Küba’dan döndüm bu sabah

sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
resmini yapabilir misin üstat

Nazım Hikmet

Granma adlı yat, 2 Aralık 1956 günü şafaktan önce Küba’nın güneydoğu sahiline yaklaştı. Aslında 12 kişilik bir yattı bu, ama içinde 82 kişi vardı.

Devrimci mücadeleyi son aşamaya taşımak için hazırlıklarını Meksika’da sürdüren Fidel Castro, memleketine dönüyordu. Bordada dikilmiş Küba’nın karanlık sahiline bakan bu genç adamın yanı başında, kardeşi Raul ve henüz kimsenin tanımadığı Ernesto Che Guevara duruyordu.

Ne var ki, Granma savaşçıları kendilerini sahilde bekleyecek olan grupla randevulaştıkları noktanın bir mil kadar uzağında karaya çıktılar. Üstelik iki gün gecikmişlerdi. Buluşma gerçekleşmediği gibi Küba güvenlik güçlerinin uçaklı, makineli tüfekli saldırısına uğradılar. Böyle bir çıkarma harekâtı için deneyimsizdiler. Çalılıkların arasına gizlenmiş, donanımlı, hazırlıklı askerler karşısında, sahilde savunmasızdılar. Onlardan 70’i güneşin doğuşunu göremedi. Bu arada, bir mermi Guevara’nın boynuna çarptı.

Ernesto, Granma’ya binmeden önce, memleketi Arjantin’deki annesine Meksika’dan gönderdiği mektupta, umutlu olduğunu, zafere inandığını ama işler yolunda gitmezse her şeyi göze aldığını anlatmıştı. Nazım Hikmet’in, “Yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim.” dizesini yollamıştı, annesine.

O sahilinde sırtüstü yatan Ernesto, bir süredir “ölümlerin en iyisi” olarak gördüğü durumla karşı karşıya geldiğini düşünüyordu. Etrafında silahlar ateşlenip can pazarı yaşanırken, içinde bulunduğu durumla inanılmaz bir tezat oluşturacak şekilde sakindi. Sonra, yarasının ölümcül olmadığını, kurşunun boynunu sıyırıp geçtiğini fark edince, silahını alıp ayağa kalkarak kararlı bir şekilde yolculuğa devam etti.

SONSUZ YOL

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
müzik dinlemeyenler

Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet
değiştirmeyenler, …

Pablo Neruda

Jon Lee Anderson’ın yaklaşık 800 sayfalık Che Guevara – Devrimci Bir Hayat kitabı, Arjantinli Guevara ailesini tanıtmakla başlıyor. Guevaralar, üst sınıfta yer alırlar ama ekonomik gücünü büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Yine de yaşam biçimindeki sosyetik özelliklerini korur aile.

Ailenin yaşam biçimine uyum sağlamaya pek istekli olmayan Ernesto’nun, küçüklüğünden beri alıp başını gitme huyu vardır. Üniversite öğrenciliği sırasında, motosikletle koca bir kıtayı gezmeye çıkar. Bir arkadaşıyla birlikte Latin Amerika turu yaparlar. Gittikleri yerlerde bazen birkaç gün bazen de birkaç hafta kalırlar. Bulaşıkçılıktan gemi güvertesi temizliğine kadar çeşitli işlerde çalışırlar.

Bu seyahatleri sırasında bile, ömrü boyunca sürdürdüğü okuma ve yazma uğraşını aksatmaz. Okumak ve yazmak, Ernesto’nun hayatının bir parçasıdır. Adeta beslenmek gibi, solumak gibi, düşünmek, görmek, yaşamak gibi bir şeydir. İleride yazacağı kitaplardan biri bu yolculuklarında aldığı notlardan oluşur. Yaşadığı her günü, defterine kaydeder.

Öylesine başıboş, öylesine özgürce yaşadığı halde, inanılmaz bir de sorumluluk duygusu vardır Ernesto’nun. Yolculukları sırasında yanından geçip gidebileceği ve aslında kişisel olarak kendisini hiç ilgilendirmeyen birçok soruna takılıp kalır. Attığı her adımda, gittiği her yerde, vicdanı da yanındadır.

Sorunlu bir evlat olsa da, aslında ailesiyle ilişkileri iyidir. Birbirlerinden uzak kaldıklarında, hatta Ernesto’nun kaçak yaşadığı yıllarda bile, aralarındaki mektuplaşmalar kesilmez. Gerektiğinde takma isimlerle, şifreli sözcüklerle sürer bağlantıları.

MÜNHAL

Sormuşlar yoldakine

Kardeş yolun nereye

Ben bilmem rüzgar bilir

Düştüm yelin önüne

Zülfü Livaneli

Anderson, “devrimci bir hayat” olarak anlatıyor, Che’nin yaşadıklarını. Okurken düşünüyorsunuz:

Devrimci hayat, sürekli yolculuk halinde yaşamak anlamına geliyor. Çeşitli anlamlarda süren seyahatler boyunca, insan adım adım değişiyor. Sahte değilse, bir kaçış değilse yapılan yolculuk, atılan her adımda bir gün meydana gelecek büyük değişim birikiyor. Bir tepeye doğru yürürken öncekilerle aynı bir adım atılınca, o tepenin arkası görünmeye başlıyor. Birdenbire ufuk genişliyor, dünya büyüyor. Çeşitli engelleri aşmış önceki adımlar sayesinde atılan o son adımla, insanın önüne yeni alanlar seriliyor, uzakta yeni tepeler beliriyor.

Yolculuğu sırasında kendini yaratıyor insan. Neyi nasıl yaptığına bağlı olarak varoluşunu gerçekleştiriyor. Öyle düşünen, öyle davranan, öyle yürüyen kişi haline geliyor. Aradığı anlama ve varmak istediği hedefe dönüşüyor.

Granma çıkarmasıyla başlayan Che’nin yolculuğunun yeni aşaması, onun “Yeni İnsan”ı arayışına karşılık geliyor. Bir yandan devrimi diğer ülkelere yayma hayali kurarken bir yandan da Küba insanının bir dönüşüm yaşaması için yoğun bir çalışmaya girişiyor.

Kendisinin de aynen uyguladığı şekilde, kişisel çıkarını geri planda tutan, toplumsal bilinci yüksek, eşyaların ve hırsların tutsaklığından kurtulmuş bir insan hayalidir, Yeni İnsan. Özgürlüğü, diğerlerinin alanını kısıtlayarak kendi sınırını genişletmek şeklinde görmeyen, çözümü dayanışmada ve paylaşmakta bulan insanlar…

Che’nin hayatı bir adanmışlık örneğidir. Hayatla pazarlık yapmayan, düşünceleri uğruna savaşan bir insan o. Boynunda kurşun yarasıyla Küba sahilinde öleceğini sanarak öyle sakince ve iç huzuruyla yatıp gelmekte olan “ölümlerin en güzelini” beklemesi, anlaşılmayacak bir durum değil. Haklı taleplerinden ve inandığı yolda yürümekten asla vazgeçmeyen ve gerekirse “yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götürmekten” çekinmeyen bir kişilik!

Che’yi anladıkça rahatsızlık duymaktan kurtulamazsınız. Düşüncelerinize uygun biçimde yaşamamak için inşa ettiğiniz mazeretleriniz bir bir yıkılır. Taksitler, aile sorumluluğu, geçici hedefler, hepsi geçersiz hale gelir. Her gün aynı kaldırımda yürümekten, aynı kişilerle aynı çıkmaz tartışmalara girişmekten, yıllardır aynı işte çalışıp aynı şekilde yaşamaktan utanırsınız. Çevrenizde öfkelendiğiniz insanların çapsızlığı, bir fayda elde etmek için farkında bile olmadan şirin görünmeye çalıştığınız birinin değersizliği, uğruna didinip durduğunuz isteklerinizin anlamsızlığı şiddetli birer rüzgara dönüşür ruhunuzda.

Bazı kurgu karakterler ve bazı kişiler, tam da bu nedenle efsane haline gelmez mi? Milyonlarca insanın kendini özdeşleştirmekten mutlu olduğu ama aslında içindeki bir boşluğa, bir eksikliğe karşılık geldi için…

PARLAYAN YILDIZ

Sana ufku anlatmak istiyorum.

Son mavisi gözlerinde kaldı gökyüzünün
Bu şehirde
Anlatmak istediğim

Nihat Behram

Fidel’in yönetimindeki Küba, çeşitli ülkelerdeki devrimci mücadeleleri destekliyordu. Kalıcı başarı için devrimin Latin Amerika’ya, hatta dünyaya yayılması gerektiğini düşünüyorlardı. Ama Che, diğer ülkelerdeki isyanlara önderlik etmesi için gönderdikleri eğitimli adamların çatışmada düştükleri haberlerini aldıkça suçluluk hissediyordu. Bir gün gerilla hayatına geri döneceği, dünyanın farklı bölgelerinde savaşacağı belliydi.

Dostlardan ve aileden ayrılmak, Che için bile kolay olmadı. Özellikle küçük çocuğuyla vedalaşırken yüreği burkuldu. Çünkü o, belki de babasını hiç hatırlamayacaktı. Che, bu olasılığın hiç de az olmadığını bilerek ayrıldı bebeğinden.

Küba’daki ayrıcalıklı durumunu bırakıp devrimi yaymak için Afrika’da savaşmaya gitti. Orada zaten bir isyan girişimi vardı ve Che, muhalif güçleri birleştirerek dünyayı değiştirme hayalinin bir parçasını gerçekleştirecekti.

Ama Kongo devrimi girişimi tam bir felaketle sonuçlandı. Bölgedeki iktidarlar bir anda birleşti, işin içine yine CIA girdi. Dağlarda geçen iki yılın sonunda, çok sayıda can kaybı, hayal kırıklığı ve açık bir yenilgi yaşandı.

Prag’da kısa süren bir kaçak hayattan sonra Che tekrar Güney Amerika’ya döndü, arkadaşlarıyla Bolivya’da toplandı. Orada başlayan isyana çevre ülkelerdeki gerillaların da katılmasını sağlayarak devrimi bütün kıtaya yayacaklardı. Yıllar sürecek zorlu bir süreç başlıyordu.

Elbette yine CIA’nın desteğiyle Bolivya hükümeti başarılı bir psikolojik savaş yürütmeye başladı. Yol inşaatları, köylülere tapu dağıtımı, anti-gerilla propagandası, kırsal bölgelere okul yardımı… Bütün bu işleri askerler ve polisler yapıyor, bu sayede köylülerle iletişim kurup istihbarat sağlıyorlardı.

Zor koşullarda geçen aylardan sonra, Che’nin “Ernesto” olarak başlayan kişisel yolculuğu burada sona erdi. Yaralandı ve tutsak edildi. Kapatıldığı odasına giren Mario Teran adlı kaba saba çavuşun oraya neden gönderildiğini hemen anladı. Che’nin son sözleri şöyle oldu: “Ateş et ödlek, alt tarafı bir adam öldüreceksin.”

Yeni İnsan’ı arama yolcuğu sonucunda, Yeni İnsan’ın her zaman yaşayacak örneğine dönüştü.

***

CHE GUEVARA – Devrimci Bir Hayat, Jon Lee Anderson, İthaki Yayınları, 2005, 780 sayfa


 

epilog:

CHE’NİN İMAJ SAVAŞI

Çünkü Vietnam, hepimizin Vietnam’ı
Kongo, hepimizin Kongo’su
Bir kere özsu yürümüştür dallara
Patlayacaktır ağır sancılarla karanlıklar
Varmak için o güzel yarınlara
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara

Metin Demirtaş

Che artık Güney Amerika dağlarında değil. Ama ölümünden 40 yıl sonra da sömürüye, emperyalizme, her türlü haksızlığa karşı savaşı sürüyor. Yalan ile gerçek arasındaki çatışmada oluşan cephe üzerinde yerini almış durumda. Çünkü asıl savaş artık bu cephede yapılıyor.

Bunca medyatik düşünür tarafından başka türlü bir dünyanın mümkün olmadığı kanaati yayılıyor. Yoksulluğun suçunun yoksullar, işsizliğin nedeninin işsizler olduğuna inandırılıyor kitleler. Zorla itaat ettirmek yerine, insanların beyinleri yönlendiriliyor.

Kapitalizmin devasa yalan üretme mekanizması, Che’nin imajını zararsız bir muhalif, romantik bir asi, imkansız talepleri olan bir hayalpereste dönüştürüyor. Bezirganlar, bu imajdan yararlanıp para kazanma yollarını buluyor. Tişörtler, flamalar, popüler kültür ikonları… Ürettikleri yalanları bile satıp kazanç elde ediyorlar.

Oysa Che, zaten hep hayallerinin, hayallerimizin peşindeydi. Onu tanımak, imkansızı istemenin ne kadar gerçekçi olduğunu bilmek anlamına geliyor.

Çünkü “imkansız”, koşulları yansıtan bir sözcük kabul edilemez. “İmkansız” diyenler bir gerçeği değil, kendi görüşünü açıklamış olur. Ve o görüş; alınan eğitimleri, büyütülen korkuları ifade eder. Koşulları değişmez kabul edip benimseyenlerin bir yorumudur “imkansız”.

Mümkün olan bir şey isteniyorsa, o onda uygulanır. Hayal, elbette o anda mümkün olmayan bir şeydir. Ama hayali gerçekleştirmek yönünde, yaşanılan koşullarda yapılacak bir şey vardır mutlaka. Atılacak bir adım, söylenecek bir söz, bir sonraki basamağa sıra gelmesini sağlayacak bir basamak, mutlaka vardır. Bu nedenle gerçekçidir, hayalleri olan insanlar. Bu nedenle ertelemez, “Hemen şimdi!” derler.

 

zaferxkose@gmail.com

TEILEN
Önceki İçerikThe Square: Bu “Kare” daha çok film alır.
Sonraki İçerikYalnızlık’tan Munch’a
1970 yılında Bursa’da doğdu. Öğrencilik hayatına dokuz yıl yaşadığı Almanya'da başladı. Gemlik Ortaokulu'nu ve Bursa Demirtaşpaşa Endüstri Meslek Lisesi'ni bitirdi. 1992'de Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi'nden mezun oldu. Cumhuriyet, Vatan, Birgün, Radikal, Sol, Yurt gazetelerinde ve internetteki Sol Kültür, İlerihaber, İnsanokur, Kitapeki, Sevdalım Hayat yayınlarında kitaplar üzerine yazdı. Ayrıca, deneme ve öyküleri Maviada, Sanat Cephesi, Nikbinlik, Bağlaç, Edebiyat Nöbeti dergilerinde yayımlandı. Evin Yolu kitabındaki bir öyküsü "Sınır Tanımayan Kelimeler" (Words Without Borders) oluşumu için İngilizceye çevrildi. Kitapları: Kuş Sesleriyle Direnenler, roman, Siyah Beyaz Kitap, Aralık 2014 Yıllarca, roman, Siyah Beyaz Kitap, Ocak 2012 Fabrika Yolu, öykü, Siyah Beyaz Kitap, Ekim 2010 Sarsılmak, roman, Siyah Beyaz Kitap, Kasım 2009 Son Ozan Livaneli, deneme, Mevsimsiz Yayınları, Ekim 2007 Evin Yolu, öykü, Mevsimsiz Yayınları, Mayıs 2007 Söz İstiyorum, roman, Mevsimsiz Yayınları, Mayıs 2006