‘’Kendi kendini doğuran bir sanat yapıtı olarak dünya’’ Nietzsche

‘’Olgular yoktur, yalnızca yorumlar vardır’’ Nietzsche

‘’Dildeki ‘akıl’; ah, o ne yaşlı, aldatıcı bir kahpedir! Korkarım ki hala gramere inandığımız için, tanrıdan kurtulamayacağız’’ Nietzsche

‘’Genel olarak değerlerin soyluluğundan söz etmek, kendi alçaklığını saklamakta çıkarı olan bir düşünceye tanıklık eder: Oysa kimi değerler anlamlarını ve tam da değerlerini, alçak, bayağı, köle olanın sığınakları ve ifadeleri olmakta bulurlar. Değerler felsefesinin yaratıcısı Nietzsche, biraz daha fazla yaşamış olsaydı, en eleştirel kavramın en yavan ve en alçak ideolojik konformizme hizmet ettiğini, felsefenin çekiç darbelerinin yaltaklık darbelerine dönüştüğünü, kavganın ve saldırganlığın yerini kurulu düzenin bekçisi, yürürlükteki değerlerin köpeği olan hınca bıraktığını, soybilimin de köleler tarafından kullanıldığını görecekti; niteliklerin ve kökenlerin unutuluşu’’ G. Deleuze

Nietzsche’yi anlamak onun sistematik bir sunumunu yapmakla elde edilecek bir mükâfat değildir. Nietzsche yarattıkları ile değil reddettikleriyle gerçek bir filozoftur. Her filozof kendi öncesine dair eleştirel duruşuyla konumunu belirler fakat söz konusu Nietzsche olduğunda durum çok farklı olur: Gerçeklik, peşinde koşulacak kadim bir şey olmanın ötesine geçer ve gerçek yıkımın kendisi oluverir.

Herhangi bir düşünürü anlamak için elimizde varolan rasyonel standartlar, Nietzsche gibi rasyonalizmin kökensel sorgulamasına girişen bir filozofu anlamak için geçerli değildir. Mantık sadece biçimini mümkün hale getiren ilkelerin ışığında düşünebilenler için sınırlı bir ufuk yaratabilir. Nietzsche okumalarında göz ardı edilmemesi gereken şey şudur; şu veya bu kavram, şu veya bu düşünür temsilinde eleştiriliyor gibi görünse de Nietzsche düşüncesinde insanın insan olabilmek için kabullendiği bütün ilkelerin tutarsızlığı sorgulanır. Nietzsche’yi okurken sadece sorgulama yeteneğimizi geliştirmekle yetinmeyiz; eşsiz bir ürpermenin belirmesi kaçınılmazdır. Çünkü insanın ‘ihtişamlı geçmişinin yapı ve yapıtları bir ‘an’da tuzla buz olur ve sonsuz birikim yumağı bir ‘an’da yanılsamanın sarmalına dönüşerek kendi helezonik döngüsünde aklı yutar. Akıl, yaşamımızın bir unsurudur hem de asli unsuru fakat gerçekliğin yılmaz takipçisi olmaktan çıkarak baş düşmanımız haline geliverir. Nietzsche modern insanı kendisiyle bitimsiz bir savaşa sürükler. İnsan, bildiğini varsaydığı gerçeklerin sadece hayatta kalabilmek için yarattığı kurgular olduğunu anlar. Eğer hayatta kalmak için yaşıyorsa o zaman insanı diğer canlı türlerinden ayıran üstün özelliği nedir? Bu soru hiç de yabana atılacak türden bir soru değildir.

İnsanı diğer canlı türlerinden ayıran asli unsur tabi ki akıl gibi üstün bir yetiye sahip olmasıdır. Akıl, ‘ebedi’- gerçekliği kavrayan yegâne güçtür. Bütün felsefe tarihinin yapı sökümü yapılmak istenirse hiç kuşkusuz ‘hakikat’ kavramının sınırlı fakat sonsuz içeriğinin kavranılması zorunlu hale gelir. Gerçek, en yüce gerçeğin (hakikat) bir kipidir. Bütün filozoflar öyle ya da böyle bir ebedi doğruluk, gerçeklik peşinde gittikleri ön kabulü ile düşünmüşlerdir. Bütün uslamlama ebedi-gerçeklik ufkuyla sınırlıdır; Hakikat, kendisini insan bilincinden sakınsa da, hakikate giden yolun ancak akıl rehberliğinde mümkün olabileceği gerçekliği, bin yıllardır neredeyse sorgulanmadan kabul edilmiş bir efsanedir.

Nietzsche kelimenin gerçek anlamıyla bu efsanenin yıkıcısıdır. Nietzsche’den önce akıl hiç eleştirilmedi mi? Elbette akıl eleştirilmiştir fakat Kant gibi aklın en dikkate değer sistematik eleştirmeni bile; aklın kendi egemenlik alanını belirlemek için olumlu bir fikirle yola çıkar. Nietzsche ise aklın Kant’ın yaptığı gibi salt sınırlarını/çeperlerini değil, aklın kendisini, ontolojik, biyolojik yapısına kadar tartışmaya açar. Aslında Nietzsche rasyonalizme karşı irrasyonalizmi savunur. İrrasyonalizm denildiğinde bir yığın safsata ya da kalbin, duyguların, kaprisin veya tutkularının konuşulduğu sanılır. Hayır! İrrasyonalizm tam da düşüncenin kendisidir. Nietzsche ‘Çağa Aykırı Düşünceler’de şöyle der: ‘’Aklın karşısına konulan şey, düşüncenin kendisidir; aklı başında varlığa karşıt olarak konulan şey, düşünürün kendisidir’’ Burada çıkarılması gereken sonuç; sınırlara gömülmeden Nietzsche’yi anlamaktır. Nitekim Nietzsche’nin özgün yazım tarzı (aforizma) onun sadece anlaşılmasını değil yorumlanmasını da zorunlu kılıyor.

Peki Nietzsche’yi yazmaya sürükleyen sorun tam olarak nedir?

Nietzsche, modern çağda aklın ulaşabileceği ideallerin (iyi, doğru, güzel) ve İncil’deki Tanrı kelamının yitirilmesinden kaynaklanan değer boşluğunun kökensel sorgulamasına kalkışır. Daha açık ifade etmek gerekirse; Avrupa kültürüne hâkim olan tekinsiz misafir-nihilizme karşı savaş açar. Birçok düşünür Nietzsche’yi Nihilist olarak niteler- ki bu belli bir noktaya kadar doğrudur da. Modern kültürle birlikte, ‘Tanrı öldü’, yaşanan amaç ve değer boşluğu üzerinde yas tutabileceğimiz türden değildir. Nihilizm değerlerin yeniden yaratılması fırsatı sunar ve bu fırsat insanlık için son fırsattır. Değerlerin onarılmaya çalışılması söz konusu bile olamaz çünkü bu ancak nihilizme güç kazandırır. Nihilizmin yıkıcılığıyla onu yadsıyarak baş edilemez. Buna karşın değerlerin yeniden değerlendirilmesi ya da değerlerin yıkılarak, ‘estetik’ bir kavrayışla tıpkı bir sanatçı gibi yeniden yaratılması gerekir. İnsanlık, nihilizm gibi tekinsiz bir misafiri, ancak onun silahlarıyla alt edebilir. Bu ancak aykırı bir sesle olabilir. Mantıksal olanın peşine düşmek nafile bir çabadır. Felsefenin bilinçaltının yani Dionysosçu yanının açığa çıkarılması gerekir. İnsanlık, kendi hakikatini evrensel değer yargılarıyla açığa çıkaramayacağını uzun bir yıkımın tarihiyle öğrendi. Hakikatı keşfettiğine inananlar kendilerine itaat edecek kitleler aradılar aradılar-ki bunu başardılar. Fakat Nietzsche ‘tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi’ önermesiyle, hakikatin yaratıcı bir edim olarak yerleşik değerlere karşı isyan çağrısı yapar. Bu ‘balyoz ile felsefe’ yapmaktır. Bu metafor öyle yabana atılacak cinsten değildir; mevcudiyetin temellendiricisi görevini üstlenen memur-filozof toplumu derinde olanın açığa çıkarılacağı hikayesiyle körleştirirken, Nietzsche kendisine dek yadsınan arzunun felsefesini yapar. Memur-filozoflar putlar yaptılar veya onları yıktılar ama her put kırıcı erişilmesi daha zor putlar yarattı. Kimse putsuz yaşanabileceğini göstermedi. Balyoz felsefesi tam da bu put kırıcılığı dayatır ve insanın kendinden üstün bir varlıkla yaşamak ya da ona itaat etmek zorunda olmadığının bilincini yaratır. Tanrı’nın ölümünden sonra, mutlak sahipsizlik içinde debelenen insan ancak kendi değerlerini yaratarak ayakta kalabilir.

Nihilizm yaşamı yadsıma var oluşu değersizleştirmektir. Nihilizmin temel kategorilerini şöyle formüle edebiliriz; hınç, vicdan azabı, çileci ideal. Nietzsche’nin bütün meselesi yaşamı yadsıyanlara karşı bir duruş sergilemektir. ‘’Nihilizm ve onun temel biçimlerinin bütünü de intikam ruhu olarak adlandırılır. Ama nihilizm ve onun çeşitli biçimleri hiçbir şekilde psikolojik belirlenimlere, tarihsel olaylara, ideolojik akımlara hatta metafizik yapılara indirgenemez”.(1) Metafizik bizlere duyu-üstü dünyaya çağrı yaparken aslında varoluşu değersizleştirir- bu hınç zaten metafiziğin bir sonucu değil ta kendisidir. Nietzsche ‘Güç istenci’nde şöyle der: ‘’En asli düşünce kategorilerimiz olan; özdeşlik, nedensellik, ereklilik gibi varoluşun içeriğini olumsuzlayan metafizik kategoriler nihilizmle eşanlamlıdır hatta birebir kendisidir’’. Bu kategoriler hınca ait kuvvetlerdir. İnsanın bütün kavrayış yeteneği aslında intikam içgüdüsüyle çalışır. İnsan kurumsal düşünmeye başladığı günden bu yana; hınç ve vicdan azabı kavramlarıyla düşünür. İnsan varoluşun olumluluğuna karşı çileci bir yaşamı esas aldı. Bilgi yaşamı yargılamak, onun suçlu, sorumlu ve hatalı bir şey olduğu konusunda insanı inandırmak için araçsallaştırıldı. Kuramsal her şeyin sorgulanması hatta çekiçle parçalanması nihilizme karşı bir darbedir. Bu çilecilikten istenç bile nasibini alır; istenci kötü bir şey olarak görüp düzeltmek, engellemek, sınırlamak hatta yadsımak ve ortadan kaldırmak aklın ahlaki maksimlerine bırakılır. Ahlak bize iğdiş edilmiş bir istenç sunar. ‘’İstencin keşfinden acı çekmeyen, onu önlemeye, etkilerini engellemeye çalışmayan tek kişi Nietzsche’dir. ‘Yeni düşünce biçimi, olumlu düşünce, yaşam ve yaşamdaki istenci olumlayan sonunda olumsuzu tamamen dışlamayan bir düşünme demektir’’(2) İstenç yaşam demektir, yaşam ve istençtir. Çünkü istençsiz bir yaşam tasavvur bile edilemez. Nietzsche’nin güç istenci kavramına geçmeden önce hakikat kavramına dair birkaç şey daha söylenmeli.

Önemli bir ayrım; Nietzsche yanlış hakikat iddialarını eleştirmez, hakikatin kendisini bir ideal olarak eleştirir. Hakikat her zaman öz olarak, tanrı olarak üstün normsal bir merci olarak ileri sürüldü. Hakikati istemek doğruyu istemektir ve eğer hakikat özel bir çaba gerektiren bir şey ise o zaman bu dünyada hakikat dolaysız algılanabilecek, alışılagelmiş bir şey olamaz. Hakikat istenci yaşamın içinde olmayan bir istençtir ve bu sebeple de duyu-üstüdür. Nietzsche bu uslamlamanın bilgi ile yaşamı karşı karşıya getirdiğini söyler, ona göre; bu ayrımın ya da karşıtlığın temelinde ise ahlak vardır. Hakikati arzulayan bir insan ‘iyi’ yaşam dürtüsüyle hareket eder. Doğruyu isteyen erdemli insandır. Nietzsche bu erdemliliği yeni bir yaşam kurma çabası olarak değil bilakis yaşama karşıt olarak görür. Hakikat istenci yaşama karşıtlığı ile esaslı bir hiçlik istencidir; yaşamın renkliliğine karşı yaratılan donuk, tekdüze bir ideal istencidir. Yaşamın kendisinden üstün değerleri besleyen dürtü hiçlik istencidir. Ayrıca ahlak gücünü asla olgulardan almaz çünkü ahlaki bir olgu veya fenomen yoktur. Aşkın bir alemin varlığı fenomenlere dair ahlaki bir yorumu olanaklı hale getirir.

25 Şubat 2020

Kepsut Cezaevi E-10 Koğuşu

KAYNAKÇA

  1. G. Deleuze, Nietzsche ve Felsefe, çev. Ferhat Taylan, Norgunk yay. , s. 54.
  2. A. g. e. , s. 55-56.
  3. A. g. e. , s. 132.
  4. F. Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, çev. Serpil Erfındık, İlya yay. , s. 26-27.
  5. Nietzsche, a. g. e. , s. 29.
  6. Deleuze, a. g. e. , s. 56.
  7. Deleuze, a. g. e. , s. 22-23.
  8. Deleuze, a. g. e. , s. 24.
  9. Deleuze, a. g. e. , s. 111.
  10. F. Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, çev. A. İnam, Gündoğdu yay. , s. 11.
  11. F. Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, s. 19.
  12. Allan Megill, Aşırılığın Peygamberleri, çev. Tuncay Birkan, Ayraç yay. , s. 71-72.
  13. Megill, a. g. e. , s. 77.
  14. Megill, a. g. e. , s. 106.
  15. F. Nietzsche, Şen Bilim, çev. A. İnam, Say yay. , s. 57.
TEILEN
Önceki İçerikOrhan Pamuk’un yazmakta olduğu ‘Veba Geceleri’nden tadımlık bölüm…
Sonraki İçerikMESUT KARA’DAN YENİ KİTAP: DEVLET, TOPLUM VE SİNEMA
ALİ AVCI 1991 yılı doğumlu Ali Avcı 10 yıldır siyasi suçtan mahpus olarak Kepsut L Tipi Kapalı Cezaevinde bulunuyor. Felsefe, edebiyat gibi alanlarda okuyarak kendisini geliştiren Ali Avcı felsefe alanında yazdıklarını okurlarla paylaşmak istedi. Sizden gelecek eleştiri, katkı ve dönütler Ali’nin Cezaevinde eksikliğini hissettiği uyaran görevini görecek ve onu yeniden yazmaya, düşünmeye, düşündüklerini tartışmaya motive edecek. Ali Avcı’nın daha önce Gazete Karınca’da “Kepsut Notları” başlığı altında yayınlanan yazıları bulunmaktadır. https://gazetekarinca.com/2019/08/kepsut-notlari-5-suc-ve-ceza-ali-avci/ İletişim Adresi: Kepsut L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu E-10 Koğuşu Camicedit Mahallesi, Pirinçlik Mevkii, 10660 Kepsut/Balıkesir e-mail: lutfiye7002@gmail.com