Ana Sayfa Litera Levent Karataş Yaşadığını İtiraf Ediyor

Levent Karataş Yaşadığını İtiraf Ediyor

Levent Karataş Yaşadığını İtiraf Ediyor

Bir şair için Pablo Neruda’nın ‘Yaşadığımı İtiraf Ediyorum’u bir kitaptan çok daha fazlasıdır. Poetik çözümlemenin yardımcı kaynağı olmasının yanında şiiri inşa eden birikime dayalı bir meydan okumadır. Sırtını sürece dayayan bu dönemeç şiirin genetik haritası gibidir ve bu dönemeç her şairin kaçınılmaz olarak yoluna çıkar.

Levent Karataş’ın son kitabı ‘Ona Yaşadığımı Söyle’ Öteki Yayınları’nın alışılagelmiş standartlarındaki fiziki yapısıyla dikkat çekici özellikler taşıma devamlılığını gösteriyor. Bir kitaba çok yakışan biçimsel özellikleri ve merak uyandıran görsel kapak tercihleri ‘Ona yaşadığımı Söyle’nin içerik algoritmasını da destekler özellikler taşıyor. Çünkü Levent Karataş şiirinde bir dönemeç olarak görülebilecek bu kitap yer yer ‘Yaşadığımı İtiraf Ediyorum’la kesişmeler içeriyor.

Bir şairin şiire bakışını yaşamından kesitlerle işlediği kitabın bir şiir kitabıyla kesişiyor olması, hem şairin edebiyat ortamında yarattığı algı açısından hem de şairin yarattığı kapsama alanı dâhilinde oldukça önemli bir konuma taşıyor. Çünkü Levent Karataş, Neruda’nın bir izah metniyle yapmaya çalıştığını şiir üzerinden gerçekleştirerek kendi kulvarına bir dönemeç bırakmış oluyor. Tümü tek bir şairin kaleminden çıkmış gibi görünebilecek metodik çözümlemeye yenik düşmüş şiirlerin aksine içinde yaşanmışlıklar, öğrenilmişler ve izlenimlerden ortaya çıkarılmış şiirlerle taklit edilmesi zor bir meydan okumanın şiirini oluşturuyor Karataş.

Ona Yaşadığımı Söyle’ Levent Karataş’ın şiirleri ve Emel Akın’ın “resimler miydi şiirleri yazdıran” dedirtme eğilimini elinde saklı tutan çizimleriyle “Deniz” için yazılmış. Şairin fotoğraflarını annesinden kaçırdığı “Deniz” için. Henüz şiirin ilk sözcükleriyle birlikte şairin bariton vurguları çok uzaklardan duyulmaya başlıyor.

Düşüyorum Galileo’dan başlayıp ‘Ona Yaşadığımı Söyle’ye dek uzanan süreç içinde teknik açıdan tek dizeye odaklanan metodu benimsemeyen şairin “Mutfak imgesinin bütün anlamlarının gözlerimin önünde, bombardıman olduğu caddelerden geçiyorum” ile başlayan kitabında Al Pacino filmlerinin giriş müziği ve replikleriyle özdeşleşecek, tansiyonu sürekli değişkenlik gösteren devingen bir imge formuyla kuruyor şiirini. Alıştığımız güncel şiir formundaki biricik görsel detaya odaklanmak yerine bir film şeridi gibi değişip birbirine bağlanan süreçleriyle bir yolculuk şiirinin sahnesine konuk oluyoruz. Bir diğer ayrıntı da levent Karataş’ın şiirde hiç kullanılamayacağı düşünülen ya da bir arada kullanılması uygun bulunmayan unsurları da ustalıkla harmanlayıp okurun estetik bilincini örselemeden ona sunabiliyor olması… Necatigil’in ‘Evler Kitabı’nın ruhunu iyi kitap okuyan mükemmeliyetçilikle buluşturmak bir sabır ve özveri gerektiriyor.

Şairlerin en bilindik yakınmaları içindeki ortak nokta başkalarının sorumluluklarıyla ilgili. Uzun süredir şiir yazamıyorlarsa aslında şiiri suçlama eğilimleri vardır, ama bunu dillendirmeye cesaret edemiyorlardır. Kitapları satmıyorsa okuru suçlamak istiyorlardır ki o konuda cömert davranırlar. Bulundukları yerden hoşnut olmadıklarında ise kendileri dışında ulaşabildikleri herkesi ve her şeyi suçlamaları kaçınılmaz oluyor. Acaba yaşamın içinden kaçırılmış ögelerin bedelini ödediklerini fark edemiyor olabilirler mi? Özellikle şiirin yaşamdan kaçtığı alanların içini türlü gerekçelerle doldurma eğilimiyle nasıl baş edilebilir? Levent Karataş’ın kendini bu sorundan sakınmak için şiiri sokaklardan hiç uzaklaştırmadığını görüyoruz. Bir şiirin coşkusu içine kitle kültürü üstünden sapmaları ve marka algısındaki iç boşluklarının altını çizerken kendini Rimbaud sanma eğilimleri üzerinden şaire de acımadan yükleniyor. Açlığın tanımına ulaşma bilincinin ve sorumluluğunun şairde yarattığı duygu, ona ve şiirine salon inceliklerini yasaklıyor olabilir. Her zaman mistik arayışların bir hesaplaşma algısı eşliğinde sevgiyi yayma girişimine dönüşmesiyle ortaya metodik şiirden farklı bir form çıkmış oluyor. Özellikle genç şairin keşfettiğinde oldukça basit yöntemlerle, hızlıca taklit edebildiği şiirler üreterek bu işi kotardığını sandığı sürecin aksine, içinde barındırdığı edebiyat dışındaki alanlara ait bilgiyi değerli kılan bir şiirin neleri değiştirebildiğini görüyoruz. Bilgi olmadan bir şiirde bilginin ve peygamberliğin sınırlarını belirleme cüretini göstermenin olanaksızlığı kapımızı çalıyor. Çünkü Levent Karataş şiiri ‘Ona Yaşadığımı Söyle’de de şiirin aslında ne olması gerektiği konusunda tartışmayı harlayan özellikler içeriyor. Şiir amaç mıdır, araç mıdır, sonuç mudur? Peki, şiir bütün bu tanımlamalardan çok daha farklı bir şey olabilir mi?

Levent Karataş şiirlerinde mistik kavramlara rastladığını zannedenlerin aslında rastladıkları mistik kavramın siluetinden süzülmüş izleklerin yeni bir kurgu arayışından bağımsız olarak kendine ilerleyiş olanakları buluyor olması… İçlerinde sıklıkla Shakespeare sonelerindeki tiyatral tonlamanın izlerini bulabiliyoruz: “Doğ İsa diye bağırıyor sarı Helen: Ülkemizde doğ!” ya da “koro doğuş ilahileri söylüyor, şarabı Markos ekmeği Marry dağıtıyor. Çoğalıyoruz” gibi bir tinsel sayıklamalar aynı zamanda şiiri huzur veren bir terapiye dönüştürebilir.

Levent Karataş’ın otoriteyle hesaplaşma özleminin yansımalarını içeren Ağıt, bir yandan yerin üstünden yerin altını kollama eğilimlerini de gözler önüne seriyor. İnsanın yüzüne dağılan çaresizliği yüzün karanlık yanıyla tasvir eden şiirlere ışıltılı bir gösteriyle eşlik eden resimleri çizgiyle sözcük arasında kurdukları anlam ilişkisi açısından akışa odaklanarak izliyoruz… Oluşturduğu atmosferin altyazısına dönüşen şiir, aristokrasinin tuvaline incinmeyi tarif ederken sevginin gelgitlerini sorgulaması kaçınılmaz. Gözünüzü açtığınız bu melankolik ayin beklenmedik bir anda yarattığı sarsıntının içine sizi de çekecektir. Bu tirat aynı zamanda otoritenin foyasıdır:

Yığın nasıl bir güce tapar bilir misin

Yığın, zannedenlerin lanet gücüne tapar

Zannedenler de zannetmektedir

Zannedenler zannedenlere

Silsile yürür tutsaklığa kadar

İşçi sınıfına kadar

Sabit bir salıncaktan dünyayı ileri-geri sallarken hayatın alt yazısı gibi akan şiirlerin amaç, araç ve sonuç şablonunda nereye denk düştüğünü artık söyleyebiliriz. İçinde yaşamdan, akıştan, ritimden, arzudan, korkudan ve daha insanın birbirine dönüşmesi beklenmeyecek onlarca soyut birim unsurdan esinlenerek bir araya getirdiği onca ayrıntı birikim ve ustalığın bir sonucu olarak şiiri ortaya çıkarıyor. Burada şiirin tek başına herhangi bir kavramla açıklanmaya çalışılmasının veya şiire kutsiyet yüklemeye çalışarak kendine yer açmaya çalışmanın kofluğu ve acemiliği çok daha belirgin hale geliyor. Çünkü Levent Karataş şiiri, şairin yaşam koşullarındaki edimlerini bir sonuç olarak karşımıza çıkarıyor ve iki etkileyici dize, bir usta şair övgüsüyle ömrünü geçiren kof şair siluetine ‘hodri meydan’ diyor.

Levent Karataş – Ona Yaşadığımı Söyle

Öteki Yayınları – Şiir – 2019

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl