hikâyeyi kaleme almadan önce o zaman ki adıyla Mecma-ı Âsâr-ı Atika Müzesi’ni ziyaret etmiş olmalıdır. Müzenin içindeki koleksiyonların ayrıntılı tasviri, bulundukları koridor ve odalar, müzede hangi lahdin ya da heykelin bulunduğuna dair böyle düşünmeme sebep oluyor.

Yazarın betimlemelerinde döneminin yaşayan Türkçesi kolaylıkla fark edilir ve üslubunda kendisinden sonra gelecek olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yolunu açmaktadır. Türkçeyi önemseyen, dil ve üslubu bir mesele olarak ele alan Koray, hikâyelerinde bu ikisine özellikle dikkat eder. Hikâyenin içerisinde yer alan gotik hava ve grotesk unsurların yanı sıra garip bir biçimde de bizdendir.

Bunların yanı sıra Koray’ın diğer fantastik, grotesk hikâyelerinde de olduğu gibi Edgar Allan Poe etkisi oldukça nettir. Tasvirlerin groteksliği, olaylar gelişirken anlatıcı karakterin basit hayretlerde bulunup, dehşetli bir korkuya kapılmaması ve olayları sabaha kadar aynı sakinlikle izlemesi hikâyede olayın içindeki bu etkiye dayanmaktadır. Hikâyenin sonunda da yaralanmış Kral Zabnit’e ne olduğu, ölümsüz Apollon’un Kamelya Ontonyon ile birlikte olup olamadığı, anlatıcımız olan gece bekçisinin ya da müzede çalışan ama hikâye boyunca hiç görülmemiş diğer bekçilerin bu olaylardan sonra ne yaptığı muammadır. Ne yazar açıklar ne de anlatıcı. Sadece müzeye gidip olayın doğruluğunu kendi gözlerimizle görüp, inanmamız istenmektedir.

Şimdi, bir tesadüf neticesi, dün geceyi müzenin içinde geçiren ben, müzenin bu ihtiyar hafızıkütübü, diyorum ki bundan sonra müzeye gidecek olursanız kitara çalan mabut Apollon heykelinin kitarasında tellerin kopmuş olduğunu göreceksiniz.

Kaynakça

Sezer, Fatma, Kenan Hulusi Koray’ın Muhit Dergisindeki Nesir Yazıları, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2012

 

Kenan Hulisi hakkında bkz:

https://www.turkedebiyati.org/yazarlar/kenan_hulusi_koray.html

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl