Ana Sayfa Kritik LEYLA’NIN KARDEŞLERİ

LEYLA’NIN KARDEŞLERİ

LEYLA’NIN KARDEŞLERİ

Eski romanlarda gördüğümüz ve okuyucuyu sıkmadan doğal akış içerisinde verilen detayları günümüz romanlarında pek göremiyoruz. Gereksiz ayrıntılarla sayfa kalabalığı yapmak başka bir şeydir, detaylara can verip okuyucuyu içine çekmek başka bir şeydir. Öyle sanıyorum ki modern romancılar bu gerçeği hiçbir zaman aklından çıkarmamalı. Detay verecek edebi kudretimiz yoksa fazla açılmadan kıyıda yüzmek ayıp değildir. Bu detay elbette ki gereksiz, uzun tasvirler yapmak anlamına gelmiyor. Her şeyin video olduğu bu çağda, okur gereksiz tasviri gördüğü an kitaptan soğuyuverir.

Romanlarda durum böyleyken filmlerde de izleyiciyi sıkan uzun ve ayrıntılı sahnelerin aksine kısa ama etkili detaylara yer vererek izleyenleri diri tutan kaliteli film bulmak  oldukça zorlaştı. Leyla’nın Kardeşleri filminin afişlerini Taksim’de mahalle arasındaki duvarda görünce filmi izleyen arkadaşlarımın da önerisi ile izlemeye karar verdim. İyi ki izlemişim diyorum. Son yıllarda beni sanatsal olarak bu kadar etkileyen başka bir eser olduğundan şüpheliyim. Baştan söylemeliyim ki yazıda fazlasıyla spoiler mevcuttur.

Leyla’nın Kardeşleri filminin yönetmeni  aynı zamanda yazar olan Saeed Roustaee. İran sinemasının, Dünya sinemasına yeni bir hediyesi olan bu filmin  başrollerinde Taraneh Alidoosti, Navid MohammadzadehPayman Maadi yer alıyor. 2022 yılında Altın Palmiye adayları arasında olan ve festivallerin eleştirmenler açısından en prestijli ödülü olarak gösterilen FIPRESCI’ye layık görülen filmin konusu çok etkileyici. Yaşlı ve hayatta hep kaybetmiş, fakir bir adam olan İsmail’in dördü erkek biri kız olmak üzere beş çocuğu vardır. Hep birlikte aynı evde yaşamaktadırlar. Erkek çocukların tamamı işsizdir. İsmail, sülalesinde  hep itilip kakılan ve saygı gösterilmeyen, düğünlere çağrılmaya bile değer görülmeyen bir tiptir. Üzerinde bu yılların değersiz görülmüşlüğü vardır. Bu hissi, İsmail karakterini oynayan oyuncu çok iyi hissettiriyor.  Sülalenin  reisi olan Gulam adındaki akraba ölünce Jourable sülalesinin en yaşlısı olan İsmail’e ömründe ilk kez saygı duyulacak bir pozisyona yani reisliğe  kavuşmak imkanı doğuyor. Ancak bunun için, ölen Gulam’ın vasiyetinin ve dolayısıyla sülalenin yeni reisinin açıklanacağı düğünde en yüksek  değerdeki hediyeyi İsmail’in takması gerekmektedir. Bu sırada ailenin en aklı başında ve rasyonel aklını kullanabilen bireyi olan kız kardeş Leyla, tüm erkek kardeşleri ortak bir işletme açıp bu yoksulluktan kurtulmak konusunda ikna ediyor. Abileri Perviz’in eskiden çalıştığı tuvaletin bulunduğu dükkanı alıp yeni bir işletme açmak için niyetlenirler. Bunun için kendi aralarında para toplamaya çalışırlar. Ancak baba İsmail, 40 altın alarak bunu düğünde takı olarak takacağını söyler. Ve bunun için de oturdukları evi ipotek ettirdiğini söyler… Doğru değildir bu. Çünkü tek istediği saygı duymaktır. Çocuklarının geleceği umurunda değildir. Yıllardır kaybetmişlik hissi, değersiz görülme hissi onu ve duygularını yiyip bitirmiştir. Çocukları bu denli çabalarken babalarının bu tutumu, geleceklerini hiçe sayışı, Leyla’yı çileden çıkartır. Ve pek çoğumuza vicdansızlık gibi gelse de babasının düğünde takacağı altın kutusunun içinden altınları alır. Düğünde İsmail, Jourable sülalesinin reisi olarak ilan edilir. Yaşlı adam hayatının en mutlu anlarını yaşamaktadır. Ancak bu anlar kısa sürer. Ve altın takamayacağı anlaşılınca sahneden indirilir ve başka biri reis olarak ilan edilir.  Film bu eksende devam eder. Filmin bundan sonrasında müthiş ikilemler, açmazlar yer alıyor. Mesela, babanız hayatında tek bir defa mutlu olmak istiyor, o altınları verip saygı duyulacak bir konuma gelmek istiyor. Fakat diğer tarafta da sizin ve kardeşlerinizin geleceği var. Babanızın duygularına saygı gösterip susar mıydınız yoksa Leyla’nın yaptığı gibi rasyonel aklı her ne pahasına olursa olsun baş sıraya mı koyardınız?

Düğünde olan olmuş ve babanız rezil olmuş ve hemen ertesinde de hastanelik olmuşken altınları satıp evi kurtarmak mı daha akılcıdır yoksa hayalinizdeki işi kurmak için o altınları kullanmak mı?

Bir yanda duygular, hisler, anılar; öbür yanda geleceğiniz, rasyonel akıl… Leyla evi kurtarmak konusunda karar veren kardeşlerine şöyle diyor: “ Bu geceyi ömrünüzün sonuna kadar hatırlayacaksınız. Bu kararı verdiğiniz ve beni dinlemediğiniz için pişman olacaksınız. Ama iş işten geçmiş olacak. Hayatınızın en büyük fırsatını elinizin tersiyle itiyorsunuz. Şu anda, tam şu anda kendinizi sonsuz yoksulluğa mahkum ediyorsunuz!”  Çıkın işin içinden çıkabilirseniz.

 

 

 

İlk sahnedeki, fabrikanın işçilerin haklarını gasp edip geçici süreyle kapatılması ve işçilerin “maaşlarınız ödenecek” diyerek evlerine gönderilmesi. Ali Rıza’nın fabrikada çıkan isyanda korkarak arkadaşlarını yalnız bırakıp eşyalarını alarak hızla fabrikadan uzaklaşması. Korkak, sinik ama iyi bir kişilik Ali Rıza. İlerleyen sahnelerde 10 aylık maaş alacağının sadece 3 aylığını ödeyip tüm borcun kapandığına dair kağıt imzalatmak isteyen fabrika yetkilisine karşı sesini yükseltip  herkesin gözü önünde odadaki camları kırıyor. Ali Rıza dönüşüyor çünkü.

Fabrikadaki isyan ve polis şiddeti sırasında başka bir yerde masaj yaptıran Leyla’nın akan gözyaşı bize ezilen sınıfların beraberinde nasıl vicdanı askıya alan bir katılık büyüttüğünü, katı olanların bunu belirli sebeplerle yaptığını, Leyla’nın da ilerleyen bölümlerde göreceğimiz babasına karşı yaptığı sert ve hatta çoğumuza göre vicdansız tutumun alt yapısının neler olduğunu güzel bir şekilde gösteriyor. İnsan durup dururken vicdansız olmuyor.

Baba İsmail tuvalette iken, işini bitirip taharet almak için çeşmeye bağlı hortumu eline alması ve çeşmenin sapının olmamasının yanı sıra içeridekilere “su kullanmayı bırakın tazyik gelmiyor” diye seslenmesi. Ne kadar da hayatın içinden iki detay…

Evin en büyük oğlunun altıncı çocuğu doğduğunda, evin babası yaşlı İsmail’in 5 kızın ardından erkek torun için can atışı ve aile üyelerine yaptığı erkek torun baskısı… Çünkü kendisini sülalesine kanıtlamak, Gulam’dan sonra sülalenin reisi olmak için torununa Gulam adını koyup reis olmak istiyor.

Evin salonunda yerde televizyon karşısında yemek yerlerken, yediklerinin makarna olması, televizyonda açık olan Amerikan güreşi maçı hakkında evin annesinin bile yorum yapabiliyor ve güreşçilerin isimlerini ezbere biliyor olması elbette ki çok anlamlı ve üzerinde düşünülmüş sahnelerdir.

Düğünlerdeki takı kısır döngüsüne de akıllıca değinmiş film. Herkes o çifte yardım için değil adeta bir yatırım aracı olarak, dolandırıcılık olarak takı yapıyor. Ve işin acısı bunu herkes bilmesine rağmen kimse aksi yönde bir davranışta bulunmuyor.

Baba İsmail, ömründe bir kez olsun saygı görmek istiyor. Bunun için yalan dolan olduğunu bilse de 40 altını vermeye hazır. Dört oğlu da işsizken, kendilerine dükkan açmak için paraya ihtiyaçları varken… Çocuklarının geleceği pahasına yapıyor bunu. Ömür boyu deniz kıyısına bile gitmeyen İsmail’in sanki gitmiş gibi oğullarına yalan söylemesi. Bu yalana kendisinin bile inanması. İsmail gibi  babalar çok var topraklarımızda. Onlara acısak mı kızsak mı bilemiyor insan.

İsmail gibi babalar Leyla gibi kızları da yaratıyor etkiye tepki olarak. Leyla gibi acımasız olmadıkça kısır döngüyü kırmak mümkün olmuyor çoğu zaman.

Yolunu hep şaşırmış İsmail. Ve yolun sonuna geldiğinde hangi yolda olduğunu bilmeden saygınlık arıyor. Gece Leyla uykudan kalktığında babası İsmail’i mutfak lavabosuna idrar yaparken yakalaması ve sessizce  babasının ardından o lavaboyu silmesi. Leylalar babalarının sidiklerini temizlemekle ömür tüketir çünkü…

Düğüne gitmeden önce aileyi düğün için giydikleri şık kıyafetleri ile toplu olarak fotoğraf çeken  Leyla’nın tam fotoğraf çekerken derin bakışı, duraksaması ve dolan gözleri. Ölümün her sıcaklığı soğutacağı gerçeğini tokat gibi yüzümüze vuruyor. Ailesinin fertlerinin -ve hatta en erken babasının-  bir gün öleceğini düşünüyor ve dalıyor.

Reis ilan edileceği düğün salonuna giriş yaparken İsmail’in zor yürüyen bedeninin  merdivenleri ne kadar emin ve mutlu çıktığını göstermek isteyen yönetmen, burada İsmail’in ayakkabılarına yakın çekim yapıyor. Aynı ayakkabılar aynı merdivenlerden reisliği elinden alınmış İsmail’in salon çıkışındaki yıkık, kaybetmiş ve hayattaki son isteğini de yerine getirememiş halini  göstermek için de yakın çekim yapılıyor. Aynı ayaklar, aynı ayakkabılar, aynı merdivenler ama basmak farklı. Farklı basıyor insan aynı merdivenleri farklı zamanlarda.

Evin mutfağındaki tezgahın üzerinde duran pet şişe içindeki zeytinyağı detayı… Ne kadar da bizden…

Trump’ın attığı tweet sonrası doların 19’a fırlaması ve altın fiyatlarının da buna paralel artması sonucunda İsmail’in oğullarına dönerek “tweet mi atmış, bomba mı oluyor o?” diyerek sorması ve Ali Rıza’nın “Hayır ama bomba bile atsa böyle olmamalıydı” diyerek cevap vermesi de iyi bir muhalif eleştiri örneği oluşturuyor.

Çatıda Leyla ve Ali Rıza’nın dertleşme sahnesinde, Ali Rıza’nın samimi itiraflarına Leyla’nın cevabı etkileyiciydi: “Üzme kendini. Nasıl düşüneceğin değil, ne düşüneceğin öğretildi sana!”

Ve filmin son sahnesi. Torunların doğum günü var. Ev kalabalık. Baba İsmail koltukta, sigarasını yakıyor. Leyla babasını görür bir açıda mutfakta bulaşıkları diziyor. Ali Rıza işten henüz gelmiş yeğenleri ile oynuyor. Babasının hareketsiz duruşu Ali Rıza’nın dikkatini çekiyor. Babasına sesleniyor. “Baba”. Ses yok. Bir daha, “Baba”. Yine ses yok.  Yerde yeğenleriyle oynamakta olan Ali Rıza emekleyerek babasının yanına gidiyor ve onun öldüğünü görüyor. O an, Leyla da babasının hareketsiz olduğunu görüyor ve tıpkı Ali Rıza gibi babasını biraz daha yakından göreceği bir pozisyona emekleyerek geliyor. İki kardeş birbirlerine bakıyorlar, gözlerinden yaşlar süzülüyor. Son sahnede emeklemek… İnsan ne kadar büyürse büyüsün, anne babası varken çocuktur.

Aklıma Attila İlhan’ın şu mısraları geliyor filmin bitiminde:

“insan annesi ölünce anlar

içindeki çocuğun hiç ölmeyeceğini

aklına geldikçe kahrolur

bunu anlamakta neden bu kadar geciktiğini”

-Kimi Sevsem Sensin sf.76-

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl