Ana Sayfa Kritik NIETZSCHE: İSYAN VE KAOS (3)

NIETZSCHE: İSYAN VE KAOS (3)

NIETZSCHE: İSYAN VE KAOS (3)

Gerçeklik bir masaldır ve bu masalın değer sıralamasında ölçüsü ancak pragmatik dürtülerle gerçekleşir. Sağduyusal düşünüş pragmatik dürtüler sebebiyle gerçeklik olarak kabul edilmiştir, bin yıllardır işlenen ve geliştirilen bir yargı sistematiğidir. Fakat sistematize edilmiş her bilgi yapısı sorunludur. Nietzsche; ”Ben tüm sistemcilerden şüphe ederim onlardan uzak dururum. Sistem istenci, dürüstlüğün eksik olmasından kaynaklanır ”(11) Gerçeklik sabit olmadığı için sabit ilkelere dayalı sistematizasyonlarla elde edilemez.

Önemli bir ayırımı vurgulamak gerekirse; Nietzsche’nin perspektivizmi görelilik teorisiyle karşılaştırılmamalıdır. Görelilik; bir şeyin bin kez böyle olmasından bin birinci defa da böyle olması gerekmediği ve bununla ilgili bir mantıksal gerekliliğin olmayacağı şeklinde her mevcut tümevarım Hume’cu eleştirisinden gelir. Nietzsche’nin perspektivizmi ise kendi başına varlığı kabul eden anlayışa karşı şeyin aslında bir yorum olduğu yaklaşımıdır. Algılanan her ‘şey’, arzuların ve içgüdülerin izledikleri amaçlara göre biçim alır. İnsan farkında olmasa bile görüşlerinin tamamını biçimlendiren bilinç düzeyinden öte bilinçaltı (Freud buradan referans alır) dürtüleridir. Bütün yaşam içgüdüsü, güçlü ve egemen olma içgüdüsüdür. Doğru, iyi ve güzel gibi ulvi değerlerden kaynaklanan bilginin en üst ideaları güç ve egemen olma isteğinin dürtülediği şeylerdir. Hakikat, bu bağlamda ulvi, elde edilmesi zor ve hatta insandan bağımsız aşkın bir kavram olmaktan sıyrılır. Hakikat, sonu olmayan fethetme dürtüsünün bir adıdır. Metafizik bir hakikat hiçbir zaman yeryüzüne inmedi. Hakikat değişen istekler sonucunda değişen elde etme arzusudur. Nietzsche: ”Hakikat, belli bir canlı varlık türünün onsuz yaşayamayacağı bir çeşit yanılsamadır.” Nietzsche’nin hakikat eleştirisi, insanoğlunun ne denli pragmatik bir varlık olduğunu göstermesi açısından da önemlidir. Hakikat dünyevi bir şeydir ve o fethetme, hayatta kalma için söylenmiş/inanılmış bir düsturdur. Hakikat bu sebeple hiçbir zaman isteklerden arındırılmış ve bütün özneleri kapsamı içine alabilen yansız bir kavram olmamıştır. Baş döndürücü hatta algılanması güç bir çeşitliliğe sahip yeryüzünün muazzam akışı içinde kullanışlı bilgi üretmek mümkün olmayabilir. İnsan hakikat gibi totalleştirici kavramlarla hayatını kolaylaştırır. Sözgelimi; kavram, hakikati anlama aracı olma ya da onu temsil etme görevini üstlenir. Bir yaprak hiçbir zaman başka bir yaprağa benzemez ama insan ‘yaprak’ gibi total/tekleştirici bir kavramla çeşitliliği yok eder. Her kavram, temsil ettiğini beyan ettiği şeyi tıraşlar …“her kavram eşitsiz olanı eşitleme yoluyla doğar”. Dünyada hiçbir oluşum diğer bir oluşumla bire bir aynı değildir fakat kavram bu farklılığı aynılaştırır. Kavram, kör bir özdeşliğin dipsiz kuyusudur. Kavramın gerçekte bir yanılsama ürettiğini söylemek başka bir deyişle felsefenin temeline yani Platoncu felsefenin bomba koymaktır. Kavram insan deneyiminin çoğulculuğunu renksizleştirerek bilginin mümkünatını yaratır. Kavram eleştirisi beraberinde şunu açığa çıkarır: Doğa yasaları, sosyal yasalar insan yaratımı bütün bilgi blokları basit kavramların yanılsamasıyla başlayıp zincirleme bir biçimde karmaşık bileşkelerin yanılsamasına uzanır. Doğaya atfettiğimiz yasallık, öznelliğin despotluğunun yansımasıdır.

İnsanın üzerinde durduğu zemin bu denli çürük ise o zaman ne yapması gerekiyor? Aslında yanılsamalı bilgi yapıları nasıl yeniden inşa edilebilir? Nietzsche’nin felsefe tarihinde kendine özgü bir yer oluşturmasında en etkili ve özgün yanı; insanın kendi evrenini estetik bir kavrayışla yeniden yaratmaya çağırmasıdır. Neden akıl değil de estetik? Öncelikle akıl belli ilkeler üzerinde iş görür. Yaratıcı mıdır? Elbette! Fakat hiçbir insani yeti sanat/estetik kadar yaratıcı olamaz. Estetiğin yaratıcılığı ön kabullere dayanmamasından gelir. Mantık yürütüldüğü zaman zorunlu bir biçimde bağlı olunan ilkeler vardır ama estetik bir kavrayış hiçbir ilkeye bağlı olamaz ve bu insanın biricikliğini açığa çıkarır. Her insanın akli melekeleri aynı olmayabilir ama her insan aynı mantık ilkeleriyle iş görür.

Nietzsche kendini sıradan bir felsefeci gibi görmez, o sanatçı-filozoftur. Sanat sıradan bir tuvalin üzerine yapılmış haz uyandıran biçimlerin ötesinde bir konuma sahiptir. Nietzsche’nin ‘Şen Bilim’de (ki bu yapıt; ‘insanca ve pek insanca ’Nietzsche’nin pozitivist olarak eleştirilmesine neden olmuş çok farklı formülasyonlar içerse bile aslında Nietzsche’nin temel duruşunu koruduğu yapıtıdır.) Sanatsal enerjiler ve pratik hayat bilgeliğinin bilimsel düşünceyle bir araya geleceğini ve hepsinin birleşerek günümüz bilim, tıp, hukuk ve sanatını katbekat aşacağını öngörür. Sanat hayatın tamamını kuşatır ve olumlu anlamda geliştirici bir gücü vardır. Bu güç Nietzsche’nin ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ yapıtında açığa çıkar ve alışagelmiş kurulu/kuramsal dilden sıyrılarak sanatsal bir eser açığa çıkarır. Zerdüşt’te kullanılan metaforların neredeyse tamamı sanatsaldır.

Sanatla varılmak istenilen bir sonuç yoktur. Bilimin ya da Hegel ve sonrasında felsefenin kavram ile dolayımlanmasının gücü ile elde edilen yanılsamalı gerçekliğe karşı; sanatın dolayımsız kavrayışıyla algı çok renkliliğine kavuşur. Allan Megill bu konu için şöyle der: ”Romantikler sanatın şeylerin hakikatine gerçekten nüfuz edebileceğine inandıkları halde, Nietzsche böyle bir imkan olduğunu reddeder. Nietzsche’ye göre, sanat bir hakikat değil bir yanılsama aracıdır… -sanata kavramsal olmadığı için değer verir ama onun bize ’gerçekliğin kendisini değil, benzerini verdiğinin farkındadır.”(12) -Nietzsche kavramları tümden reddedip dolayımsızlığın peşine düşmüş bir mistik değildir. Dolayımsızlık ulaşılamaz bir şeydir ama yine de sonsuz bir arzudur ve önemli bir gerekliliktir. Nietzsche kavram (akıl) ve sanat (estetik) ayrımını tarihsel bir ayrım olarak Yunan mitlerindeki Apollon ve Dyonisos temsilinde ele alır. Apolloncu ve Dionysosçu karşıtlıkla simgesel iki kutbun da aslında kendi içinde değerler barındırdığını belirtir Nietzsche. Apollon biçimciliğin/logos’un temsilcisi iken Dionysos biçim yoksunluğunun, taşkınlığın simgesidir. Apollon biçime gömülmüş sınırların içinde taşlaşmış bireyi temsil eder. Dionysos biçimin katı sınırlarını yıkan en derindeki kontrol edilemez taşkınlıktır. Bu çatışma; Apollon’un  ‘ışıldayan tanrı’nın, ışık tanrısının ‘görsel’ temayülü ile müzik alemine hükmeden Dionysos’un ‘görsel olmayan’ ‘görüntüsel olmayan’ temayülü arasında bir çatışmadır. Nietzsche’nin Apollon’a atfettiği ‘ışık’ metaforu çok önemlidir; Nietzsche nazarında Apollon ‘ışıldayan tanrı’ (der scheinende) olduğu gibi aynı zamanda yanılsama tanrısıdır. Almancada hem ‘ışık’ hem de ‘benzerlik’ ya da ‘yanılsama’ anlamına gelen ‘schein’ sözcüğünün muğlaklığından yararlanır. Apollon, insanı ‘maya tülü’ne sarıp onu varoluşun korkutucu ve acımasız gerçeklerine karşı koruyan tanrıdır. Apollon yaşamımızı sürdürmenin mümkünatını yanılsamalarda görür. Dionysos ise ‘maya tülü’nü parçalar ve gerçekliğe doğrudan/dolayımsız bir biçimde katılmanın yolunu açar.

Grek kültürü, Apolloncu biçimciliği Dionysosçu içgüdülerin dizginlerinden boşalışını dize getirerek oluşturmuştur. Greklerin sık sık dile getirdiği barbar dünya aslında Dionysosçu itkilerle yaşayan toplumlardır. Şöyle bir gerçeği göz ardı edemeyiz: Apolloncu biçimcilik hiçbir zaman Dionysosçu coşkunluğu yok edememiştir sadece onu dize getirmiştir. Fakat bu bir ileri görüşlülük biçiminde ele alınmamalıdır çünkü Apolloncu kültür yanılsamanın kendisidir. Grek kültürü yanılsama üzerine kuruludur. “Nietzsche Dionysosçu olanı, Apolloncu düşlere dur diyen ‘esrimiş’ gerçeklik (rauschvolle wirklimhkert) olarak niteler.”(13)

Nietzsche’ye göre insanlar gerçekliğin yüküne dayanamazlar ve bu sebeple kültürün yanılsamalı gerçeklik çemberinin içinde bulunmak daha güvenlidir.

Dronysosçu esrime, gerçekliğe dolaysız bir nüfuz edişi ifade eder. Esrime aslında sanatın ön aşamasıdır-ki sanatçı bir esrime halinde olduğu zaman deneyimlerinden estetik bir yaratıma gidebilir. Nitekim Dionysosçu esrime, deneyimin dolayımsızca gerçekleştiği andır ve kültürün (Apollocu-biçimcilik) sınırlarını aşarak düşünülmemişi, deneyimlenmemişi deneyimleme gücüne erişir. İnsan kültürel kodlarla kavramsal düşünerek sınırları belirlenmiş deneyime dahil olur fakat dolayımsız deneyim saf bir deneyimdir.

Yukarda kısmen değinildiği gibi; Nietzsche’nin sanata önem vermesi hatta sanatsal kavrayışı, onun sanatı mutlak gerçeklik taşıyıcısı biçiminde ele almamasından ileri gelir. Schelling sanatı felsefenin doruk noktasına taşıyarak gerçekliğe dolayımsız bir biçimde ulaşmanın yegâne yolunun sanat olduğuna inandı. Nietzsche’nin estetiğe verdiği önceliğin nedeni tam da gerçekliği elde edemeyeceğimizin bilincinin yaratılmasıdır. Özne hiçbir zaman nesnenin yeterli bir ifadesi olamaz. Zaten sanatın böyle bir iddiası yoktur. Özne ile nesne arasında mantıksal (nedensellik, kesinlik vb.)bağ yoktur. Olsa olsa ancak estetik bir bağ/ilişki olabilir.

‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ Nietzsche’nin belki de en tuhaf yapıtıdır çünkü yapıt artık felsefe ile edebiyatın ya da sanatın iç içe geçtiği tam bir alegori şenliğidir. İmgeler akıl yürütmenin önüne geçer. Zerdüşt bize üst insanı tanıtır ve üst insan nedensellik gibi rasyonel ölçütlerle düşüncelerini temellendirme ihtiyacı duymaz. Üst insan kendini alt eden insan olarak önümüze gelir ve nihayetinde güç istenci bu alt etmeden başka bir şey değildir.

Spinoza’nın Etica’da Hegel fenomonolijisinde, Modern çağda Tanrı’nın ölümünden “kaynaklı yeni bir tanrı algısı yaratmaya çalıştılar. Nietzsche, Zerdüşt’ün ağzından Tanrı’nın ölümünü duyurarak post-modern insanın (üst insan) ayetlerini söylemleştirir. Üst insan, güç istenci ve bengidönüş fikrini öne sürer fakat bunlar herhangi bir rasyonel silsile içinde gerçekleşmez. Zerdüşt akıl yürütmez sadece buyurur-ki yapıtın adı bu bağlamda anlam kazanır. Savlar hiçbir şekilde ön tanıtlama ya da önerme biçimine dönüşmez. Zerdüşt’ün hayatındaki olayların gelişimi söylenmek istenenin kendisidir. Yapıt salt sezgiyle doğan fikrin ilk aşamasıdır. “Zerdüşt bir edebiyat yapıtı; Nietzsche’nin kriz ve ‘dönüş’ vizyonunun en yüksek ifadesini bulduğu düş ürünü, estetik bir yaratımdır”(14). Zerdüşt, Apollocu ciddiyete karşı, sanatın coşkun, gezgin, dans eden, alay eden, çocuksu ve mutluluk vericiliğini savunur. Nietzsche, Zerdüşt’ü yeni bir ‘mit’ yaratıcısı olarak sahneye çıkarır. Zerdüşt: ”ben niçinleri üstüne soru sorabilenlerden değilim”.  Zerdüşt içgüdüleriyle hareket eden hakiki insandır. Zerdüşt otoritenin sindiremediği isyan ve kaosun kendisidir.

Sonuç olarak; sanat, bize şeylerin üzerinde bir özgürlük, kendimizi gerçeklikten kurtarma ve gerçekliği kendi estetik kahkaha ve oyunlarımızla bağlantısız bir şey olarak görme avantajı verir. Nietzsche: “Aşık bir sanatçı için ‘gerçeklik’ (wirklichkeit) nedir ki… ? Şuradaki dağ, oradaki bulut! Bunda ‘gerçek’(wirklich) olan nedir ki ? Ondan fantazmayı ve insanın bütün payını çıkarın bakalım ciddi dostlar. Çıkaramazsınız !… Bizim için ‘gerçeklik’ diye bir şey yoktur-sizin için de yoktur, benim ciddi dostlarım.”(15)

Dünyanın gerçekten estetik bir varoluşa sahip olduğu ve onun kendi kendini doğuran/yaratan yapısını kabul edebilir miyiz?

Bugün bizler dünyaya ancak kuramsal ve pratik kategorilerle yönelen pragmatik varlıklarız ve dünyayı estetik bir olgu olarak görmemiz güç. Heidegger’in önemle üzerinde durduğu gibi; bu mesele ontolojik bir meseledir.(ki Nietzsche bunun ontolojik bir problem olduğunun farkında değildir.) Dünyanın estetik varoluşunun kanıtı için gerekli/yeterli kanıt sunulamaz ama bu fikir yanlışlanamaz da. Estetik dünyanın kabulü bizi toplumsal hayatın zorunluluklarından kurtarır. Sanatın meşruluğu tartışılamaz fakat sanatsal /estetik bir dünyada yaşamak ciddi bir tercihtir.

25 Şubat 2020

Kepsut Cezaevi E-10 Koğuşu

KAYNAKÇA

  1. G. Deleuze, Nietzsche ve Felsefe, çev. Ferhat Taylan, Norgunk yay. , s. 54.
  2. A. g. e. , s. 55-56.
  3. A. g. e. , s. 132.
  4. F. Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, çev. Serpil Erfındık, İlya yay. , s. 26-27.
  5. Nietzsche, a. g. e. , s. 29.
  6. Deleuze, a. g. e. , s. 56.
  7. Deleuze, a. g. e. , s. 22-23.
  8. Deleuze, a. g. e. , s. 24.
  9. Deleuze, a. g. e. , s. 111.
  10. F. Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, çev. A. İnam, Gündoğdu yay. , s. 11.
  11. F. Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, s. 19.
  12. Allan Megill, Aşırılığın Peygamberleri, çev. Tuncay Birkan, Ayraç yay. , s. 71-72.
  13. Megill, a. g. e. , s. 77.
  14. Megill, a. g. e. , s. 106.
  15. F. Nietzsche, Şen Bilim, çev. A. İnam, Say yay. , s. 57.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl