Ana Sayfa Röportaj Memed Osman’dan “Düş Yiyiciler Sirki”

Memed Osman’dan “Düş Yiyiciler Sirki”

Memed Osman’dan “Düş Yiyiciler Sirki”

Daha çok sinemacı kimliği ile tanıdığımız Mehmet Hacıosmanoğlu, nam-ı diğer Memed Osman, ilk romanı “Düş Yiyiciler Sirki” ile karşımıza çıktı. Eylül sonu güzel bir akşamüstü, Ve Yayınevi tarafından düzenlenen bir lansmanda Osman ile araya geldik ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik…

Varoluşçu edebiyatın ve düşsel gerçekçiliğin iç içe geçmiş halini görüyoruz eserinizde.

Hikâyenin başlangıcında bir sirk tanıyoruz; Düş Yiyiciler Sirki. Düşlerimizi yiyip bitiren vahşi bir sirk. Benim payıma düşen görev, bu sirki gündelik hayatımızın içinde görünür kılmaktı. Çünkü yeri orası. Soyutlanmış, sanrılı bir dünyanın değil, senin ve benim hayatımın temelli bir parçası. Bu yüzden hikâyemi, hayatın gündelik işleyişi içinde ele aldım. Ama olayların görünüşlerini bozdum. Bunu, bireyin ve toplumun gerçek hayattaki karşılıklarını koruyarak yaptım. Yani Na!’nın başından geçenlerin ve sirkin, hayatımızda karşılıkları var. Dolayısıyla, Düş Yiyiciler Sirki’ni hikâyeleştirirken gerçeklikle olan bağımı sürekli yeniledim.

Ana karakter Na! insanın kendine bakışını mı yansıtıyor?

Na!, panik atak krizleriyle boğuşmuş, ilaç mümessilliğinden emekli, merdümgiriz biri. Aynı zamanda mitolojik karakter Narkissos’un günümüze uyarladığım bir hali. Mitolojik anlatıda Narkissos, susuzluğunu gidermek için kıyıdan suya eğiliyor. Kendisini ilk defa sudaki yansımasında görüyor, yansımasına bakıyor, bakıyor ve kendisi hakkında farkındalığı artıyor. Ama bu “kendine doğru bakma” fiili, onun ölümüne yol açıyor. (Suya düşüp boğuluyor.)

Bu mitolojik anlatı, insanın kendisini tanımak için gösterdiği dirence, başkalarının ona çizdiği sınırları aşmaya çalışan bireye karşı arkaik bir tehdit miydi? Narkissos hakkındaki kıssadan yola çıktığımda çağdaşımız Na!, kendimize doğru yarıda kalmış (baltalanmış) bakışımızı ifade ediyor. Düş Yiyiciler Sirki’ndeki macerası da kendimizi tanımaktan alıkoyanlara, düşlerimize bile katlanamayanlara karşı bir mücadeleye ve hesaplaşmaya dönüşüyor. Sonuçta ortaya bir yolculuk çıkıyor. İnsanın vazgeçtiği hikâyesine dönmesinin iyileştirici yolculuğu.

Özyaşamsal kesitler mevcut mu eserinizde? Na! karakteri sizden ne kadar barındırıyor?

Evet, çoğunlukla mevcut. Geçmiş, muazzam kütlesiyle şimdi’yi etkiliyor. Geçmişimizin, yazıp söyleyeceklerimiz üstündeki etkisi oldukça kuvvetli. Anılarınız, insanlar hakkındaki gözlemleriniz, güncel sorunlar vs. üzerinizde bir enerji bırakıyor. Dinamik bir enerji. Bu enerjiyi eğip büküyor, işinize yarayacak şekilde estetik formlar yakalamaya çalışıyorsunuz. Bu formların biyografik kesitleri de oluyor.

Klasik edebiyattan uzak, biçim olarak da farklı bir yapısı var romanın.

Na!’yı iki katman içinde ele aldım. Yaşadığı “gerçek zaman” ve pişmanlıklarıyla yüzleştiği “üst-gerçek” zaman. Gündelik yaşamı, olayların raydan çıktığı çatışmalarla örülü. (İnsan içine karışmaktan hoşlanmayan bir panik ataklının üstüne gelen toplum.)

Karakterin iç dünyasında ise, Nuh’un gemisi, Platon’un mağara anlatısı, Carravagio’nun Narcissus tablosu gibi düşün hayatımızı etkilemiş üst-gerçekçi uzamlar var. Böylece hikâyenin yapısı, karakterin geçmişi (aslında ortak geçmişimiz) ile güncel çatışması arasında şekillendi. Okurun anlayış ve hayal gücü ile yeniden biçimlendireceği bir hikâye kurgulamaya çalıştım.

Ve Yayınevi daha çok şiirle bildiğimiz bir yayınevi. Ve yayınevini tercih etmenizin sebebi nedir?

Ve yayınevi, kaliteli seçkisiyle şiirde ön plana çıktı diye düşünüyorum. Arkadaş Z. Özger’in tarihçeleri ve dipnotlarıyla editoryal anlamda titizlikle çalışılmış kitabına, Halil İbrahim Bahar’ın, Özge Dirik’in ve Mustafa Köz’ün şiir kitaplarını ekleyebiliriz. Yabancı literatürden A. Voznesenski, Bobby Sands, Martin Espada tercümeleri de değerli işler oldu. Düzyazı alanında da ağırlığını yavaş yavaş ortaya koyan bir yayınevi. Ruşen Eşref Yılmaz’ın F. H. Dağlarca hakkında hazırladığı röportaj kitabı ve Adnan Veli Kanık’ın İstanbul Batakhaneleri (der: Turgut Çeviker) derlemesi önemli çalışmalar. Muzaffer Buyrukçu, Adil İzci ve Ahmet Önel’in yanında genç kalemler de yerini alıyor. Yeni yazarların, büyük yayınevlerinde ticari kabul ve görünürlük anlamında zorlandığını düşünüyorum. Bir okur olarak da Ve yayınevi gibi gelişmekte olan butik yayınevlerinin edebi alanda daha cesur hareket ettiklerini görüyorum.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl