Dar günler geçiriyorum jiletle oynayarak

iğde zamanı, duygularım delik deşik, tedirgin

buruşturup attığım akşamlar oluyor

her sözcüğün arkasına bakıyorum

harflerin arkasına, bulamıyorum

meğer sen suskunluğuna gizleniyorsun.

 

Saçlarım azaldı iyice, alnım eskidi

yaşlandı sesim

çok özledim haylazlığımı.

 

Ölü bir dile çalışıyorum, olsun

hiç değilse kendimle konuşurum.

 

Birlikte sevdiğimiz kediler oldu

bırak bu halk yalanını söylesin

bir ömür yanımdan geçip gitmiş gibisin.

 

Bilirim, yağmur yağsa sevinirsin

bu yüzden gökyüzünde bulut olsun söylediklerim.

 

Yaşamaya üşenir mi bir insan

artık üşeniyorum.

 

Giderken döndüm geriye baktım

hemen dolmuştu bıraktığım boşluk

aşklar bile ölüyor, sonrası kül ve rüzgâr.

 

 

Dünya, 2022

 

 

_____

 

ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU

 

Veysel Çolak, şiirinde, hayatla yazdıklarının içeriği arasında hep bir bağ kurar ve bu bağı, dergilere, kitaplara, söyleşilere, atölyelere, kamusal alana, kitlelerin dikkat kesildiği her türden uzama taşıyarak görünür kılmaktan çekinmez.

 

En baştan, daha ilk şiirlerini yayımladığı günlerden beri, politik eylemliliği, dünya görüşü, dostlukları, aşkları, cinselliği, tabiat sevgisi, korumacılığıyla ve duyarlık gösterdiği, empati duyduğu, sahip çıktığı, aidiyet hissettiği her türden unsurla, bir şair-özne kimliğiyle, sahadaydı. Hâlâ öyle. Veysel Çolak şiiri, ‘Dünya’dan ses vermeye devam ediyor.

 

Hayat, hem şair-öznenin dile getirilmesine izin verdiği ölçüde hem de dillendirilmesini gerekli görmediği yanlarıyla şiirin sınırları içerisindedir ve öznenin eylediği, söylediği, yazdığı her şeyle edebiyattan taşıp farklı alanlarda varlık gösterir. Özne, sözünü -bazen sonunun tehlikeli sonuçlara varacağına aldırmaksızın- sakınmaz; aksi, uyumsuz görünmekten asla çekinmez, tezini/sözünü savunmak uğruna yalnız kalma ihtimalini göze alır. Şiirini, şair yalnızlığına yol alınan bir güzergâhta, fakat hep umutla kurup var eder.

 

Eleştirel Kültür’ün Litera bölümü için seçtiğim ‘Kül ve Rüzgâr’ şiirinin şair-öznesi, şairden bağımsız olarak, Veysel Çolak’ın şiirinde bir süredir çoğalttığı ve ‘hatırlama, geçmişi şimdiye çağırıp geniş zamana taşıma, şimdiyi geçmişin izleriyle yeniden okuma, sonun başlangıcının kıyısından seslenme” temaları etrafında yapılandırdığı bir noktadan konum bildiriyor. Bu kez, koyu, kopkoyu, karanlık bir karamsarlık, şiirde gözleri parlayan kedinin ışığını bile emiyor. Çolak, şiirinde hiç bu denli yoğun çıkışsızlık duygusuyla dolu ya da umutsuzluk derecesinde karamsar olmamıştı; en azından ben hatırlamıyorum.

 

Şiirin daha ilk bölümünde geçen ‘buruşturup attığım akşamlar oluyor’ dizesinin boşu boşunalığa işaret eden katı gerçekliği, şiirin geri kalanında da sürdürülüyor. Özne, şimdinin muhasebesine, geçmişe özlem duygusuyla içe bakışın iç içe geçtiği bir ‘temize çekme’ yöntemiyle girişiyor. Elindekileri -bedeni, zihni, hatırladıkları, uğruna mücadele etttikleri üzerinden- tek tek inceleyip değerlendiriyor; üzerinde yaşadığı dünyanın, ait olduğu topluluğun kendi kendini kandırışının, yüzü kendine dönük şiir dilinin, yüzyılların yılgınlığıyla birleşip katlanarak artan yorgunluğun (hayatı boyunca yorgunluğa/yılgınlığa hakkı olmadığını savunmuş, bunların hep karşısında durmuş biri olmasına rağmen) hesabını kesiyor. ‘Her insanın iki ölümü vardır. Biri öldüğünde, diğeri ismi son kez söylendiğinde. Bir anlamda insan ölümsüz kalabilir.’ der Hemingway. Şair-özne, hatırlandıkça, adı anıldıkça yaşamaya devam edeceğinin bilgisiyle, ‘Giderken döndüm geriye baktım/ hemen dolmuştu bıraktığım boşluk’ diye hayıflanıyor.

 

Dolu dolu yaşanmış, sanatla/yazıyla/şiirle savunulmuş bir hayattan -‘aşk bile ölüyor’ken- geriye ne kalır? Belki yapıt; ama kesinlikle ‘kül ve rüzgâr’!