Sermaye düzeni altında yaşamak zorunda olduğumuz bir gün daha bugün… Peki sizce asıl sorun adaletin olmamasında mı? Adaletsizliğe yapılan bu vurgu, ‘Materyalizm ve Diyalektik Metod’ kitabının yazarına göre sosyalistler arasında yaygın olan bir idealizm örneği. Biz de ekleyelim: Aslında sosyalistleri sosyal demokratlaşmaya yönelten bir vurgudur bu aynı zamanda. Şöyle diyor yazar:

Ayrıca, idealist bir yaklaşım birçok sosyalist arasında yaygındır. Örneğin, birçok içten sosyalist, kapitalizmdeki esas yanlışın malların haksızca bölünmüş olması olduğunu ve kapitalizmin kötülüklerini kaldırabilmek için, kapitalistler de dahil olmak üzere herkesin yeni bir doğruluk ve adalet anlayışını kabul etmesini sağlamanın yeterli olduğunu düşünürler. Onlara göre, sosyalizm soyut bir adalet düşüncesinin gerçekleşmesinden başka bir şey değildir.

Bu inançtaki idealizm, yaşama tarzımızı ve toplumun örgütlenme tarzını yalnızca sahip olduğumuz düşüncelerin saptadığını varsaymasında yatar. Bu şekilde düşünenler maddi nedenleri aramayı unutmaktadırlar; çünkü gerçekte kapitalist toplumda malların nasıl bölüşüldüğünü –toplumun bir kesimi zenginliğin keyfini çıkarırken, diğer ve daha kalabalık kesimin yoksulluk içinde yaşamasını- belirleyen şey zenginliğin bölüşülmesi hakkında insanların sahip olduğu düşünceler değil, üretim tarzının işçinin kapitalist tarafından sömürülmesine dayandığı maddi gerçeğidir. Bu üretim tarzı varlığını sürdürdüğü müddetçe, aşırı zenginlik ve yoksulluk sürecek ve sosyalist adalet düşünceleri kapitalist adalet düşüncelerine karşıt olacaktır.” (s.29)

Peki yoksulluk nasıl açıklanıyor? Yazara göre iki yaygın idealist yanıt şöyle: Birincisi bunu ‘takdir-i ilahi’ ile açıklamak; ikincisi ise, idealist niteliği daha az anlaşılır bir durumda:

Bazıları dikkatli ve uzak görüşlü ve gelirlerini idareli kullandıkları için zengin olurken, diğerleri müsrif ve aptal oldukları için fakir kalırlar. Bu açıklama tipini iltifat edenler, bütün bunların öncesiz ve sonrasız “insan doğası”na bağlı olduğunu söylemektedirler. İnsanın ve toplumun öyle bir doğası vardır ki, zengin ve yoksul farkı zorunlu olarak ortaya çıkar.

İdealist tıpkı gökgürültüsü örneğinde olduğu gibi soruna ya Tanrı iradesinde, tanrısal düşüncede, ya da insan aklının tanrı vergisi belirli özelliklerinde ruhsal bir neden aramaktadır.

Diğer taraftan, materyalist olan, nedeni toplumsal yaşamın ekonomik koşullarında arar. Ona göre toplum zengin ve yoksul olarak bölünmüşse, bunun nedeni, bazıları toprağın ve üretim araçlarının mülkiyetine sahipken, diğerleri, onlar için çalışmak durumunda olacak şekilde maddi yaşam araçları üretiminin düzenlenmesidir. Mülksüzler ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar ve ne kadar çok tutumlu olup tasarruf ederlerse etsinler, mülk sahipleri onların emeklerinin meyvalarıyla zenginleşirken onlar fakir kalacaklardır” (s.21-22).

Birinci tür idealist görüşe bağlı kalanlar dua edecek, ikinciler ise belki yoksullara ‘girişimcilik’, ‘finansal okuryazarlık’, ‘mikro-kredicilik’ vb. gibi dersler verecektir. Ancak bu sürümde aynı zamanda yoksulluğun kaçınılmaz olduğu kabul edilmektedir. Sosyalist bir materyalizm ise, görüldüğü gibi, yoksulluğu üretim araçlarının mülkiyetine bağlayacaktır. Benzer bir biçimde, kitapta anlatıldığı üzere, gökgürültüsünü Tanrı’ya bağlayanlar dua edecek, doğa olaylarına bağlayanlar ise çatıya paratoner takacaktır.

Öte yandan, idealizmin ikinci türünü psikolojiyle eşitlemek doğru olmayacak. İnsan psikolojisi, içinde bulunduğu maddi koşullarla şekillenir; ancak onu dönüştürme gücüne sahiptir. Maddi koşulları gözden kaçıran bir açıklama yanlış ve yanıltıcı olacaktır; ancak maddi koşulların herkesi aynı biçimde etkilediğini ileri süren bir materyalizm de sıkıntılı olacaktır. Aynı maddi koşullar içinde yaşayan insanlardan kimi sosyalist olurken, kimi düzen yanlısı oluyor. Kaldı ki, psikolojiyi gözden kaçıran bir siyaset, örgütlenme noktasında tökezleyecektir; çünkü sosyalist bir düzen kurmak için psikoloji bilgisine gereksinim duyacaktır. Halkı derin uykusundan uyandırmak, psikoloji bilgisi gerektirir. Dahası var: Sermaye düzeninin temelinde var olan yabancılaşma, meta fetişizmi ve borç fetişizmi, birçok psikolojik rahatsızlığa yol açıyor. Psikolojik sıkıntılar yaşayanlara reformist değil devrimci çözümler önermek için de psikoloji gerekli; fakat bu, başka türlü bir psikoloji olmalı elbette… Sermaye, psikolojiyi de kendine benzetirken, “başka bir dünyanın mümkün olduğu” görüşünden hareket eden bir psikoloji bambaşka olacaktır.1

Maddi temellerin yol açtığı düşünceleri dikkate almayan bir materyalizm, mekanik materyalizm ve doğabilimcilik yanlışlarına düşmüş oluyor. Bu, canlı dünyayı, özellikle de insan dünyasını, cansız doğaymış gibi araştırmak biçimindeki yanlışa karşılık geliyor. Toplumsal bilimlerde, doğa bilimlerindeki gibi değişmez ve evrensel yasalar ileri süremiyoruz çünkü insanlar, doğadaki durumun tersine, eyleyici (fail) bir nitelik taşırlar. Maddi çevrelerince şekillenirken, o çevreleri dönüştürebilirler de… Dolayısıyla, düşüncelere öncelik veren bir yaklaşım idealist olsa da, yalnızca maddi koşullara odaklanan bir materyalizm de yetersiz kalacaktır. Cornforth, bu görüşe benzer bir biçimde, insanın çevresini şekillendirme gücünü ‘Feuerbach Üzerine Tezler’den bir alıntıyla temellendiriyor.

Sovyetlerin çöktüğü bir dönemde daha baskın duruma gelen anaakım evrim kuramlarında ve ‘Sapiens’ ve ‘Homo Deus’ gibi kitaplarda mekanik materyalizme rastlıyoruz. Evrim kuramındaki son verilerden kalkarak geliştirilen ve bencillik mitine dayanan anaakım evrimsel psikoloji sürümleri yerine, materyalist diyalektiğe dayanan eleştirel evrimci bir yaklaşımın eksikliği hissediliyor.

Özetle, psikolojisiz bir Marksizm hem eksiktir hem de günümüzde iktidar olma olanağı bulunmamaktadır.

Kaynakça

Cornforth, M. (1987). Materyalizm ve Diyalektik Metod (çev. Cem Gönenç). İstanbul: El Yayınları

1 Böyle bir psikoloji için bkz. Gezgin, U.B. (2018). Marxist Psychology – A Short Introduction [yayınlanmayı bekleyen kitap].

Gezgin, U. B. (2017). Eleştirel Psikolojide Bir Yolculuk: Marksist Psikolojiden Politik Psikolojiye ve Ötesine [yayınlanmayı bekleyen kitap].

 ulasbasar@gmail.com

TEILEN
Önceki İçerikNaziler, Spor ve Heykel Sanatı (Naziler ve Sanat VII)
Sonraki İçerikKare’yi Gördük mü?
1978’de İstanbul’da doğdu. Türkiye, Vietnam, Tayland ve Malezya’da 15 yıl ders verme deneyimine ve Yeni Zelanda (doktora), Avustralya (ortak proje) ve Latin Amerika’da (gazetecilik) araştırma deneyimine sahip bir akademisyen-yazardır. Araştırma ve öğretim konuları, iletişim, psikoloji, eğitim bilimleri, şehir plancılığı, Asya çalışmaları vb. gibi geniş alanları kapsamaktadır. Eğitimini Darüşşafaka, Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ ve yurtdışında tamamlayan Gezgin’in yayınlanmış 13 kitabı ve çok sayıda kitap bölümü, makalesi ve gazete yazısı vardır. Akademik çalışmalar dışında, çeşitli dergi ve gazetelere köşe yazıları yazmakta; şiir, şarkı sözü ve deneme türlerinde yapıtlar vermekte ve çeşitli ülkelerden şairleri Türkçe’ye kazandırmaktadır.