Ana Sayfa Kritik Nietzsche Dağı’na tırmanan Heidegger

Nietzsche Dağı’na tırmanan Heidegger

Nietzsche Dağı’na tırmanan Heidegger

Felsefe tarihinin en tartışmalı isimlerinden biri olan Martin Heidegger, metafiziği insanın özünü aramak diye yorumladığında, yaşam felsefesine ve varoluşçuluğa doğru dümen kırmıştı.

Heidegger’in 1930’lardaki siyasi kafa karışıklığı ve bu bağlamda girdiği karanlık tünel bir tarafa, kendisini varlık ve hiçlik gibi iki ağır konuya kaptırması, Kıta Avrupası felsefesinin yirminci yüzyıldaki rotasını belirleyen gelişmelerdendi.

Varlık yapısı incelenerek insanın anlaşılabileceğini savunan Heidegger, antropolojik metafiziğin öncüsü oldu. Böylece hayatın nereye gittiğinin bilinemeyeceğini düşünenlere karşı çıkarken onun şeklini ve prensibini kendi içinde taşıyan bir bütün olduğunu dillendirdi. Bu yolculuğu sırasında karşılaştığı isimlerin başında Nietzsche geliyordu.

Düşünür, Nietzsche’yi okurken Kıta Avrupası metafiziğinin belli başlı sorularına yanıtlar verip bir dönemin en çok kurcalanan konusu nihilizmin yansımalarına ve onun yarattığı kaygılara kendisini kaptırmıştı. Ancak sonra, hem nihilizm hem de Nietzsche’yle arasına mesafe koyunca kendi düşüncelerinin sınırlarına çekildi.

Heidegger, Nietzsche’yi Kıta Avrupası felsefesinde ‘yüksek ve aşılması gereken bir dağ’ diye nitelerken kendi felsefi söylemini oluşturmak için onun yolunu ‘kullanınca’ düşünürü yorumlayıp onunla hesaplaşma aşamasına geçti.

Heidegger’in Nietzsche’yle kurduğu diyalog, hem Antik Yunan felsefesiyle hem de on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl Avrupa felsefesiyle tartışma olarak nitelenebilir. Heidegger’in Nietzsche’si başlıklı kitap, bu yolculukla birlikte Heidegger’in felsefi söylemini meydana getirme sürecini ortaya koyuyor.

Tersine çevrilmiş bir Platonculuk’

Heidegger, ‘Nietzsche’yle yüzleşmek, Batı düşüncesiyle yüzleşmektir’ derken onunla hesaplaşıp felsefi söylemini belirginleştiriyor. Kitabı yayına hazırlayan Sadık Erol ve Volkan Ay, düşünürün bu hamlesini şöyle tarif etmiş: “Heidegger’in kariyerini olgunluğa taşıyan Nietzsche, düşüncesinde son Batı metafizikçisi olarak yer alır ve bu, metafiziğin sona ermesi ve felsefenin yeni başlangıcına dönmesi açısından önemli olduğu kadar tartışmaya da açıktır. Varlık ile daha ‘ilksel’ bağlantıya ulaşabilmek için Batılı düşünce tarzlarını reddeden yeni bir düşünme ve bağıntılama tarzını arama çağrısı yapan bu saptama üzerinden Nietzsche’yle hesaplaşan Heidegger, onun felsefesine ‘tersine çevrilmiş bir Platonculuk’ derken filozofun kaçmaya çalıştığı şeye yakalandığını, metafizik yaparak sonunda yadsıdığı şey olup çıktığını söyleyecektir.”

Erol ve Ay’ın yayına hazırladığı kitap, özellikle Türkiye’de atlanan Heidegger-Nietzsche karşılaşmasını öne çıkararak bir boşluğu dolduruyor. İkili, bu gediğin biraz da kasıtlı olarak yaratıldığını belirtip söz konusu isimler üzerine yapılan okumalara katkı sunmayı hedefliyor. Dolayısıyla kitaptaki çeviri yazılar, bu karşılaşmaya dair yorumlar getirmesi bakımından dikkate değer.

Nietzsche’nin yaşam kavrayışını ‘güç istenci’ diye yorumlayan Heidegger’in ‘üstinsan’ kavramını ele alışını ve bunun yetersiz olduğunu temellendirişini, filozofun özgür düşüncesini ‘intikamla özgürleşen ruhun bir parçası’ şeklinde niteleyişini ve Nietzsche’nin söyleminin metafiziğe son verdiğine dair görüşünü irdeliyor yazarlar metinlerinde.

Bir diğer konu ise Heidegger’in, Nietzsche’yi felsefede nasıl konumlandırdığına ilişkin yorumu: “Nietzsche’nin felsefi söyleminde öne çıkan şey, düşüncesinin kendisini artık düşünemeyeceğidir. Düşünülen şeyin gerisinde kalmak, yaratıcı düşüncenin tipik özelliğidir ve bir düşünme biçimi, metafiziği tamamladığında aynı zamanda düşünülmemiş, açık ve karışık bir şeye istisnai bir açıdan işaret eder. Fakat bunu görecek gözler nerede?”

Yorumun yorumları

Michael Allen Gillespie, Heidegger’in Nietzsche yorumuna ilişkin kurduğu cümle, meselenin anlaşılması bakımından önemli: “Nietzsche’nin dağına tırmananlar arasında kimse Martin Heidegger’i bulamaz çünkü o, daha Nietzschecidir ve onun, ‘Öğrenci, öğrenci olarak kalmak istemiyorsa öğretmenini yadsımalıdır’ hükmünün farkındadır. Bu yüzden Heidegger, Nietzsche dağının zirvesine çıkmak için değil, kendi sarp kayalıklarına doğru yol alma amacıyla kökensel olarak Nietzscheci bir yol izlemiştir.”

Bahsi geçen yadsıma, her ne kadar Heidegger tarafından ‘başka bir yöne yürüyüş’ diye açıklansa da reddetme ile benimseme arasındaki ince çizgiyi göstermesi babında dikkatle incelenmeli. Bu ikilem, Nietzsche’nin ‘hakikat’, ‘varlık’, ‘insan’ ve ‘istenç’ gibi belli başlı problemlerini yorumlamada Heidegger’e bir patika açıyor. Rafael Winkler’in deyişiyle Heidegger, Nietzsche’nin hakikat söylemini bu ikilem yardımıyla eleştirmeye çabalıyor.

Ullrich Haase ve Mark Sinclair ise Nietzsche’nin yaşam felsefesine Heidegger’in nasıl yaklaştığını ortaya koyuyor: “Heidegger, Nietzsche’nin yaşam kavramına bağlı kaldıkça metafizik ontolojinin sınırlarını aşamayacağını savunur. Bu yaşam felsefesinin, ya totolojik anlamda boş ya da umutsuzca belirsiz olduğu vurgulanmalıdır. İkincisi, realizm veya pozitivizm kadar, idealizm de dâhil, hemen her şeyi ifade edebilecek bir fikir, yanlışlıkla bizi felsefi düşüncenin özüne götürdüğünü sandığımızda onaylamayı telkin edişiyle Hegel sonrası düşünme problemlerinden kaçmaya çalışır.”

Erol ve Ay’ın hazırladığı kitaptaki metinler, Heidegger’in Nietzsche yorumunun birer yorumu. Bununla birlikte, düşünürün Nietzsche’nin dağına tırmanırken kendi felsefi söylemini nasıl oluşturduğunu gösteren yazılar, Heidegger’in Nietzsche’yle karşılaşmasının Kıta Avrupası felsefesi için önemini de ortaya koyuyor.

Heidegger’in Nietzsche’si, Yayına Hazırlayan: Sadık Erol ve Volkan Ay, Ayrıntı Yayınları, 256 s.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl