Ana Sayfa Litera KÜLLERİNDEN DOĞANLAR 

KÜLLERİNDEN DOĞANLAR 

KÜLLERİNDEN DOĞANLAR 

Toplumda kadının yeri son yıllarda hep cinayetlerle gündeme geliyor. Kadına şiddete, kadın cinayetlerine karşı bir takım örgütlenmeler, dayanışmalar, protestolar devam ediyor. Medyanın bu konuda duyarlılığı dikkat çekici. Farkındalık yaratma adına ben de elimden geldiğince konuyu gündeme getiriyorum.

Bir müddet önce Mehmet Uca’nın Mahallenin Namusu adlı şiirinden yola çıkarak yazdığım makale ile kadın cinayetlerine değinmiştim. Bu yazımda Gülseren Mungan’ın “Küllerinden Doğanlar” adlı kitabı üzerinden kadınların onulamayan yarasından, çilesinden tekrar söz edeceğim. Bu yazı bir bakıma kitap incelemesi olarak da okunabilir.

Gülseren Mungan Mardinli bir yazar. Edebiyatın çeşitli türlerinde, ayrıca tiyatro, müzik ve resim sanatlarında çeşitli eserler vermiş, yaratıcılığı dikkat çekici bir yazar. Son kitabı konu üzerinde çalıştığımı bilen arkadaşım Gülüş Teke’nin hediyesi olarak elime geçti. Tesadüfen aynı anda yazarlarından biri olduğum Ek Dergi’de kendisiyle kitabı üzerine yapılan röportajı okudum. Metin Aydın’ın yaptığı röportaj hem yazarı hem de kitabı tanıtması yönünden okunmaya değer. Kitabı için verdiği emekleri, duygularını, yaşadığı zorlukları önce röportajdan daha sonra kitaptan okudum ve kendisini gönülden takdir ettim. Haftalık köşe yazıma konu olarak seçmeye karar verdim. Öykülerde sözü edilen kişiler ile görüşmelerinde onu destekleyen Lider Kadın Derneği’nin desteklerinden de bahsetmeliyim, derneği gönülden kutluyorum. Bu derneklerin, yardım kuruluşlarının kadının mücadelesindeki yerini unutmamak lazım.

Kadınlar bireysel mücadelenin dışında örgütlü mücadele ile ancak ilerleme kaydedebilirler; bunu sadece seslerini duyurma yönünden değil aynı zamanda hak aramada mücadele, dayanışma yönlerinden de gerekliliğini hatırlatmak isterim. Bir atasözü ne der; “Bir elin nesi var, iki elin sesi var”. Kadın hareketini destekleyen, kadın haklarını savunan dernekler, örgütler, sığınma evleri, bu konuda çalışan akademisyenler, yazarlar mücadelede büyük katkı sağlıyorlar, bu da işin sevindirici tarafı. Tüm kadınların konuya daha duyarlı olup kadın hareketine destek vermesi gerekiyor.

Kitaba gelince; Mardin civarında görüştüğü çeşitli kesimden kadınların öyküsünü anlatıyor Gülseren Mungan. Şöyle başlıyor söze; “Onlar, eteklerindeki taşları döktüler yazarın kalemi ucuna. O taşlar beden acıları, iyileşmeyen iç sancılarıydı. Silahların gölgesinde yitirdikleri canlar, geride bıraktıkları vatanlardı… O taşlar oturamadıkları okul sıraları, kavuşamadıkları sevdaları, yazamadıkları romanlardı. Emekleriyle önemsenmeyen… Çocuklarıydı küçük beyaz bir entarinin kırmızı kuşağında kaybolan… Yine de umutlarını esirgemediler ondan, serdiler önüne içtenlikle. Yazar taşlardan bir tablo yaptı. Hem görülesi hem okuması…”

Kitapta birbirinden güzel on dört öykü var, öykülerin kahramanları birbirinden farklı deneyimlerle Mardin’de geleneklerin, aile içi hukukun, toplumsal etiğin kurbanı olmuş kadınlardan oluşuyor. Kadınların bitmeyen çilesini anlatıyorlar. Her şeye rağmen ne kadar güçlü olduklarını, kurtuluşun yine kadınların çabası ile olacağını anlatıyorlar. Her hikaye okunmaya değer.

En beğendiğim öykü kitabın son öyküsü “Şampiyon”. Elbette diğerlerinden çok farklı değil, ama öyküde bir ölçüde bireyin dışında devletin de kadının kurtuluşunda ne kadar aciz kaldığını tanık oluyoruz. Benim klasik ifadem çifte kavrulmuşluk kadınlar için de geçerli. Maalesef hem aileden hem devletten yana haksızlıklara maruz kalıyor kadınlar.

Diğer öyküler dizisinde yazar çocuk gelinden başlayarak berdele, çocuk istismarına, enseste, akraba evliliğine, şiddetin her türlüsüne değiniyor; eziyetin, hüznün her çeşidini sabır ve empati ile anlatıyor. Kadınlar sadece bizim kadınlarımız değil, aralarında Irak’tan, Suriye’den gelen göçmen kadınlar da var. Onların öyküleri ile bizim kadınlarımızın öyküleri arasında çok büyük fark yok, bu belki de bu coğrafyanın kaderidir diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Toplumlar arası kültürel etkileşimin sonucu kadının sosyal konumuna da yansıyor. Yazar öykü kahramanları ile empati kurarak olayları tarafsız bir şekilde irdeliyor.

Kadınların toplumdaki gerçek yerini ve değerini bulması ancak ataerkil, yani erkek egemen toplumların bireylerin eşitlendiği, cinsiyet ayrımından vazgeçildiği sosyal eşitlikçi toplumlara evrilmesiyle gerçekleşecek. Kız çocuklarının okula gönderilmesi ile, kadınların çalışma hayatına katılması, üretime katılmasıyla gerçekleşecek. Erkeklerle eşit ücrete, eşit haklara sahip olmalarıyla gerçekleşecek. Bütün bunların gerçekleşmesi için de önce aile içinde, sonra okulda eğitimin şart olduğunu kabullenmeliyiz.

Kurtuluş biz kadınların ellerinde…

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl