Ana Sayfa Litera KORKU: QUARTER 1 (Öykü)

KORKU: QUARTER 1 (Öykü)

KORKU: QUARTER 1 (Öykü)

O şehirde geçirdiğim üçüncü günün akşamı erkenden eve dönmek istedim. Çok yorgundum. Ellerim onlarca yeri daha yeni işaretlemiş, haritada çizilmedik yer kalmamış da olsa hâlâ kuytuları hummalı bakışlarla arıyordum, ama ayaklarımda dermanı kalmamıştı.

Basit bir ikna oluş için bu sözcükler yetti. Kalbimi ikna etmiştim: Dermanım yok. Akşam saat 6’da, bir Mayıs 14’ünde, Ay’ın on dördünün nehrin üzerine düştüğü, Ay’ın on dördü gibi olan şehirde tanımadığım insanların evindeydim. Medeniyet buydu.

Bana ayrılan odaya ayakkabılarımı çıkararak sessizce girdim. Yemek yemeye bile takatim olmadığından yatağa kıvrıldım. Nereden bilebilirdim o gece derman bulacağımı. Hayır hayır takat bulacağımı. En iyisi siz unutun dilinizdeki sözcükleri. Seslere kulak verin. O ses de ne?

***

Eve saat akşam 6 suları gelmiştim. Şimdi saat kaç? Karanlıkta göremiyorum. Elektrik mi kesildi? Hadi ama Avrupa’dayız. Olmamalı. Çok mu uyudum? Odada üçüncü günüm. Göster bakalım ne kadar dikkatli olduğunu. Şehirleri keşfettiğin kadar odanı keşfetmiş misin? Ölçüleri, dört duvar, nerede kesişiyor, ayrışıyor? Masayı bulmalı. Üzerinde su var. Elzem olan o. Kan ter içinde uyanmışsın. Rüya say. Işık var say. Ağır aksak kalktım suya uzandım. Kana kana içmeye başladım. Rüyam gerçekleşmişti. Tuhaf.

Şükür ki evde ses var. Saat kaç peki? Kapım çalındı. “Maria, iyi misin? Korkma. Odanda mum var. Problem değil.” “Tamam” dedim aynı dilde. Ortak dilde. Beden dilinde.

Geri geldim yatağa. Uykumu almışım. Ne yapmalı? Ay’ı izlemeli. Çocukluktan yetişkinliğe kadar değişmeyen tek cümlemdi; “Karanlıktaysan Ay ışığına bak. Yol gösterir.”

***

Açtım pencereyi. İkinci kattan önce Ay’ı, sonra etrafı izlemeye başladım. Ne kadar daracık bir sokak. Apartmanlar iç içe. Handiyse karşıdaki apartmanın yaşamını sürdürecek gibisin. Allahtan ahşap kepenkler var. Bu yüzden mi? Görmeyelim diye mi yabancıyı? Yan yana apartmanlar, konuşulsa duyulacak her şey. Allahtan ahşap kepenkler var. Bu yüzden mi? Duymayalım diye mi yabancıyı? Karar veriyorum yarın sabah erkenden bu yabancı mahalleyi dolaşmaya.

Dememe kalmıyor bir kepenk açılıyor cızırtıyla. Hangisi olduğunu seçemiyorum.

Şişşt” diyor irtifasını almamış bir ses. Fısıltı gibi. Telaşlı, yoğun. “Hey Maria.

Biri beni çağrıyor. Dönüp bakmak istiyorum, ama hangi yöne? O kadar karanlık ki.

Neredesin göremiyorum” diyorum onunkinden daha irtifalı bir sesle.

Şişşt” diyor, “sessiz ol. Saat geç oldu.”

Çok karanlık, saati göremiyorum. Sen nasıl bilebiliyorsun?”

Ay’a bakarak” diyor. “Bu mahallede herkes zamanı aya bakarak söylemeyi bilir. Saatler kollarımızdan alınabilir çünkü.”

Gülüyorum. Güneş’e bakarak saat bilinebilir bunu biliyordum da Ay’a bakarak bilinebildiğini ilk kez işitiyordum.

Şişştt Maria, sessiz dedim. Gülmeyi bırakır mısın? Gel aşağıya. Yanıma.”

İyi de göremiyorum ki seni.”

Sesime gel. Merak etmiyor muydun bu mahalleyi. Hadi gel gezdireyim seni.

İyi de sen dedin geç oldu. Hem ışıklar yok.

Ay ışığı var ya. Yeter.

Yeter mi gerçekten?

Ay ışığına bakarak saati bilen birine söylenecek şey miydi bu? Merakla üzerime hırkamı aldım, kapıyı açtım. Evdeki sessizliği bozmamak için yumuşak adımlarla zemini sıyırarak çıktım. Apartmanı hızlıca geçtim. Kendimi kapı önünde bekleyen sesin yanında buldum. Ses aynı tondaydı.

Ben İshak, Maria. Bak Ay’ı görüyor musun tepede? Onu izleyeceğiz, onu saat yönünde takip edip tüm mahalleyi dolaşarak başladığımız yere geri geleceğiz. Merkez şu bina. Derinliğini oradan alır bu mahalle. Hem saat yönünde hem de içten dışa yürüdüğünü düşün. Böylece iz bırakmayacağın için seni takip etmeleri çok zor.”

İyi de biri beni neden takip etsin ki?”

Öldürmek için.”

Yüzümde gezinen korkuyu görüyor sanki, naif bir kahkaha atıyor.

Şaka yapıyorum. Hadi ama korkma!”

Böylece adımlarımı daha sessiz atmaya başlıyorum, onunkine uygun; kısa, hızlı, sessiz adımlar. Ben yönümü ikinci sokakta kaybediyorum. Ona teslim oluyorum. Hep böyledir, yanımda birileri varken dikkatim dağılır.

Hayır hayır Maria; eğer bu mahallede oturacaksan güvenmemelisin kimseye. Yönünü kendin bulmalısın.”

Dinledim İshak’ı. Üçüncü sokakta bir an yakalar gibi oldum yönümüzü, dördüncüde yine kaybettim. Beşte ayak sürümeye başlamış, altıda tam yarıladığımızı düşünmüştüm. Yedi dingin bir bellekle karşıladı sanki, sekiz ve dokuz birbirinden farksız. Sonrakiler yitik. Sanırım ben bu mahalleli olamazdım.

Soluklanalım şurada” dedim, “şu ağacın parlayan dalları altında.”

Yabancılar için ağaçtır o, bizim içinse ölüm ağacı. Uzak dur ondan” dedi İshak.

Daha çok korktuğumu gördü, ama bu kez beklediğim kahkaha gelmedi. Şaka yapmıyordu. Şapkasını çıkardı. Şapkanın içinde bir şapka daha vardı, ama onu çıkarmadı. Elindekiyle gösterisini bitiren bir sihirbaz gibi selamladı beni.

Artık geldik sona. Başladığımız yere. Evine gidip dinlenebilirsin.”

Nasıl olduğunu anlamadan kendimi gerçekten de evin önünde bulmuştum. Ne kadar küçük bir mahalleymiş halbuki. Şaşkınlıkla bakakalıyorum bir apartmana bir apartmanın köşesinde duran kocaman iki kuleli binaya. Merkez dediği yere.

Peki İshak, bu daracık sokaklar, iç içe evler… Neden bu mahalle sadece göğe açılıyor?”

Soluğu orada arayalım diye. Olmadık yüzler görmeyelim, olmadık sesler duymayalım diye. Böylece korkmayalım diye insanlardan.” Çekinik bakıyor devam ediyor:

Budapeşte’de bu Yahudi mahallesini daracık, iç içe yapmışlar ki yabancılar girip de kaybolmasın, korkmasın.”

Kaybolmak neden korkutsun ki İshak?”

İshak. İshak?

İshak çoktan gözden yitip kaybolmuştu. Korkmuştum. Allahtan az sonra Ay ışığı yerini gün ışığına bırakmıştı.

***

Pencere açık kalmış. Üşümüşüm. Kapatmak üzere kalktım yataktan. Onu kapatırken, büyük bir gürültüyle Dohany Mahallesi’nin tüm kepenkleri içten dışa, merkezden çevreye doğru açıldı. Dışta yabancılar, merkezde tüm gösterişiyle uzun iki kubbeli bir bina dikiliyordu. Çemberin içindeki sokakların ağzında biriken çoluk çocuk herkesi kulelerin arasına, çemberin merkezine almak için hazırlık yapıyordu.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl