Hakkında çokça yazsa da Nazım Adnan Menderes’e tek ve çok basit bir soru sormuştu aslında:

İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?”

O tek ve basit soru, “bu vatana nasıl kıydınız” sorusu, Menderes’e yönelik bitimsiz bir öfkeden kaynaklanıyordu ve Nazım Menderes’e en çok Türkiye’yi bir ABD sömürgesi haline getirmek için yaptıklarından dolayı kızgındı:

Eli kolu zincirlere vurulmuş,
Vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?”

Nazım tam da bu yüzden vatan haini ilan edilmişti, tam olarak bu yüzden, Menderes’in Türkiye’yi bir ABD sömürgesi haline getirdiğini söylediği için:

“Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,”

Şiirin devamında, kendisine “vatan haini” diyen haberin yanındaki haberden ise şöyle bahsediyordu Nazım:

bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
“Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”

“Mr. Vilyamson” gülüyordu, çünkü ABD için bir Türk askerini donatmak, bir ABD askerini donatmaktan çok daha az maliyetliydi. ABD Savunma Bakanı Dulles konuyla ilgili olarak bir Türk askerinin kendilerine günlük maliyetinin 23 sent olduğunu söylemiş, Nazım da bunun üzerine şu dizeleri yazmıştı:

Mister Dulles,

sizden saklamak olmaz,

hayat pahalı biraz bizim memlekette.

Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz,

koyun eti,

Ankara’da 23 sente,

yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,

elli santim kefen bezi yahut,

yahut da bir aylığına

yirmi yaşlarında bir tane insan”

Kore Savaşı’nda “23 sentlik askerler”den 721’i ölmüş, 2147’si de yaralanmıştı ve Nazım Kore’de ölen askerlerden birinin ağzından şöyle sesleniyordu Menderes’e:

Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore’de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
çığlığımı duymamanız için
kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.”

“Gerileyen Türkiye Yahut Adnan Menderes’e Öğütler” adlı şiirinde ise 29 Aralık 1954’de New York Times’da çıkan “Gerileyen Türkiye” adlı yazıdan yola çıkarak, bu sefer ABD’nin ağzından, hem ABD’yi hem Menderes’i hicvedecekti Nazım. “Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes./Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes” diye başlayan şiirde, ABD Menderes’e şöyle diyordu:

İlle de asıp kesmek geliyorsa içinden
Ezmekte devâm et Barışçılar’ı, ama sen
Meselâ Yalçın’ı da tıkıyorsun deliğe”

“Barışçılar”la kast edilen Kore Savaşı’na karşı Behice Boran ve arkadaşları tarafından kurulan Türk Barışseverler Cemiyeti’ydi. Cemiyet hükümetin Kore’ye asker gönderilmesine dair kararının ardından Meclis’e bu kararın anayasaya aykırı bir şekilde ve TBMM’ye getirilmeden alındığını belirten bir telgraf yollamış, ardından da İstanbul’da savaş karşıtı bir bildiri dağıtmıştı.

Menderes ise Barışseverler Cemiyeti ile ilgili olarak yaptığı konuşmada şöyle demişti:

Bu cemiyetin milletlerarası bir kökü olduğunu bilmekteyiz. Bu barışseverlerin sevdikleri barışın mahiyeti hakkında da malumatımız tamdır. Komünist tecavüzlerini Kore’de karşılamağa giderken içimizde aynı mahiyetteki tahrikâtın manasını Türk umumu efkârı anlamakta ve hükmünü vermekte elbette yanılmayacaktır. Hükümet programında komünistlikle müessir bir mücadeleye geçeceğimiz ifade olmuştu. Biz hiçbir kimse ve hiçbir teşekkül için hürriyeti yok etme hürriyetini kabul etmiyoruz. Bu sebepledir ki, hürriyeti yok etme maksadiyle memleketimizde parti kurulamaz. Kanunlarımız buna amirdir. (…) Bizim idaremizde bu gibi haller asla görülmiyecektir. Hükümet ve parti tam manasiyle kararlıdır.”

Nazım’ın “mesela Yalçın’ı da tıkıyorsun deliğe” dediği kişi ise Hüseyin Cahit Yalçın’dı ve Yalçın 4 Aralık 1945’te Türkiye’nin Soğuk Savaş’a dahil olması için tertiplenen bir anti-komünist provokasyon olan Tan Matbaası baskını öncesinde “Kalkın ey ehli vatan” yazısını yazan kişiydi. Devamında Nazım, daha doğrusu ABD, Menderes’e şöyle sesleniyordu:

O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman,
Moskova’yı atomlayalım diyen insancı…
Kendine acımazsan bize bir parça acı.
A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez,
Böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez…

ABD’nin Menderes’e yönelik öğütlerinden biri de muhalefetle ilgiliydi. ABD böyle bir muhalefeti kırk yıl arasa bulamayacağını (ne kadar da tanıdık bir şekilde!) söylüyordu Menderes’e ve Nazım şöyle anlatıyordu bu durumu:

Şu muhalefetle de alıp veremediğin ne?
Niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne?
Kore’ye asker gönderdin de ‘Hayır’ mı dedi?
‘Kan aktı hesabı sorulmalıdır!’ mı dedi?
Orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı?
‘Olmaz olsun’ mu dedi Amerikan yardımı?
Feryat mı etti ‘İstiklâl elden gitti’ diye?”

Dediğim gibi, Nazım Menderes’e çok öfkeliydi, öyle öfkeliydi ki, Menderes için – yaşayıp gördüklerimden sonra artık katılmadığım bir şekilde- “milletimin en talihsiz gecesi/ana rahmine düştüğünüz gecedir” diye sesleniyordu:

Bir adınız var, Adnan Bey, adımıza benzeyen.
Dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.
Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.
Yüz Türkiye olsa
elinizden de gelse
yüzünü de zincire vurur
yüz kere satarsınız.
Milletimin en talihsiz gecesi
ana rahmine düştüğünüz gecedir.”

Menderes sadece Türkiye’yi ABD sömürgesi haline getirmedi, sadece ABD’nin bir taşeronu gibi davranmadı, sadece Kore’de yoksul halk çocuklarının kanına girmedi, başka şeyler de yaptı. Menderes iddia edildiği üzere “demokrasinin yıldızları”ndan biri, bir “demokrasi şehidi” değildi. Basına getirdiği yasaklarla, tutuklattığı gazetecilerle, 6-7 Eylül olaylarındaki rolüyle, istediği oyu alamadığı Kırşehir’i ilçe yapmasıyla, istediği oyu alamadığı Malatya’yı bölüp Adıyaman’ı il yapmasıyla, üniversite üzerinde kurduğu baskıyla, “Vatan Cephesi”yle, Tahkikat Komisyonu’yla hakiki bir despottu. Türkiye’nin emperyalist talana açılmasında da, Cumhuriyetin ilerici karakterini yitirmesinde de, gericiliğin palazlanmasında da büyük rol oynadı.

Türkiye toplumunun iktidarıyla muhalefetiyle bir sağcılaştırma operasyonuna maruz bırakıldığı, tarihin sağın perspektifinden yeniden yazılarak topluma empoze edildiği, sağ figürlerin birer demokrasi kahramanı olarak kutsandığı günümüz Türkiye’sinde kimin ne olduğunu, ne yaptığını, ne dediğini, eskisinden çok daha fazla hatırlamak, hatırlatmak gerekiyor. Bugün Menderes’i, Özal’ı, Demirel’i, yarın başkalarını…