sınır stelindeki meriteton:
“akhetaton’un doğu dağı benim de mezarım olsun. babam aton’un benim için belirlediği milyonlarca yıl yaşasın ka’m. firavunun kızı [ben] meritaton’un cenazesi bu milyonlarca yıl buraya… büyük kralın hanımı nefertiti’nin başka bir yere gömülmesine izin verin, babam aton’un onun için kararlaştırdığı milyonlarca yıl kalacağı oraya.”
derkenar:
piramid ölümsüzlüğün sınır kapısı, bildiğinden
isis’in takdirince akibet gelip çattığında (1)
nefertiti kolayca sokulabilmek için koynuna
labirentine gömdüğü sevgili kocası akhenaton’un…
şifresini soranlara o benim kalbimin kalbi derdi
ölünce bir girdap gibi ba’ya, ona çekileceğim…
zamanın efendisi thoth’un hızı kestirilemez
emaneti almaya shay ne zaman gelir belli olmaz
olmasın anubis’in mahkemesinde yargılanmaya her an hazırdı
sokar ağzını temizleyecek, bundan emin nefertiti
ve ka’sı ma’at’ın tüyü kadar hafif…
akheneton’u gömdüğü gibi kendisini gömecek
kızından başka kim olabilirdi kime güvenebilirdi…
en çok açık verilen en güvenilendir unuttuğundan
ya da umarsız
onunla paylaşınca sır olmaktan çıkmakla kalmadı
idam fermanı oldu şifre…
meriteton’un da bir sırrı bir senaryosu varmış meğer:
kendisiyle evlenmekten kaçınmış babasıyla mezarda hemhâl olmak.
kalbi gibiydi o sahne de, iki kişi sığmaz, sığsa bile farketmez
akheneton’un koynundaki ölümsüzlüğü annesine kaptıramazdı
kurgulandığı üzre sahnelenen kaderine sürüklendi nefertiti
rolü başlayınca ense köküne bir balyoz indirildi.
sevgili babasının boş yanı meriteton’undu artık
osiris’in oluruna kalmıştı dileği, o da ret edecek değildi.
taş ve gölge’den
taş ustası avdo ‘yedi ad taşıyan ölü’ye bakıp şöyle der:
“bu adamın mezartaşı siyah olmalı, taşın ortasında yuvarlak bir delik bulunmalı. deliğin bir yanından bakanlar diğer yandaki boşluğu görmeli.”
[…]
yedi ad taşıyan ölü:
“mezartaşım sana emanet.
[…]
yanına gelmedim, zaten etrafında yeterince ölü vardı. herkesin ruhuna uygun mezartaşları yaptığını söylediler.” (2)
ister ki taşı mezarının, aşkının ölümsüzlüğüne tercüman olsun…
mesken ü bezm-gah-ı vahdet üzre bab-ı nazire:
vahy gibi bir aks-i seda der ki:
“yok mudur sende aşkının mürüvveti için olsun vefa
arzının ve arzunun göçürdüğü hafız’ın mezarına ayak düşürsen bir ara…” (3)
güneş doğrulup gece kabrinden
kalbiyle gül şafağı emzirirken
yahya’dan el alarak
orpheus’un mezarı başında
yıldızlardan bir lirin eşlik ettiği (4)
bülbülle yol aça aça
vardığım rind-i biperva fuzûlî’ye sordum
ma’şukun nazı âşığın kanı bu sırrı:
-koltuğumda farsça, arapça, kürtçe, osmanlıca sözlükler-
üstadın hâl-i pür-melâli böyle böyleyken
senin kabrini, ol dilrûbanın ziyeret etmesini
istememekle kalmayıp
“yaşadığı ‘vuslat u ışk’” degülmüş ki
“meskenü bezm-gah-ı vahdet imdi verâ’ü zühd ile mutad olmakta herhâl” demenin sebeb-i hikmeti ne ola ki?
şu hadisle sakıncasını beyan etti:
/ey ulakların en mübareği rahm et mana
harem-i şâha ne lâyık gire çâker güstah
lisanımı ser güzergâhına ab-ı hayat olam hak-i payına
yetem ki el alıp el verip desinler:
sakın sitem anlama ey hayatımın mânası canım efendim
hâlâ hasretimsin hasretin hâlâ en sıcak meskunu kalbimin
amma ve likin korkum, nûr-i çeşmüm tûtiyâ-yı hâk-i pâyun feyzine yol bulmazsam!..
bilince menim küçüklüğüm büyüklüğüncedir aşkımın
demedüğüm hâl-i dil-i zârım ey gül-i tâze reva görmedüm âzâr sana
ya nutkum dutulur gonce-yi handanın görgeç ya huzurunda ayağa kalkamazsam
iade-yi ziyaretinde ya ayb kılarsa mana, aczimin sayesi düşerse aşkıma?!../ (5)
anladım ki ne sidretü’l müntehadır (6)
sevgilinin makamı aşığa ne süveyda (7)
ve fuzûlî’den füzun şeyda-yı andelib
simurg aşığın başkenti nakojabad. (8)
siyabend û xecê’den
yanyana uyur siyabend û xecê
biri hayal biri hasret
mezarları başında her bahar iki gül
aralarında siyah bir devedikeni biter
erzincan manisi
“ölür isem örtmeyesiz yüzümü
hasretim var yummam gözümü
kabrime bir pencere koyun ki
yarim gelir ise görem yüzünü…”
antik-mısır’ın menphisli koca’sı:
“kusursuz ruhlu ankhiri, sana ne kötülük ettim ki bu kadar zavallı bir hâle düştüm; niçin beni ezmeye çalışıyorsun? ben senin sadık kocan değil miyim? gençliğinden, seni aldığımdan beri kokunu, ekmeğini, elbiselerini sana sağladım. seni hiç hor görmedim. yabancı bir kadının evine hiç girmedim. öldüğünde adamlarımla birlikte ağladım. sana ince ketenden elbiseler giydirdim. duat dünyasında olduğun üç yıldan beri eziyetinle neşemin yerine gelmesini önlüyorsun. kalbimi sevinmekten alıkoymaya devam edersen seni adalet önünde suçlamak üzere dava mı açmalıyım?”
ur-kherp-hem pa-sher-en-ptah’a thaiemhetep’ten: (9)
“selam sana, birader, koca, arkadaş! ey ur-kherp-hem, yemekten, şarap içmekten, kadınların verdiği zevkten ve de günleri mutlu bir şekilde geçirmekten vazgeçme; gece ve gündüz kalbinin peşinden git. kalbine hüzün düşürme, çünkü ah, dünyada geçirdiğimiz yıllar çok mu fazla [ki bunu yapmamız gerekir.]
çünkü amentet (10) siyah karanlık gözlerin nüfuz edemediği bir ülke ve sakinleri için eziyet dolu bir yer. burada bulunan kutsal varlıklar kendi biçimlerinde uyurlar. onlar, arkadaşlarına bakmak için uyanmazlar, babalarını ve de annelerini görmezler. yüreklerinde hanımları ve de çocukları için arzu ve istek duymazlar.” (11)
berazboz:
“bi hewre
xwazdî ez tu hewre bin
bi hewre herin xorînê
wer dî bihêrin kotra bin
bang dîn bi hewre narînê
dwînî kotra hêra bûm
awaz ji cîr dîxwinê
fîrabîl û beyaban
hawar ji dest evînê
ez tu watu yek dil wîn
hêzan cwadi wînê
vêra pêkra hifne wîn
bir cîne ya binvînê” (12)
sözü hakikat olan güney’in kralı kuzey’in kralı antuf’un mezarının holündeki taşta harp çalandan:
“yapabileceğin en iyi şey
yaşadığın sürece kalbinin sesini dinlemek olacaktır.
başını güzel kokulu yağlarla ov.
izin ver elbisen byssosdan (13) olsun.
tanrıların hakiki ürünlerinden
pahalı parfümlere daldırılmış olanlardan.
daha önce hiç olmadığın kadar çok eğlen
ve de asla kalbinin zevkten biçare olmasına izin verme.
[…]
gör, sahip olduklarını yanında götürmesi için izin yok ölene.
gör, bu dünyadan göç etmiş olup da dönebilen hiç kimse yok.” (14)
binbir gece masalları’ndan
ma’şuk:
“veda vakti geldiğinde gitsen de
gönlüm olur ancak gömüleceğin yer”
âşık:
“sordu bana benden sonra ne yapacaksın
bu soru senden sonra var olabilecek olana sorulur dedim”
derkenar
“abartma” diyecekler bana desinler bakalım
güzelliği yeryüzünün senden başka ne/den olabilir?
nâzım hikmet:
“ben
senden önce ölmek isterim.
gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi,
beni yaktırırsın,
odanda ocağın
üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
şeffaf,
beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
kül oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
ve orada beraber yatarız
külümün içinde külün…”
iki derkenar:
nâzım’ın dileği notre dame’ın kanburu romanında gözlerden ırak olarak yaşanmıştır. yaşarken bir araya gelemeyen çirkin quasimodo ile çingene güzeli esmeralda ölüp toz toprak olarak kavuşmuşlardır.
*
orpheus sevgilisi euridyke’yi dünyaya geri getirmek için gider orcus’a (15) ama sözünde durmayıp dönüp ona bakma arzusuna yenildiği için yalnız döner. rhapsodos’lar onu bütün sevgilisi ölmüşler adına lirinin ezgilerine gömer.
birlikte intiharı kabul eden âşığına kleist’in şükranı:
“tanrı beni en yüce ve en şehvetli ölümle ödüllendirdi. […] bu rızanın beni nasıl ifadesi mümkün olmayan, karşı konulmaz bir güçle onun göğsüne çektiğini anlatamam. […] onun mezarının benim için dünyanın bütün kraliçelerinin yatağından daha değerli olduğunu itiraf etmeliyim.”
ölü sevgilisi tristan’ın yanında can vermiş isolde ya da juliet’in yanına yatarak zehri içip ölen romeo kadar bile şansa sahip olmayan afrodit:
“seninle gelemem sevgilim” der başucundaki adonis’e.
çünkü tanrıçalar istese de ölemez.
mecnun’sa dünyayı mezarına çevirir
tanrılaştırırken leyla’yı.
ritsos:
“biliyorsun, ölüm diye bir şey yok, diyor adam kadına.
biliyorum, evet, artık öldüğüme göre, diyor kadın.
iki gömleğin de ütülendi, çekmecede,
sadece küçük bir gül benim özlediğim.”
müzehher yurdak:
“ölürsem kabrime gelme istemem…”
azizler’in altı aylık ömrü kalmış erdil’i:
“…yani diyeceğim, haziran ortası, çok sıcaklar bastırmadan geleceğim yanına kamuran. gelmeden önce şunu bilmek isterim. gelmeden önce vildan hanım’la aramızda bir şey olursa bana ölümü zindan edecek misin? zırt fırt lafını açacak mısın? somurtup duracak mısın? başıma gelecekleri bilmek istiyorum. rica ediyorum otuz yılın hatırı için…” (16)
***
NOTLAR
(1)
Duat: Ruhun götürülebileceği en uzak ve dingin yer.
Osiris: En büyük tanrı. Eşi İsis, antik Mısır için ailenin, dengenin, kadının ve büyünün sembolüdür.
Thoht: Yazı, adalet ve zaman tanrısı.
Shay: Antik-Mısır’ın Azrail’i.
Sokar: Ölüyü aklayan tanrı.
Anubis: İyiyi kötüden ayıran tanrı.
Ma’at: Adalet ve doğruluk tanrıçası, tüyü de ruh temizliğinin ölçüsüdür.
Ka: Antik Mısır’da ölümsüz olabilecek ruh. Ka yaşam enerjisidir. Zamana mekâna bağımlılığı yoktur, Tanrıyla teopati kişinin Ka’sı aracılığıyla gerçekleşir. İnsan ruhu ise Ba içindedir.
(2)
Burhan Sönmez’in Taş ve Gölge romanının girişi. Roman ilerleyince göreceğiz, yedi adlı ölü de Avdo da büyük aşkların mecnunudurlar.
(3)
Öykünme ve övgü olarak Hafız’a söylenmiştir.
(4)
Sevgilisi Eurydike’yi tam Hades’ten kurtaracak iken Tanrıların çıkıncaya dek dönüp bakmama yasağını ihlâl ettiği için yeniden kaybeden ve mecnuna dönüp kahrından ölen Orpheus’un mezarı başında bir bülbülün sonsuza kadar şarkı söylediği rivayet edilir. Liri ise gidip yıldızların arasına yerleşmiştir.
(5)
Rahm et: Büyüklük göster, bana acı, yardım et.
İmdi verâ’ü zühd ile mutad olmakta herhâl: Şimdi aşkla değil de züht ve takvayla uğraşmakta herhalde. Yani, tutucu bir dindar mı olmuş?
Dilruba: Gönül alıcı güzel.
“yaşadığı vuslat u ışk idi değülmüş ki mesken ü bezm-gah-ı vahdet…”: Yaşarken bana kavuşma ve aşktı varoluşu; meğer gözettiği gibi meskeni kavuşma toplantısı değilmiş.
Harem-i şâha ne lâyık gire çâker güstah: Padişahın haremine bir kulun girmesi yakışıksız düşer, küstahlık olur.
Ayb kılarsan: Ayıplarsan.
iade-yi ziyaretinde: Teşekkür ziyaretinde.
Gonca-yı handanın görgeç: Gonca gibi gülümseyen yüzünü görünce.
Ey gül-i tâze reva görmedüm âzâr sana: Ey taze gül incinmeni istemedim.
Demedüğüm hâl-i dil-i zârım: Demediğim inleyen gönlümün durumu.
Tûtiyâ-yı hâk-i pâyun feyzine yol bulmazsam: Senin ayağının toprağına erişmek için yol bulamazsam.
Nûr-i çeşmüm: Gözümün ışığı.
Dilimi sun huzuruna ab-ı hayat olam hak-i payına yetem: Gönlümü sun huzuruna Ölümsüzlük suyu olayım, ayağının toprağına erişeyim.
(6)
Sidretü’l münteha İslam mitolojisinde evrenin sonu.
(7)
Süveyda: Arap mitolojisinde kalpte varsayılan ve yaşamın kaynağı (besiözü ve besidoku) olarak kabul edilen siyah ben. Aynı zamanda gizli günahın yeri sayılır.
(8)
Nakojabad: Neresi olmayan yer.
(9)
ur-kherp-hem pa-sher-en-ptah’a thaiemhetep: Rahip sınıfından birinin eşi.
(10)
Amentet: Eski Mısır’da Ölüm ve Sonsuzluk Ülkesi anlamına gelir ve Batı anlamındadır. Ölüm Ülkesi algısıyla betimlenen bu kavramın Sümerlerdeki göstergesi ‘Kur’dur; Tevrat’taki Şeol, İonya’daki Hades, Kuran’daki Ahret…
(11)
- A. Wallis Budge, Antik Mısır Edebiyatı/Yazınsal Metinler’den.
(12)
MÖ 330 yılına ait bir mezar taşındaki Kürtçe bir şiir. Bulunduğu yer Hewreman.
Türkçesi: “nasıl özlüyorum o günleri bir bilsen/ alıp başımızı yükseklere tırmanırdık/ sabah şarkılar söyleyerek birlikte dere tep, ova sahra yollarda/ dağlardan öğrenilmiş bir ruhla/ öyle içten, candan, kalpten gelerek/ bir ağızdan bir olmuş gönülden/ sonbahar gibi ölüm şimdi aramızda/ acımasızca ayırmış bizi/ ancak gönüller birse küllenmez/ aşk, ya uyu ya da seslen bana…”
(13)
Byssosdan: Kral keteni de denilen ipeksi kumaş.
(14)
MÖ 2700 yılına ait E. A. Wallis Budge, Antik Mısır Edebiyatı/Yazınsal Metinler’den.
(15)
Ölüler diyarı.
(16)
Azizler (2021) filmiden bir replik. Yönetmen: Yağmur Taylan, Durul Taylan.
Şirketteki Vildan’a gönlü kaymaya başlamış mahcup Erbil, ölmüş eşi Kamuran’ın fotoğrafıyla konuşuyor.
_____
ELEŞTİREL KÜLTÜR (EK Dergi) sitesinin edebiyat editörü Erkan Karakiraz’ın seçtiği eserler, sitenin edebiyat bölümü Litera’da yayımlanıyor. Matbu ya da dijital herhangi bir ortamda yayımlanmamış öykü ve şiirlerinizi, literaoykusiir@gmail.com e-posta adresine gönderebilirsiniz.
.