Ana Sayfa Vizör Kumarbaz Filmi ve Celladına Aşık Kadınlar

Kumarbaz Filmi ve Celladına Aşık Kadınlar

Kumarbaz Filmi ve Celladına Aşık Kadınlar

Hakan Taşdemir’in anısına*

Orhan Aksoy’un 1965 yılında yazıp yönettiği Kumarbaz, başrollerini Fatma Girik ve İzzet Günay’ın paylaştığı sıradan bir Yeşilçam filmi görüntüsü taşır. Doğru söylemek gerekirse film hayli sıradandır. Basmakalıp bir senaryoya sahiptir ve birçok filmimiz gibi anlatım kusurlarıyla öne çıkar. Ancak kusurları ve basit senaryosuna rağmen Kumarbaz’ın önemli bir film olduğunu hatta “öğretici” bir nitelik taşıdığını düşünüyorum. Peki ne öğretiyor Kumarbaz filmi? Baştan sona kadına şiddeti öğretiyor! Dahası ve fenası finaliyle kadının çaresizliğini vurgulamakla kalmayıp topraklarımızda işlenen cinayetlerin, tecavüz vakalarının toplumsal bir kabullenişin desteğini alarak nasıl bir kısır döngüye hapsolacağını yarım asır evvelinden bildiriyor!

Duvardaki portrenin ayırdıkları: Saplantılı sevgi ve aile kurma takıntısı

Yazının esas konusundan uzaklaşmak pahasına Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı (1965) filmi üzerinde durmak istiyorum. Film Boyacı Halil’in (Müşfik Kenter) saplantılı sevgisini, nesneye duyduğu aşkı, içsel bir yoğunluğu işliyordu ve yönetmenin sinemasına yapılan atıfla anarsak katışıksız bir “tutku” filmiydi. Kahramanımız Halil sevdiği kadını, duvara asılı portresinde idealize etmiş, sevgisini karşılık almadan da bereketlendireceğini düşünmüştü. Bu haliyle Halil “zararsız bir sevgili” görünümündeydi ve fethetme endişesi taşımıyor, iletişim kurmadan doyum sağlayabiliyordu.

Kumarbaz filminin Sevmek Zamanı ile ilgisi nedir? Yahut duvardaki portre açısından yegâne özgünlüğü Erksan’ın filmine mi biçeceğiz? Kumarbaz’da da sevilen kadının portresi ve ikona bir anlam biçme eğilimi ele alınsa dahi bu durum karşı cinsle ilişkinin seyrine etki etmiyor. Öte yandan Halil resmi duvara asmıyor, asılı buluyor. Açıkçası, Kumarbaz’da karşılaştığımız gibi resmin bir duvara asılıp ona hayranlıkla bakılması, ilgi beslenmesi türünden bir fikrin o yıla değin mutlaka kullanıldığını düşünebiliriz. Zaten meselenin kendisi de mağaralara resim çizen atalarımızın deneyimiyle örtüştürüldüğünde pek özgün sayılmıyor. Kumarbaz ve Sevmek Zamanı arasındaki ayrıksı yanları irdeleyeceğim fakat öncesinde Kumarbaz’ın öyküsünü kısaca aktaralım.

İzmir’den İstanbul’a sürülen bir serseri ve Seni Yeneceğim İstanbul’un farklı bir yorumu

Kumarbaz… Erol (İzzet Günay) İzmir’de bir kumarhanede kavgaya karışınca şehrin polisleri tarafından İstanbul’a yollanır. Polis için illegal bir durum söz konusu değildir. Kumar oynamak ve bir bakıma (elbet sonuçları açısından bir noktaya kadar) kavgaya karışmak serbesttir. Fakat başa çıkılamayan bir karakterin artık gönderilmesi farz olmuştur. İstanbul’a doğru çıktğı gemi yolculuğunda Hülya (Fatma Girik) ile tanışır kumarbazımız. Bir oyunda hile yapıyordur. Bunu gören Hülya küçümser Erol’u. Ancak kumarbaz Hülya’nın kamarasına girip dudaklarına yapışacak kadar cesurdur. “Normal şartlarda” böylesi bir girişin ardından kadının yumuşayıp aşka teslim olması beklenir fakat Hülya aksine öfkelenmiş, İstanbul’da her fırsatta karşısına çıkan Erol’dan nefret etmeye başlamıştır. Erkekleri kadınlara askıntı etmekte son derece mahir olan Yeşilçam ağlarını örmekte gecikmez ve Erol ile Hülya’nın yollarını bir kez daha kesiştirir. Tesadüf odur ki bu hırslı kumarbaz kadının arkadaşlarından birinin hayatını kurtarmıştır. Hülya ile yeniden karşılaşan Erol “hayatını değiştirecek kadını” bulduğuna inanır, artık tek derdi Hülya ile mutlu bir yuva kurmaktır. Erol aile olmayı başarı addederken kişiliğinde eksik bulduğu tarafları yuva kurarak tamamlamak niyetindedir. Bu uğurda önce arkadaşıyla iş ortağı olur, ardından zenginliğe erişip Hülya’yı para ve saygınlığın gücüyle elde etmeye çalışır. İhtişamlı evinin salonuna fotoğrafını asar, bu fotoğrafın önünde içer, duygulanır. Tüm gayretleri Hülya’yı daha da uzaklaştırmak dışında bir sonuç vermez. Yılmayan Erol bu kez babasını oyuna getirerek kumarda kazanır Hülya’yı! Daha doğrusu ilkin kayınpederi Hulusi’nin (Hulusi Kentmen) tüm servetini kumar masasında çarpar, devamında paraya dokunmayacağını söyleyerek bir oyun tasarlar. Hulusi Bey kızına Erol ile evlemesini şart koşacak, ancak bu şekilde servetinin bağışlanabileceğini söyleyecektir. Kızı da babasının durumuna acıyıp evliliğe razı gelecektir. Hulusi Bey Erol’un samimiyetine ikna olup dalavereye girişir. “Kumarda kaybeden aşkta kazanır” sözünün tüm ağırlığını yitirdiği gülünç bir tablodur bu. Kumarda kazanan Erol, aşkını bir portre önünde duygulanmaktan öteye taşıyıp bedeni ganimet kılmıştır. Böylece Yeşilçam’ın, en büyük aşkların nefretle başlayacağına dair söylemi pekişirken kumarın olumsuz sonuçlarının da altı çizilir.

Filmin acı olaylarla yüklü gidişatına değineceğim ancak “duvardaki portre” benzerliğini yorumlamak yerinde olacak.

Seni Yeneceğim İstanbul ve Sana Yenilmeyeceğim İstanbul

Kumarbaz Erol ile Erksan’ın Boyacı Halil’i tam manasıyla bir zıtlık halinde buluşuyorlar. Bu zıtlığın yaşam alışkanlıklarından, motivasyonlarına ve büyük şehrin karakterleri üzerindeki etkilerine değin birçok temelden beslendiği görülmekte. Erol’un İstanbul’a göçü sancılı. Paralı bir eşrafın bulunduğu her yerde asalak yaşantısını sürdürebilir Erol fakat İstanbul’a tabiri caizse sürülüyor ve sürgününe katacak bir anlam arıyor. Erol’a “seni yeneceğim İstanbul” iddiasını yakıştırmak mümkün. Erol İstanbul’a “kazanmaya” geliyor. Ekmeğini gayriahlaki yollardan kazanan biri için İstanbul, salt ekmeğin kazanılacağı yer olamaz. Bu bakımdan onun göçünü “taşı toprağı altın” şiarıyla çıkılan İstanbul seferlerine benzetemeyiz. Erol hayata tutunmanın, sınıf atlamanın yanısıra değişmek, yuva kurmak istiyor, serseriliğe son verip durulmak istiyor. Baştan çıkmaktan ziyade yola gelme amacı güdüyor. Boyacı Halil’e baktığımızdaysa sınıfsal pozisyonundan ötürü kendi yağında kavruluşunu ve dolaylı olarak “İstanbul’a yenilmeyeceğim” duruşunu görebiliyoruz. Halil’in İstanbul’u yavaş, manzaralı, bulutlu; Müteahhit Erol’un hızlı ve betona gömülü. Yine Halil savunma, Erol saldırı halinde. Erol’un mazaret dinlemeye ayıracak vakti, sınır tanımaya niyeti yok. Bu noktada Halil’in Adalar’da yaşadığını belirtmek gerek. Halil, Meral’in (Sema Özcan) portresine de çalıştığı bir köşkte görüp aşık oluyor. Eski İstanbul’un değerlerini temsil ediyor Halil, resme tutkusunu da bir tür muhafazakarlık ile savunuyor. Resmin aynı kalacağından, kendisine hep şefkatle bakacağından emin. Oysa İstanbul Erol’un suretinde değişmektedir aynı yıllarda ve ister istemez bir ayrışma yaşanmaktadır. Halil İstanbul’un güzelliğine vurgundur, Erol ise bu güzelliği kendini ispatlama kaygısı ve “atılım” retoriğine uygun manevralar ile mahvetmek arzusundadır. Halil ve Erol’un sevgiyi değerlendirişinde mesleklerinin payını atlayamayız. İç dekorasyon ve boya işleriyle uğraşan Halil zanaatının bir doruğu biçiminde algılıyor Meral’in resmini. Erol’a göre Hülya, kazancın bir tezahürü… Halil soyutun, Erol somutun peşinde.

Bir parantez de Erol ve Halil’in, sevdikleri kadınların babalarıyla kurduğu ilişkiye açabiliriz. Erol’un kayınpederi Hulusi’yi oyuna getirerek Hülya ile evlendiğini söylemiştik. Buna karşılık Halil’in, müstakbel kayınpederinin iş yerinde beraber volta attıkları sahneyi görüyoruz. İnsanı sindirecek bir ikna turu… Kayınpeder yürüyüş esnasında temkinli bir tavır sergiliyor ve öğütler sıralıyor. Klasik bir baba olmadığını, kızının mutluluğunu esirgediğini söylerken Halil’i uyarmaktan geri durmuyor. Davulun dengi dengine çalacağını bir biçimde duyuruyor. Babaların da karakterleri çatışıyor. Meral’in babası geleneğin sürdürücüsü; ifadelerinden hareketle belki “klasik bir baba” sayılmaz ama sınıfsal aidiyetleri göz ardı etmiyor. Hülya’nın babası ise her ne kadar “ben kızını satan babalardan değilim” dese bile Erol’un hırsına yanıt verebiliyor, onun dilinden konuşuyor; o da saldırgan ve gelişimci bir ruhtan nasiplenmiş, pervasız davranıyor, duracağı yeri bilmiyor.

Halil ve Erol’u, İstanbul’a göç-yerelin tepkisi üzerinden değerlendirebiliriz. Meral ile Hülya’nın babalarını da göz önüne aldığımızda bu dört erkeğin İstanbul’a bakışı ve İstanbul’da konumlanışı kadına yaklaşımlarını ele veriyor. Halil korumak, Erol kazanmak istiyor. Dolayısıyla kadınların kimliğini de İstanbul’un kimliğiyle özdeşleştirebiliriz. Değişim çabası Meral ile Hülya’nın davranışlarında gözlemleniyor. Halil ile tanıştıktan sonra Meral’i, Ovidius’un Sevişme Yolu’nu okurken görüyoruz. Bu sahnede Meral Halil’i düşünüyor, aşktan yana bir seçim yapmanın ihtiyacını duyuyor. Hülya ise açıklaması güç bir kibre esir düşmüş, bir avare ile birlikteliğin imkansızlığını aklından çıkaramıyor. Erol geçimini “namuslu” yollardan sağlasa bile Hülya’nın gözüne giremiyor. Kadın karakterlerde muhafazakar ve özgürlükçü konumların taraf değiştirdiğini, filmlerdeki çatışmanın bu vesileyle kurulduğunu söyleyebiliriz.

Tecavüze ve evlat kaybına galip gelen kutsal aile müessesesi

Kumarbaz filmine dönersek “kutsal aile” meselesinin hakkını vermeliyiz. Erol’un aile kurma saplantısının yol açtığı hasarlar filmin ikinci yarısına damga vuruyor. Hülya’yı kumarda kazanan Erol muradına erip evleniyor fakat kadının inadı sürüyor (Nasıl sürmesin!). Erol artık mülkü olarak gördüğü kadına zorla sahip oluyor. Bu cinsel şiddetin, daha açık bir deyişle tecavüzün neticesinde çocukları sakat doğuyor. Bu kırılmanın ardından akıllara zarar bir seyir kazanıyor film ve hayatın doğal akışı yadsınıyor. Hülya Erol’dan nefret etmeye devam ederken tüm sevgi ve ilgisini oğluna veriyor ancak eşine de boyun eğerek “bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla” çizgisine yerleşiyor. Bu da Yeşilçam’ın meşhur çizgilerindendir hani! Bedene sahip olmanın sakıncalarını yalnızca ruha sahip olmaktan men eden bir yaptırımla açıklayıp durumu aklayan, gerilimi sonlandıran Yeşilçam aslında hakkın aranmaması gerektiğini öğretiyor. Yeşilçam’ın bu “tatlıya bağlama” öğretisi günümüzde eşle barışmayı tembihleyen devlet görevlilerinde geçerliliğini sürdürüyor diyebiliriz.

Filmin finalinde şiddeti kabulleniş arşa çıkıyor. Tecavüzden dolayı sakat doğan çocuk aksamaktadır. Birkaç duygusal sahne izleriz. Arkadaşları tarafından horlanır çocuk. İstenmeyen evliliğin simgesine dönüşmüştür âdeta. Hülya oğluna baktıkça kahırlanır, Erol ise oğluyla gurur duymaktadır zira çocuk Erol’un egemenliğini yansıtmaktadır. Bedeli ne olursa olsun istediğini almıştır Erol, sevdiği kadınla evlenmiş, kaba kuvvete başvurarak baba olmuştur. Erol’un eksik yanı tamamlanmış, aile kurulmuştur. Bu tablo böyle süregidecekken çocuk nasıl bir gecenin sonunda dünyaya geldiğini öğrenir, olayın şokuyla merdivenlerden yuvarlanıp hayatını kaybeder. Erol berduş olur, Hülya evinde acı çeker. Bu sırada Baba Hulusi sahneye çıkar ve Erol’un kumarda kazandıklarını zaten iade etmeye hazır olduğunu, evliliğin gerçekleşmesi için bu oyunun tezgahlandığını açıklar. Babasını dinleyen Hülya uğradığı tecavüzü ve evladının kaybını unutarak Erol’a koşar, şöyle yakarır:

Evimize götürmeye geldim seni, yuvamıza. Sensiz o kadar boş ki. Geç de olsa hatamı anladım Erol. Saçma, manasız gururum beni çıldırtmıştı sanki ama artık gözlerim açıldı. Budalaca inandımın sebep olduğu felaket, seni kaybetmek, beni uyandırdı. Bütün varlığımla seni mesut etmeye, çektiklerini unutturmaya çalışacağım. (…) Seviyorum seni! Aşkın saati yoktur Erol. Zaman geçmiş sayılmaz. Yalvarırım inan bana. Bütün arzum seni mesut etmek, yanında mesut olmak. Kaybettiğimiz her şeye yeniden sahip olabiliriz. Belki tanrı kaybettiğimiz masum yavrunun yerine yeni bir evlat verir bizlere.

Hülya’nın bu yakarışını duyan da rollerin tam tersine ilerlediğine inanır. Sanki Hülya Erol’a bir gemide rastlamış, kamarasına girip dudaklarına yapışmıştır. Bununla da yetinmemiş, oyuna getirip evlendiği Erol’a tecavüz etmiştir! Filmin finalinde kurtla kuzunun yer değiştirdiğine şahit oluruz. Yeşilçam’ın kadına şiddeti akladığı bir finaldir Kumarbaz’ın finali. Kutsal aileye zeval gelmemiş, Erol’un sürdüğü lekeler Hülya’nın fedakarlığıyla temizlenmiştir. Geriye mutlu son kalır! Kocasını evine döndüremeyen Hülya intihara kalkışır. Denize atlayacağı sıra Erol yetişir, sarılıp koklaşırlar. Olan da bu filmleri izleyerek büyüyen, kadına şiddeti sıradanlaştıran nesillere olur. Bugün kadınlar tecavüzcüsüyle evlendiriliyorsa yahut gördüğü şiddete rağmen yuvasını koruması talep ediliyorsa kadınlardan biraz da Hülya’ya yazılan şu sözlerde aramalı sebebi: “Evimize götürmeye geldim seni, yuvamıza.

* Hakan Taşdemir RTS öğrencisiydi, dördüncü sınıfa devam ediyordu. Geçtiğimiz günlerde ölüm haberini aldık arkadaşımızın. İntihar etmiş, bir de not bırakmış, “sebebini aramayın” yazmış. Yitip gidişlerimizin sebebini arayacak, yitenlerimizi unutmayacağız. Anısına saygıyla…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl