Ana Sayfa Kritik Muhalif Kamuoyunun Suriyeli Yanılgısı

Muhalif Kamuoyunun Suriyeli Yanılgısı

Muhalif Kamuoyunun Suriyeli Yanılgısı

CHP’li Bolu Belediye Başkanı Neden Irkçı Değildir

ve

Suriyelilerin Türkiye Medyasındaki Temsilleri Üzerine Çalışmalara İlişkin Öneriler

Bu yazıyı muhalif kamuoyunun Suriyeli sığınmacılar konusundaki çeşitli değerlendirmelerinin yanlış olduğunu düşündüğümüz için kaleme alıyoruz. “Bu kadar insan nasıl yanılabilir?” diyorsanız, hemen SYRIZA örneğini anımsatmak istiyoruz. İlk seçim zaferinden sonra solun neredeyse tümü SYRIZA’yı alkışlarken, az sayıda muhalifin de (iç) muhalifi ses, SYRIZA’nın hiç de söylediği türde ve kadar muhalif olmadığına dikkat çekiyordu. Oysa o sırada sol yelpazenin çeşitli bileşenleri “Türkiye’nin SYRIZA’sı benim” yarışmasına çoktan başlamıştı. Sonradan özeleştiri yapan da neredeyse kimse yok. Buna benzer başka toplu yanılgı örnekleri de bulunuyor, fakat biz asıl konumuza dönelim.

Muhalif kamuoyunun, Suriyelilerle ilgili algıya ilişkin olarak dile getirdikleri doğru noktalar yok değil. Önce bunlarla başlayalım, sonra yanlış ve eksik noktalara girelim.

Suriyeli’nin Sözü Yok, Sesi Yok, Dili Yok

Çeşitli araştırmalarda gösterildiği gibi, Suriyelilere yönelik linç girişimleri, medyada “mahalle karıştı” gibi nesnel görüntülü yanlı ifadelerle veriliyor. Bu tür olaylarda medya, Suriyelilerin görüşlerine yer vermiyor. Türk tarafı söylemişse doğrudur diye bakılıyor. Oysa mahallelinin haksız olduğu olaylar da var. Zaten bir sorunun hukuk sistemi yerine linçle ‘çözümlenmeye’ çalışılması, birşeylerin en baştan ters olduğunu gösteriyor. Kimi anlaşmazlıkların dil bilmemek, kültürel farklar ve toplumsal norm farklarından kaynaklandığı da belli.

Medyada, Suriyelilerin neden burada olduklarının ayrıntısına neredeyse hiç girilmiyor. Bu ayrıntılara girildiğinde ciddi bir düşünsel ayrılık gözlemliyoruz: Ana akım ve yandaş medyada, Suriye’yi özellikle karıştıran, savaşı kışkırtan, Şam’da namaz kılmak beklentisiyle bir tarafı açıkça destekleyen AKP’nin sorumlu olduğu belirtilmiyor. Nedenlerin açıklandığı örneklerde bunun yerine Esad ve Suriye rejimi suçlanıyor. Böyle bir bakış, Türkiye’de Suriyelilere yönelik tepkilerin birtakım ana nedenlerini anlamakta zorlanacaktır: Suriyeli karşıtlığının nedenleri arasında, onların AKP politikalarının bir ürünü olarak Türkiye’de bulunmaları, AKP destekçisi sayılmaları ve modernleşme bağlamında Arap kültürüne yönelik olan olumsuz algı vb. bulunuyor. Suriyelilere yönelik ayrımcılığın, sözgelimi, İranlılara, Ruslara, Almanlara, Bulgaristan Türklerine vb. uygulanmadığı görülecektir. Dolayısıyla, Suriyeli temsillerine yönelik kimi bakışlar, ayrımcılığın genel değil özel olarak Suriyelilere yönelik olduğunu gözden kaçırmış oluyor. Suriyelilere yönelik olumsuz algı, konunun bağlamından bağımsız olarak ve başka topluluklara ilişkin algıyla karşılaştırma yapılmadan anlaşılamaz.

Sen de Çalışsaydın!

Suriyeliler medyada türdeş bir grup olarak yer alıyor. Konuyla ilgili nadir olarak söyleşi yapılıyor. Örneğin, Suriyeli kadın sanatçılar konulu haberler, Suriyelilerin kendi içindeki çeşitliliğin farkına varmak için oldukça aydınlatıcı. Öte yandan, kişisel başarı ve hayata tutunma öyküleri, başarılı sayılmayan ve hayata tutunmakta zorlanan sığınmacıları yaşadıkları kötü koşullar için kapitalistçe suçlamanın bir aracı durumuna da gelebiliyor. Çoğunluğa şu denmiş oluyor: “Bak, gördün mü, sığınmacı da olsan, azmetseydin başarırdın. Başarısızlığın ve uyumsuzluğun için içinde bulunduğun koşulları suçlaman yersiz. Yapan yapıyor. Söyle, senin neyin eksikti?! Başkaları tutunurken sen tutunamadığına göre, terslik sende. Kimseyi suçlamaya hakkın yok, koşulları da…”

Oysa kapitalizmin doğası tam da budur: Sistemin tanımladığı biçimiyle başarı, sınıf atlama, kazançlı bir meslek sahibi olma, bir eli yağda bir eli balda olma hali vb., herkese vaat edilir; ancak çok az sayıda kişiye bahşedilir. Kapitalizm eşitlikçi olmadığı için, kaynakları eşit dağıtmaz; dolayısıyla herkesi başarılı, zengin vb. yapması olanaksızdır. Yine de kapitalizm, bu vaat, bu hayal üzerinden yürür ve varlığını sürdürür.

Ya 4 Milyon Rus?

Kimi bakışlar ise, sorunun bağlamının ötesinde, 4 milyon sayısının çok yüksek olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye, dünyada en çok sığınmacıya sahip ülke; üstelik, nüfusuna oranladığımızda da oldukça yüksek bir sonuç ortaya çıkıyor. Bu, sokak röportajlarına havale edilecek bir deneyi gerektiriyor: Suriyelilere karşı olumsuz yargıları olanlara sormak gerekiyor: “4 milyon Suriyeli geri geldi ama bir şartla onların yerine 4 milyon

Rus/Alman/Yunanlı/Ermeni/İranlı/Afgan/Çinli/Afrikalı/Japon vb. Türkiye’ye yerleşecek. Ne dersiniz?”

Ayrı ayrı sorulacak bu bir demet soru, Suriyelilere yönelik olumsuz yargıların daha gerçekçi bir değerlendirmesini yapmamıza olanak verecek. Suriyelilere yönelik tepkilerin bir bölümü, Araplaştırmaya ve siyasal İslamcılaştırmaya yöneliktir. Arapça yerine sözgelimi Rusça ya da Almanca tabelaların ve belediyecilik uygulamalarının yaygınlaşması, bu kadar tepki çekmeyecektir. Kaldı ki, Kürtlerin anadillerinde hizmet almalarının engellendiği bir ortamda, Suriyeliler için Arapça’nın serbest bırakılması, çifte standardın bir başka göstergesidir. Bu açıdan, ayrımcılık, devletten başlamaktadır. Türkiye Araplarına bile verilmeyen kültürel haklar, Suriyelilere verilmektedir. Örneğin, Türkiye’de Suriyelilerin Arapça olarak Suriye müfredatı uyguladıkları okullar vardır; Türkiye Kürtleri ve üstelik Araplarının ise anadillerinde eğitim görme hakları engellenmektedir.

Anaakım ve Avrupa Aynı Değil

Anaakım basında, Suriyelilerle ilgili algının çoğunlukla olumsuz olduğu görülüyor. Oysa yandaş basın, başından beri, Suriyelilerin neden Türkiye’de misafir edilmesi gerektiği konusunda AKP seçmenini ikna etmeye çalışıyor. Bu gerekçelendirmenin temelinde, Müslüman kardeşliği, Arap dünyasıyla yakınlaşma ve İslam dünyasının lideri olma gibi öğelerin baskın olduğunu görüyoruz (*). Başka konularda açıkça ayrımcı olan AKP, Suriyeliler konusunda herkesten daha demokrat görüntüde. İş, muhalefeti ırkçılıkla suçlamaya kadar gidiyor. Bu nedenlerle, yandaş basını dışarıda bırakan bir medya tarama çalışması, bizce eksik kalacaktır. Pragmatik gerekçelerle yüzlere takılan demokrasi maskelerinin arkasına bakabiliyor olmalıyız.

Ayrıca Avrupa’daki ilgili araştırmalardan kalkarak, Türkiye’deki durumu anlamaya çalışanlara itirazımız var: Avrupa’daki durum farklı. Sömürgeci geçmişle yakından ilişkili bir sermaye birikimi ve artı bütçe var. Söz konusu olan, onun göçmenlere yönelik olarak kullanılması. Ekonomik durumu iyi olan ülkelerle iyi olmayan ülkeler arasında göçmenlere yönelik farklı algılar olması çok doğal. Ortada bir birikim fazlası olacak ki, gelen göçmenlerin maddi ihtiyaçları karşılanabilsin.

Ekonomik Kriz ve Suriyeliler

Çeşitli muhalif bakışlar, Suriyeli göçmenlere yapılan harcamalar ile ekonomik kriz arasında bir bağ olmadığını ileri sürmektedir. Konuyu, AKP’nin Suriye’de egemen/hegemon olmak için ve daha geniş ölçekte İslam dünyasının lideri olmak için ayırdığı bütçe olarak yeniden kodladığımızda, bu harcamalarla ekonomik kriz arasındaki ilişki daha açık ortaya çıkacaktır. Buna saray inşaatı da dahil. Suriyelilere yönelik harcamalar, bu genel bütçenin kalemlerinden yalnızca biridir; fakat yalnızca biri olması, onu önemsizleştirmiyor.

Kayıtdışı çalışan Suriyeliler nedeniyle vasıfsız düzeyde işsizliğin arttığı ve dahası, sermayenin ucuz Suriyeli işgücü üzerinden iyice palazlanması dolayısıyla, gelir dağılımının fazlasıyla bozulduğu da bir gerçektir. Suriyeli emekçilerin tümüyle iyi niyetli olan çaresizliği, Türkiyeli emekçilerin ücretlerini ve çalışma koşullarını aşağı çekmektedir. Asgari ücretin arttırılmasının, bu bağlamda, iyice bir göz boyama hamlesi olduğu ortaya çıkıyor. Sahada zaten Suriyeli yetişkin ve çocuk yedek işgücü ordusu, asgari ücretin altında ve kayıtdışı olarak çalıştırılıyor. Emek yanlısı bir hükümet, emekçiler ister Suriyeli olsun ister Türkiyeli olsun, insanlık dışı çalışma koşullarının üstüne gitmeliydi ve çocukların eğitime dönmelerini sağlamalıydı. Dolayısıyla, Suriyelilere kimi konularda kaynak ayrılırken, sömürülmelerine de göz yumuluyor. Suriyeli çocuk işçilere yer veren kimi haberlerde, çocukların yüzleri buzlanırken, onları sömürenlerin yüzlerinin teşhir edilmemesi de zaten tek başına manidar…

Kimi muhalif bakışlar ise, Türkiye’nin göçmenler açısından bir yolgeçen hanı olmasının kamu güvenliği için yarattığı tehlikeyi, ‘yabancı düşmanlığı’nı mahkum etmek üzere görmezden gelmektedir. Oysa gerçekte, savaş vahşetini yaşamış ve yaşayarak büyümüş ve göç ettiği ülkenin insanlarıyla ortak bir bağı olmayan ya da böyle bir bağ hissetmeyen bir insanın terör saldırısı gerçekleştirmesi, çok daha olasıdır. Bunu Ankara Tren Garı, Reina ve havalimanı saldırıları gibi örneklerde gördük. Saldırgan, yabancı da olabilir yerli de; temel nokta, savaş deneyimidir. Liberal zihniyetin bu ezberden okuduğu yabancı düşmanlığı eleştirisi, zararsız bir tepki olmanın ötesine geçerek insan yaşamını tehlikeye atmaktadır.

Bolu Belediye Başkanı Irkçı Değildir!

Muhalif kamuoyunun ileri sürdüğünün tersine, belediye bütçesinden Suriyelilere yönelik yardımları kesen Bolu belediye başkanı ırkçı değildir. Birincisi, Suriyeliler bir ırk değildir. Irk, beyaz, siyah, sarı vb. olur. Irkçılık, biyolojik bir kavramdır. Beyaz üstünlükçüler bundan hareket eder. Başkan, bir üstünlükçü değildir. Öte yandan, kültürel ırkçılık diye bir kavram ileri sürülüyor. Bu kavram, gerçekte yanlış ve yanıltıcıdır. Yanlıştır, çünkü ırkçılığın biyolojik temelini gözden kaçırmaktadır. Yanıltıcıdır çünkü ayrımcılık gibi kapsamlı bir kavramın yerine kullanıldığında kısıtlayıcılığı söz konusu. Örneğin, Alevilere yönelik kültürel ırkçılık gibi ifadeler kullanılmaktadır. Oysa, Aleviler bir ırk oluşturmaz. Dolayısıyla, bu tür tartışmalarda sık sık kullanılan, ırkçılık ve kültürel ırkçılık gibi kavramlar yanlıştır. Doğrusu, ayrımcılık olacaktır. Ayrımcılık, her tür toplumsal ve topluluksal kategoriyi kapsıyor, ırkçılığın tanımıysa eskimiş ve dar. Örneğin, cinsiyet ayrımcılığı, yaş ayrımcılığı vb. gibi ifadeler kullanabiliyoruz. Irkçılığı, ırk dışındaki bağlamlarda, sözgelimi, cinsiyet ırkçılığı?!, yaş ırkçılığı?! gibi ifadelerle kullanamıyoruz. Özetle, soru yanlış. Doğrusu, “Bolulu başkan, ayrımcı mıdır?” olacaktır.

Bizce başkan ne ırkçıdır ne de ayrımcı. Keşke bütün CHP’li belediyeler aynısını yapsa… Böylelikle, AKP’nin Suriye’deki savaş politikası, maddi ve diğer açılardan iflas edecektir. Suriyeli politikası, AKP’nin Aşil topuğudur. AKP, tabanını bu konuda tümüyle ikna edememiştir. Oy kayıplarının nedenlerinden biri tam da bu politikalardır. Bu politikalara meydan okuyan muhalif bir pratik, AKP’li seçmen üzerinde etkili olacaktır.

Başkanın neden ırkçı olmadığını açıkladık. Şimdi de neden ayrımcı olmadığını açıklayalım: AKP’nin Suriye’de savaş çıkarma ve onu körükleme politikası, Türkiye’ye bumerang gibi 4 milyon sığınmacı olarak geri dönmüştür. AKP hızlı ve kolay bir zafer bekliyordu, öyle olmadı. AKP’nin Suriye’deki 4 milyon sığınmacıyla sonuçlanan savaş politikaları, merkezi hükümetin aldığı kararların bir ürünüdür. Belediyelerin bu savaş yanlısı politikalarda görüşüne başvurulmamıştır. Suriye politikalarına ilişkin olarak il il referandum da yapılmamıştır. Yerel yönetimlerde kimseye birşey sorulmamıştır. Dolayısıyla, bu 4 milyon sığınmacının vebali AKP’li merkezi hükümetin ve AKP’li belediyelerin boynunadır.

AKP’nin Yaptığı Kötülüğün Bedelini Ne Suriyeliler Ne Tüm Türkiye Ödesin

Sığınmacıların bütün ihtiyaçlarını genel olarak devlet ve yerel yönetimler değil, AKP karşılamalıdır. Böylelikle, AKP’nin serbest düşüşü de, sığınmacıların savaşın bittiği Suriye’ye dönüş süreci de hızlanacaktır. Elbette kalmak isteyenler kalabilir, dönmek isteyenlerse dönebilir. Ancak, barışın ve huzurun sağlandığı bir Suriye olasılığında, memleketine dönmek isteyenler sayıca az olmayacaktır. Belediyelerin harcamaları, AKP’nin savaş çığırtkanı Suriye politikasına payanda olmak yerine, toplumsal açıdan daha verimli bir biçimde kullanılmalıdır.

Kimse Suriye ve Suriyeli sorununun gerçekçi bir biçimde nasıl çözüleceğini bilmiyor. Belediye düzeyinde bütçe boykotları, çözüme doğru bir adım olarak değerlendirilebilir. Kararları alanlar merkezi yönetimdekiler olduğuna göre, harcamaları da onlar yapmalıdır.

Dipnot:
(*) Bkz. İnal, K. & Gezgin, U.B. (2018). Medyada Suriyeli Sığınmacılar Söylemi Bir İkna Çalışmasının Analizi. Alternatif Eğitim Dergisi, 7, 243-282.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl