Ana Sayfa Kritik Merak Kelebeği: Alexander von Humboldt

Merak Kelebeği: Alexander von Humboldt

Merak Kelebeği: Alexander von Humboldt

Alexandr von Humboldt, botanikçi, zoolog, jeolog, mühendis, manyetik ekvatoru keşfetmiş, izoterm eğrilerini ve iklim kuşaklarını ileri sürmüş  ilk ekolojist, gramerci ve siyaset felsefesi düşünürü ama daha çok tutkulu bir kaşif ve bilim adamı. Fazlasını saymıyoruz bile. 19. yüzyılın en tanınmış ismi Napolyon ile birlikte istisnasız Alexander von Humboldt’ur. Hatta ondan bile ünlüdür desek yanlış olmaz. Bugün akademi ve özel ilgililer dışında Humboldt sadece kütüphane, cadde ya da park ismi olarak biliniyor maalesef. Ya da Berlin’de köklü bir üniversite adı olarak. Humbolt dünyada sokağa, nehre, binaya, caddeye, dağlara ve de çok sevdiği bitkilere adı en çok verilen, ülkelerin anısına en çok pul bastığı insandır aynı zamanda. 19. yüzyıla “Humbolt Çağı” demek yanlış olmaz.

Akademi dışında neredeyse unutulmuş olmasına rağmen, Humboldt’un fikirleri hala düşüncemizi biçimlendirmeye devam ediyor aslında. Kitapları kütüphanelerde tozlanırken, onun ismi Şili ve Peru kıyıları boyunca akan Humboldt Akıntısı’ndan, Meksika’daki Sierra Humboldt’la Venezuela’daki Pico Humboldt’u içeren, Latin Amerika’daki düzinelerce anıt, park ve dağda yaşamaya devam ediyor. Arjantin’de bir kasaba, Brezilya’daki bir nehir, Ekvator’da bir gayzer ya da Kolombiya’da bir körfez olsun hepsi Humboldt’un anısını ve ismini taşıyor. Sadece bunlar değil tabii, Çin’in kuzeyindeki, Yeni Zellanda ve Antartika’daki dağ sıralarının yanı sıra Groland’da Kap Humboldt ve Humbodt buzulu, Almanya’daki parklar, Paris’teki cadde, Tazmanya ve Yeni Zelanda’da adını taşıyan nehirler, şelaler, ABD’de onun adını taşıyan dört ilçe, on üç kasaba, dağlar, göller ve nehirler var. Hatta 1860’larda Nevada eyaletine onun adı verilecekti. Neredeyse 300 bitkiye 100 hayvana isim babalığı yaptı. Kaliforniya Humboldt zambağı, Güney Amerika Humboldt pengueni, mürekkep balığı, birkaç minarel ve Ay üzerindeki “Mare Humboldtianum” bölgesi de buna dahildir.

Alexander von Humbold 14 Eylül 1769’da varlıklı bir Prusyalı aristokrat ailede doğdu. Tesadüf aynı yıl Napolyon’da dünyaya geldi. Erken yaşta babasını kaybeden Humboldt, daha sonra Prusyanın Roma elçisi olacak kardeşi Wilhelm ile katı ve disiplinli bir annenin gözetiminde mutsuz bir çocukluk geçirdi. Anneleri şevkat göstermek yerine iki çocuğa özel ders vermesi için onlara hakikat, özgürlük ve bilgi sevgisi aşılayan bir dizi Aydınlanma düşünürünü ayarlayarak, askeri disiplini ile ünlü Prusya’da en iyi eğitimi sağlamaya çalıştı. Alexander kitaplarla ilgilenmektense bitkileri, hayvanları, kayaları toplayıp onların taslaklarını çizerek zaman geçirdiği kırsal alanlarda gezinmek için bulabildiği her fırsatta okuldan kaçıveriyor; cepleri böcekler ve bitkilerle dönüyordu. Ailesi ona ilgilerini ciddiye almayarak “küçük eczacı” lakabını takmıştı. Hatta ailenin aktardığına göre Prusya Kralı Büyük Frederick, çocuğa adını taşıdığı Büyük İskender gibi dünyayı fethetmeyi planlayıp planlamadığını sorduğunda, Humboldt, evet efendim ama kafamla” olmuştu.1

18 yaşında Göttingen’de üniversitede fen okumaya başladı ama aklı hep tropikal ülkelerde ve maceralardaydı. Çocukken okuduğu Kaptan Cook’un günlüklerindeki ülkeleri unutamıyordu. Berlin’de botanik bahçesinde saatlerce seyrettiği tropikal palmiyelere hayranlık duyuyor; onları doğal çevrelerinde görmek arzusuyla sarhoş oluyordu. Humboldt’un seyahat tutkusu 1790’daki İngiltere, Hollanda ve Fransa gezileriyle somut bir hal almaya başlamıştı. Özellikle Londra’da Thames’in dünyanın tüm köşelerinden mal getiren gemilerle dolu hali onu çok etkiledi. Yaklaşık 15,000 gemi, Doğu Hint adalarından baharat, Karayiplerden şeker, Çin’den çay, Fransa’dan şarap ve Rusya’dan kereste yüklenmiş halde Humboldt’un gözlerinin önünde duruyor; ona uzak denizlerin hayalini taşıyorlardı. Duvarlarda rastladığı East India Company gemilerinin gravürlerine ve tayfa ilanlarına özlemle bakıyordu.

Goethe ile dostluk

Humboldt’un hayatındaki dönüm noktalarından biri (ki karşı taraf içinde geçerlidir) Goethe oldu. 1794’te kardeşi Wilhem’i ziyarete Saxe-Weimar dükalığındaki Alman romantizminin kalesi Jena’ya gelen Alexander, Goethe ve Schiller ile tanışır. Şişmanlamış, ününün zirvesideki Goethe’yi çok etkiler karşısındaki genç adam. Ünlü yazar onun ilgi alanlarının genişliğine volkanlar, minareller ve coğrafya hakkındaki bilgisine hayran olur. Almanya’nın sanat Zeus’u Goethe’nin çok geniş 18 bin adetlik kaya, fosil ve kurutulmuş bitki koleksiyonu vardır. Büyük yazar şiir edebiyat dışında saatlerce tartışacağı, ilgi alanlarına ve zihnine hayran olduğu bir dost bulmuştur artık. İkili arasındaki bu muazzam uyum çevresini en başta ünlü şair Schiller’i rahatsız eder. Büyük yazarın edebiyat ve şiirden uzaklaşıp iyice doğa bilimine gömülmesinden tedirgin olmakta ve hatta Humboltd’u bu yakınlıktan dolayı kıskanmaktadır belki… Avrupa Napolyon savaşlarıyla boğuşurken o sessizce karşılaşmalı anatomi ve optik üzerine çalışıyordu.

Goethe, Humboldt’un ilk ziyaretini gerçekleştirdiği yıl Jena Üniversitesi’nde bir botanik bahçesi kurmuş “Bitkilerin Matemorfozu” adlı bir makale yazmıştı. Büyük yazar bütün bunları tartışacağı bir arkadaş bulmuştu artık. Sonraki birkaç yıl Humboldt ile Jena’da uzun yürüyüşlere çıktılar; deneyler yapıyor ve botanik bahçesini inceliyorlardı. Goethe yakın çevresine “Humboldt fikirleriyle başımın dönmesine yol açıyor” diyordu. Çok etkilenmişti açıkça Almanya’nın Zeus’u bu tutkulu genç adamdan. Kurbağa bacağı üzerine saatlerce elektrik deneyi yapıyor ve birbirlerine sorular soruyorlardı. Goethe, Eckermann’le konuşmalarında, Humboldt’la geçirdiği tek bir günün kendisini yalnız geçirdiği yıllardan daha fazla zenginleştirdiğini ifade ediyordu. “Nasıl bir adam! Bilgisinde ve irfanında eşi yok. Ayrıca başka hiçbir yerde bulamadığım türden yanlılığı var. Ne konuda yaklaşırsanız yaklaşın, o yerinde rahat, bize düşünsel hazinelerini bize savuruyor. Altında sadece bir tas tutmanız gereken, ferahlatıcı ve tükenmez dereler akıtan çok borulu bir çeşme gibi.”2

Üniversite sonrası genç Alexandr annesini de memnu eden maden denetçiliği işi buldu. Prusya topraklarında madenleri denetleyip bilimle ilgilenirken de uzak ülkeleri hayal etmeye devam etti. Bu özlemi hiç kaybolmad; ama annesi Marie Elisabeth’in onun maceraperest düşlerine tahammülü olmadığını da biliyordu. Özgürlüğüne ancak 1796’da annesinin vefatıyla kavuşmuş oldu. Annenin vefatı kardeşleri zengin yapmıştı. Alexander ve Wilhem, evlerinin sanatçıların, yazarların bir salona çevirdiği Paris’e taşınırlar. Artık istediği yere gidecek bir zenginliğe sahipti.

Güney Amerika’nın ovalarından Sibirya’ya

Humboldt, Paris’te büyük bir tesadüfle Latin Amerika ovalarını ve dağlarını beraber dolaşacakları kaşif, botanikçi ve bilim adamı Aime Bonland ile tanışır. İkili birçok diplomatik badire atlattıktan sonra Mayıs 1799’da İspanya Kralı IV. Carlos’un himayelerinde ve pasaportunda Güney Amerika’ya yola çıkar. Humboldt’un palmiyeli adalar görme hayali gerçekleşiyordu artık. Yanlarına tohum ve toprak numunelerini saklamak için küçük şişeler, kağıt topları, tartılar ve sayısız aletin yanı sıra teleskop ve mikroskoplardan pusulalara bir alet koleksiyonu almışlardı. İlk durakları Kanarya Adaları ve Pico del Tei volkanı oldu. Daha sonra 16 Temmuz 1799’da hep hayalini kurduğu Güney Maeri’ya İspanya sömürgesindeki Venezüela’nın New Andalusia kıyılarına ulaştılar. Humbold’un karşısında palmiyeler, rengarenk bitkiler, pembe flamingolar, kelebekler, maymunlar uzanıyordu. Kardeşine yazdığı mektupta “o kadar kataloglanacak şey var ki aptallar gibi geziniyoruz” yazıyordu büyük bir heyecanla.3 Ama Cumana’da her şeye büyük bir merakla bakarken, köle pazarını da büyük bir üzüntüyle izliyordu. Çünkü o Amerikan ve Fransız Devrimi idealleriyle yetişmiş Kant’tan Goethe’ye ve Aydınlanma düşünürlerine cumhuriyetçi ideallerle yetiştirmişti kendini. Büyük Latin Amerika gezisinden döndüğünde Paris’te karşılaştığı Simon Bolivar ile bu deneyimleri tartışacak ve bu büyük devrimciyi etkileyecektir. Büyük Venezüela depremine de şahit olan Humboldt ve Aime Bonland yanındaki yardımcı ve erzakla Güney Amerika’nın ağaçsız düzlükleri İlanolar’ı katetmeye başlamışlardı. Kavurucu sıcaklarda yüzlerce kilometre yol alıyorlar numune topluyorlar ve büyük bir merakla bu yeni toprakları kataloglamaya çalışıyorlardı. Orinoca nehrinde jaguarların kükremeleri sivri sineklerin saldırıları ve şiddetli yağmur altında yol almaya çalışıyorlardı. Ayrupa doğal tarih koleksiyonlarında yalnızca dondurulmuş olarak gördükleri hayvanları gerçek faunasında gözleme şansı yakalıyorlardı. Humboldt bu acımasız ama bir o kadar büyüleyici doğada Darwin’i de daha sonra etkileyecek, sürekli bir etkileşim (osmos) ve uyarlanma kabiliyeti gördükçe sayfalarca not alıyordu. Aldıkları numuneler taşınmayı zorlaştırıyor, yerlilerin şaşkın bakışları altında yoluna devam eden kafile bazen onları kaybediyordu.

Naturgemalde

Hedefleri Kolombiya üzerinden zorlu And dağlarını aşmak ve oraların yaşam zenginliğini görmekti. Kıtaya varışından beş ay sonra Humboldt’un en büyük hedefi o zaman kadar dünyanın en yüksek dağı olan Chimborazo’ydu. Tırmanışın4750 metresinde hamalları yanardağa tırmanmayı reddettiler. Chimborazo’nun yamaçlarına ve uzak dağ sıralarına bakınca daha önceki yıllarda Humbold’un görmüş olduğu her şey bir araya geliyordu. “Doğa, bir yaşam ağı ve küresel bir güç” diye farkına varıyordu. O, her şeyin “bin iplik ile birbirine bağlayan ilk kişiydi” diyordu daha sonra bir iş arkadaşı. Bu yeni bir doğa fikriydi. Ne doğayı “Yüce”nin estetiği içinde melankolikleştiren Romantik sanatçılar, ne de Paris salonlarında kitaplara gömülmüş Ansiklopedistler ya da geçmiş yüzyılların sömürgeci asker kaşiflerinden çok farklı bir vizyon gelişiyordu Humboldt’un dünyasında. Zorlu Chimborazo tırmanışından döndüklerinde yeni vizyonunu formüle etmeye hazırdı artık. Bu onun deyimiyle “tek sayfada mikrokozmos”du. Doğa yaşayan bir bütündü ölü bir küme ya da kategori değil. Atmosfer bile gelecek yaşamın çekirdeklerini taşıyordu: polen, böcek yumurtaları ve tohumlar. Hayat her yerdeydi ve bu organik güçler durmadan işbaşındaydı. Chimborazo’yu enine kesitle tasvir eden Naturgemalde, doğayı çarpıcı bir şekilde, ilişkili bir “osmos” olarak gösteriyordu. Humboldt’un Naturgemalde’nin ilk taslağını bir metreye altmış santimlik bir baskıyla yayınlandı. Dağın sağı ve soluna, ayrıntı ve bilgi sunan sütunlar yerleştirdi. Dağın belli bir yüksekliğini seçerek tablodaki ve dağın çizimindeki bağlantıların izi farklı yüksekliklerde ne tür hayvan ve bitkilerin bulunabileceğinin yanı sıra hava sıcaklığını veya nemi ya da atmosfer basıncını öğrenmek için sürülebiliyordu. Çizim ilk kez doğanın kıtalararası birbiriyle örtüşen iklim bölgeleriyle küresel bir güç olduğunu gösteriyordu. Her ne kadar adını o koymamışsa da (kavram onun hayranı ve takipçisi Ernst Hackel’e aittir) modernliğin ilk ekolojistidir

Humboldt. Zorlu ve verimli Latin Amerika seyahati, İspanyol sömürgeciliğinin doğayı nasıl tahrip ettiğine şahitlik etmesini sağlar. Embriyon haldeki feodal tabana ait kapitalizmin ormanları yok etmesini gözlemler. Paris, Madrit’teki şıklık yarışı için mavi rengin elde edildiği çivit ya da şeker kamışı tarlalarındaki müthiş vahşeti, köleliği ve sömürüyü görür. Valencia Gölü ve Sragua vadisinde dünyanın renkli elbiseler giymeye olan düşkünlüğünün nasıl fakirlik ve bağımlılık getirdiğini anlamıştır. Humboldt ve Bopland Peru’dan İnka harabelerini de katederek Küba’ya uzanan zorlu bir yolculukla, taşıdıkları yüzlerce numune stoğuyla 1804’de Amerika Birleşik Devletleri’ne ulaşırlar. Orada kendisinin hayranı olan ve tutkulu bir çiftçi ve bahçıvan olan başkan Thomas Jefferson ile doğa içinde günler geçirir. Ama İngilizlerden bağımsızlığını kazanan bu yeni devletin köleliği doğal görmesine de hiddetlenir; özgürlük fatihi Jefferson’un çiftliğinde onlarca köleyi gördüğünde ise çok şaşırır ve kızar.

Humbodt dolu dolu geçen zorlu yolculuğundan sonra 1804 yılında Paris’e geri döner. Beş yıldan fazla sürede düzinelerce defter, yüzlerce taslak ve binlerce astronomik, jeolojik ve meteorolojik gözlem toplamıştır. Yaklaşık 60.000 bitki numunesi, neredeyse 2000’i Avrupalı botanikçiler için yeni olan 6000 tür getirmişti eski kıtaya.  Paris, Roma ve Berlin’de bilim adamlarına, üniversitelere ve halka açık konferanslara katılarak yorulmadan bilgilerini paylaşıyor; dünyanın dört bir tarafından gelen mektupları cevaplıyor; her ay yüzlerce mektup yazıyor kitapları üzerinde çalışıyordu. Devlet adamları, prensler, diplomatlar ilgisinden eksik olmuyordu. Kendi içinde tüm akademiyi birleştiriyordu adeta. Ama bütün şık salonlardan, ağdalı diplomatik söylevlerden sıkılıyor, hep hayali olan Himalayalara tırmanmayı planlıyordu. Ama despot East Indian Company’den izin alamıyordu. Ayrıca İngiltere ziyaretlerinin birinde burnunun patlamasına rağmen Thames nehrinin 11 metre altına bir dalma çanıyla inmeyi de ihmal etmiyordu. Uzun verimli ve bir o kadar sıkıcı Berlin yaşantısından sonra Çar Nikola’nın izniyle 54 yaşında Rusya seyahatine başlar. Hedefi Sibirya, Urallar ev Moğolistan sınırına kadarki uçsuz bucaksız topraklardır. Himalayaları görememişti ama Altayları görebilecekti. Rusya altın dahil madenler, minareller ve jeoloji araştırmalar için Amerika kadar verimliydi Humboldt için. 1829’da binlerce örnek ve elyazmasıyla Berlin’e döndüğünde bunun son gezisi olduğunu biliyordu. Kalan parasını başka kaşiflere ve bilim adamlarına verecek kadar da cömertti. Artık odasına çekilip başyapıtı Cosmos’u bitirebilirdi. Yaşlılık onu yavaşlatmadı. Yazıları ve Saray’daki görevlerine rağmen yüzlerce ziyaretçi misafir ediyor, genç bilim adamları için tavsiye mektupları yazıyor ve onlarla sabahlara kadar tartışıyordu. Köleliğe dair eleştirilerini topladığı “Küba Adası Hakkında Siyasi Bir Deneme”yi kaleme alıyordu. Artık çok ünlüydü; doğum günü bütün dünyada törenlerle kutlanıyordu. Fakat bünyesi de günden güne zayıflıyordu. 5 Mayıs 1859’da 89 yaşında dünyaya gözlerini kapadığında son sözleri “bu güneş ışınları ne muhteşem! Yeryüzünü gökyüzüne çağırıyorlar” olmuştu. Ölüm haberi Birleşik Devletler’e, Panama’ya, Lima’ya ve Güney Afrika’daki küçük köylere kadar dünyaya dalga dalga yayıldı. Amerikalı ressam Frederic Edwin Church tarafından onun anısına yapılan “Andların Kalbi” resmi o kadar ünlü oldu ki New York’ta önünde uzun kuyruklar oluştu.

Humboldt, Prusya Kralı Wilhem’in deyimiyle “tufandan sonra” insanlığın görebileceği en büyük insan olarak, binlerce bilim adamının yanında Lord Byron’a, Beagle gemisiyle evrimin kodlarını keşfe çıkan Darwin’e, Coloridge’ye, Walt Whitman’a da esin verdi. Onun Kosmos’u dünyamızı daha da aydınlattı.

1 Andrea Wulf, Doğanın Keşfi, çev. Emrullah Ataseven, Ayrıntı Yayınları, 2020, s.138

2 Maria Papova, , Alexander von Humboldt ve Doğanın İcadı https://tabutmag.com/alexander-von-humboldt-ve-doganin-icadi-son-gercek-bilgelerden-birinin-baglantilar-sistemine-onculuk-etmesi/

3 Andrea Wulf, Doğanın Keşfi, çev. Emrullah Ataseven, Ayrıntı Yayınları, s. 169, 2020

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl