“Ne olduğunu bilmediğim bir şey var içimde, ‘Yollara düş’ diyor bana.” Novalis                                                                                                                                       

“Hislerin temelinde daha güzel, daha güçlü renklere açılan manevi bir ışık vardır. İnsan bütün dünyayı hissetmeyi öğrense, içinde yıldızlar doğar, daha katmanlı ve daha berrak hisseder, sınırlardan ve yüzeylerden daha fazlasını görür. Sonsuz bir oyunun ustası olur böylece; kendini besleyen ve sürekli büyüyen ebedi bir haz içinde budalaca uğraşlarını unutur.”

 Novalis

Novalis, Alman Romantizmin en önemli temsilcilerinden biridir. Asıl adı Georg Philipp Friedrich von Hardenberg olan Novalis, yirmi dokuz yıllık kısa ömrünün bilhassa son beş yılında yaşamı estetikleştiren, ortaçağa itibar kazandıran ve romantik doğa felsefesinin temellerini atan eserler kaleme almıştır. Ölümünün ardından Romantizm akımının öncüleri tarafından yaratılan bir mit, onu, sonsuza dek seveceği “mavi çiçeğe” her daim özlem duyan, kırılgan, melankolik ve zarif bir ruh olarak resmettiyse de, Novalis bundan çok daha fazlasını yaşayıp yazmış bir filozof ve şairdi. Bu yazının amacı da, pek çok bakımdan Romantizmin en önemli simalarından biri olan Novalis’i biraz daha yakından tanımaya çalışmak olacak.

***

1772’de doğan Friedrich von Hardenberg Aşağı Saksonya asilzadelerinden bir aileye mensuptu. Çocukluğunda Eski Yunan ve Latin klasikleri üzerine çok iyi bir eğitim görmüş, ardından Jena, Leipzig ve Wittenberg’de hukuk okumuştur. 1794’te üstün başarı derecesiyle mezun olduktan sonra, Prusya Devletinin hizmetine girmek üzere Tennstedt’e giden von Hardenberg, orada, henüz 13 yaşındaki Sophie von Kühn’e âşık olmuş ve Sophie’nin 15 yaşında trajik ölümüyle (1797) ağır bir melankoli ve yas duygusuna kapılmıştır.[1] Jena’daki öğrencilik zamanlarında öğrencisi/arkadaşı olduğu ve Alman Romantizmini birlikte şekillendirdiği Schlegel Kardeşler, Schelling, Tieck, Schiller, Goethe ve Hölderlin gibi isimlerin dilinde, bu destansı aşk hikâyesi sembol haline gelmiş ve o dönemin pek çok sanatçısını “genç ölüm”ler üzerine düşünüp eser vermeye yönlendiren büyük bir etkiye sahip olmuştur. Romantiklerin gözünde, Novalis’in Geceye Övgüler’i, “daha yüksek bir var oluş” için ölümü arzulanır bir şeye çevirmiş ve Goethe’nin Genç Werther’in Acıları adlı romanından sonra Alman edebiyatı üzerindeki ikinci büyük bir sarsıntıyı yaratmıştır.

Von Hardenberg, üniversiteyi bitirdiği tarihten 1801’de –tıpkı büyük aşkı Sophie gibi- veremden öldüğü güne kadarki yedi yıllık dönem boyunca, bazı kesintilerle birlikte, babasının yönettiği tuz madenlerinde çalışmıştır. Yazdıklarının büyük çoğunluğunu bu dönemin son kısmında kaleme almış ve aslında bunların çok azını yayınlatmak üzere yazmıştır. Alman Romantizminin beşiği olan ve dostu Friedrich Schlegel tarafından yönetilen Athenäum dergisine 1798’de verdiği kısa yazılarda, gerçek ismini kullanmak yerine, soylu köklerine atıf yapan bir mahlas olan “Novalis” imzasını kullanmıştır. Hardenberg bundan böyle Novalis olarak tanınacaktır…

***

Novalis ardında hayli renkli ve bir o kadar da karmaşık bir düşünceler yumağı bırakmıştır. Öz-bilinç, yorumsamacılık, ahlak felsefesi, Hıristiyanca bir mistisizm, estetik ve vitalizm (dirimselcilik) gibi konularda kaleme aldığı yazılar ve şiirler hâlâ Alman Romantizminin en yüksek örneklerinden kabul edilmektedir. Halbuki Novalis’in kaleme aldığı eserlerin sayısı hayli azdır: 1798’de çıkan Glauben und Liebe başlıklı makalesiyle Blüthenstaub adlı felsefi fragmanlarını,[2] ertesi yıl Hıristiyanlık ya da Avrupa adlı denemesi izlemiş;[3] bir sonraki yıl ise Geceye Övgüler (1800) adlı eseri yayımlanmıştır.[4] Diğer çalışmalarının ve notlarının yanı sıra, sağlığında tamamlayamadığı iki roman, yani Heinrich von Ofterdingen[5](1802) ve Sais Çırakları[6] (1802) ise şairin ölümünün hemen ardından Friedrich Schlegel ve Tieck tarafından toplanarak okurlara sunulmuş çok zengin içerikli iki felsefi-edebi eserdir. Bütün bu metinlerin başlıca bir ortak temeli ve mesajı vardır: “Bütün dünya romantikleştirilmelidir!”[7] (Logological Fragments #66)

Belki de tüm zamanların en güzel, en kapsayıcı Romantizm tanımını yapmış olan Novalis, dünyanın nasıl romantikleştirileceğini de ifade eder ve “Sıradan şeylere yüksek bir anlam, alışılmışa gizemli bir itibar, bilinene bilinmeyenin onurunu, sonluya sonsuz bir görünüm vererek onu romantikleştiriyorum,” der.[8] Bu yaklaşım Romantizme öylesine anlaşılır bir çerçeve kazandırmıştır ki, Novalis’in bütünleştirici tavrından ilham alan Friedrich Schlegel, Athenäum’un 16. fragmanında romantik edebiyatı tanımlama cesaretini bulmuş; edebiyatın tüm ayrışmış türlerini birleştirmek ve edebiyatı, felsefe ve retorikle bütünleştirmekten söz etmiştir. Ona göre, Romantik edebiyat anlayışı, “şiir ve düzyazıyı, yaratıcılığı ve eleştiriyi, sanatsal şiiri ve doğa şiirini yakında birleştirip bünyesinde eritecek ve şiire can ve ruh verip, hayatı ve toplumu şiirselleştirecek[tir.]”[9]

Novalis bir sistem kurma derdinde değildir; romantik felsefeyi ve estetik kuramı asla tamamlanmayacak ama asla doktrinleşmeyecek, dolayısıyla asla dogmalaşmayacak bir sürekli oluşum [Bildung] içinde tutmak ve romantik yaratım süreçlerinin daima devam etmesini sağlayacak bir yaklaşım sunar. Her şeyi kendi bünyesinde toplayan, kendine büklümlü (öz-referanslı) ve her şeyi açıklamaya kâdir –dolayısıyla kapalı devre- bir teori geliştirmektense, bütünün bir kısmını sunma gayreti taşıyan bir fragman vermek Novalis’e çok daha değerli görünür. Hakikatin doğasına ilişkin bir parça sunabilmek, bir felsefecinin, bir estetin, bir şairin düşünce ve yaratıma dair en ulvi başarısıdır ona göre. Fragmanda kendini gösteren fikrî tohum ya da çekirdek eğer başkalarının dimağlarında kıvılcım yakabiliyorsa felsefe amacına ulaşmış demektir. Novalis’in bu konudaki tavrı, çok büyük ölçüde, Johann Herder’in 1770’lerden beri parça-bütün denklemi üzerine kafa yorduğu metinlerinin izinde gibidir. Bir diğer deyişle, Novalis fragmanlar aracılığıyla felsefeye sonlu bir program ya da dogmalaşmaya elverişli bir sistem getirmek yerine, ucu açıklık, geliştirilebilirlik ve hatta sonsuzluk kapısını açık tutan, okur için kasten boşluklar bırakılmış, tatlı bir entelektüel kaos hediye etmektedir. Fragmanter felsefe hem bir yazı formu hem de bir felsefi alışkanlık imkânı olarak Novalis’ten Schopenhauer ve Nietzsche’ye, onlardan da Benjamin ve Adorno’ya devrolan büyük bir miras olarak güncelliğini daima korumuştur.

***

Hem Kant’ı hem de Fichte’yi dikkatle okuyan Novalis, her iki filozofu da saygıyla selamlar ama onlara ilişkin eleştirel düşüncelerini de gizlemez. Akıl ve duygusallık, özgürlük ve gereklilik gibi dikotomileri nedeniyle Kant bir noktadan sonra dünyanın ruhunu anlamaktan uzaklaşır; Fichte ise mutlak ve özgür olmaya dair her şeyi “Ben-felsefesi” içinde toplama iddiasıyla “ego”sunu bir Robinson Crusoe hikâyesine çevirmiştir (Fichte-Studien, #5[10]). Oysa Novalis’e göre, öze, “ben”liğe dönme çağrısı yapan her felsefi çaba, ister Kantçı, ister Fichteci, isterse Schellingci türde olsun, muhakkak “Ben-dışı”, yani haricî bir temsile ihtiyaç duyacaktır. (Fichte-Studien, #11) Bu yöndeki düşüncelerini Sais Çırakları’nda, “[insan] sonsuzluğa doğru gittikçe, kendisiyle ve çevresinde yarattıklarıyla daha çok birleşir; sonsuzluğa attığı her adımda, her şeyi ebediyen kucaklayan yüce ve etik bir dünya düzenini, yani kendi benliğinin kalesini daha belirgin biçimde fark eder,” diye ifade eder.[11]

Novalis’e göre, bu noktada, “Ben”in “kendinde-olan”ıyla ilgilenmek yerine, “Ben” ve “ben-dışı” ayrımlarını bütünleştirebilme becerisi aranmalıdır. Yani “Ben”i tanıyıp anlamakla “öteki” olana ulaşmak ve birinin diğerine varoluşsal bağını –hatta bütünleşikliğini- hatırda tutmak gerekmektedir (Bu düşünce Novalis’i iki tarihselci düşünürle; Herder ve Schleiermacher ile daha da yakınlaştırır).

Bu konuda “Keşke insan, doğanın iç müziğini anlayabilse ve dış ahengini hissedebilse. Ama insan, hepimizin birbirine ait olduğunu ve birimiz olmadan öbürümüzün var olamayacağını neredeyse hiç bilmez,” der Novalis.[12] Ancak doğaya hayranlıkla bakan sanatçıların –özellikle de şairlerin- ruhsal bir yükselişle duyumsadığı vecd/ecstasy halini de betimler ve insanları şairleşmeye, dünyayı şiirselleştirmeye, yaşamı ve yaşıyor oluşu romantikleştirmeye çalışır. Hakikaten, vecd halinde ortaya çıkan yüce bir duygu her şeyi çözen bir buhar gibi insanın ruhunu kaplarken, “insan tatlı bir korku içinde titreyerek doğanın karanlık ve davetkâr kucağına bırakır kendini.”[13] Novalis bu “kendinden geçiş”te, ben ve ben-dışıyı, insan ve doğayı, kutsal olanla profan olanı, yaşamla ölümü bütünleştiren yaşamsal ve sanatsal bir güç görür.[14]

Benzer görüşleri savunan ve “Doğa yegâne mabettir” ya da “İnsan semboller ormanından geçerek yaşar” diyen diğer Romantikler de sadece göl kenarlarında, uçurum kıyılarında, huzur veren çayırlarda değil; ortaçağ kalelerinde, mezarlıklarda, yıkıntılar arasında da dolaşmaya ve doğayla yeni bir iletişim kurmaya koyulur.[15] Bu yönelim pek çok dinsel deneyime kapı açar elbette. Novalis’in, bir yandan Napoléon ordularının Roma’da Papa VI. Pius’u esir alıp sürgüne gönderdiğine (ardından da orada öldüğüne) dair haberlerin geldiği, bir yandan da veremle mücadele ettiği sıralarda yaşadığı yoğun dinselleşme deneyimi de, sonraki yıllarda muhafazakâr düşüncenin estetik anlayışına önemli yol işaretleri bırakmasına yol açmıştır.[16] 

Novalis’in entelektüel sorumluluk, öz-düşünüm ve otonomi vurguları, kişisel kendini-inşa faaliyeti olarak Bildunga zemin hazırlar. Bildung ile özgür düşüncenin gerçekten mümkün olabildiği bir eşikten geçilir ve şeyleri felsefileştirmek(le yetinmek) yerine varoluşsal bütünlüğü içselleştirmek öne çıkar.[17] Yaşam felsefesi (Lebensphilosophie) ile bütünleşen ontolojik sorgulama ve estetik, Novalis’te bir kez daha hayatı şiirselleştirme, insanı şairleştirme çabası olarak karşılık bulur. Yani felsefileştirme, Novalis’te şiirselleştirmeye ve dolayısıyla romantikleştirmeye dönüşür.

Mutlaklık ve özgürlük ancak şairlerin doğayı kendi varlıklarının bir parçası olarak görüp ondaki temsillerle bütünleştiğinde gerçekleşir. Onun tabiriyle, “Şiir zihnin temsilidir –bütünlük içindeki iç dünya.”[18] Bu da ironi, mizah, parçacıklar koleksiyonu yapmakla mümkündür. Dahası böylesi şairane bir kavrayış aynı zamanda, insanı, labirentlerle dolu bir bütün olan doğadan ayrıştırmadan, onun içinde, onunla bütünleşmiş halde görmeyi de önermektedir. Yani Novalis’in “dünyayı romantikleştirme” çabası, onu görme biçimlerimize derinlik katarak, “eleştirel bir kendini-anlama felsefesi”ni de bünyesinde barındırmaktadır. Bunun için yapılması gereken şey doğayla konuşmak ve doğanın bizimle konuştuğunu keşfetmektir. Bu yaşamı mistikleştirmeye de kapı aralar[19]–ki Novalis’in melankolisi onu Pietizmle birlikte de değerlendirmeyi gerektirecek yoğunluktadır.

Bildung bu noktada insanın, kendini eğiterek var etmesi adına, doğaya dönük düşüncelerinin derinliğini ve çeşitliliğini besleyen her türlü geleneği, kültürü, dinsel ve tarihsel birikimi önemsemek anlamını kazanır. Bu ilk bakışta fazlasıyla Herderci bir yaklaşımdır, ancak Novalis’in Herder’in filoloji ve felsefe odaklı çalışmalarından öteye, sanatın dünyasına sıçramasıyla konu başka boyutlar kazanır.

***

Novalis’in genel olarak sanat ve özellikle de edebiyat anlayışı, Heinrich von Ofterdingen gibi bir romanda belki de en iyi ifadesini bulur. Her ne kadar tamamlanamamış olsa da, estetik meseleler üzerine bolca meta-fikir içeren bu roman, doğanın kendisinin bir sanat eseri olarak görüldüğü bir “büyülü idealizm” edebiyatıdır.[20] Alman Romantizminin edebiyat anlayışına dair en iyi örneklerden biri olan Heinrich von Ofterdingen, Katolik birliği halindeki ortaçağda, rüya gibi bir atmosferde geçer.[21] Bu roman, gereklilik ve özgürlük, kavrayış ve anlayış arasındaki olası gerilimi ortadan kaldıran ve insanlara “dünyaya ait olma” ve doğanın içinde “evde olma hissi” veren, “daha derin bir anlam” arayışının ve mükemmelliğin ifadesidir.

Novalis bu eserde Rousseau’nun uygarlıktan kaçış felsefesine tümüyle yönelmese de, Sanayi Devrimi ve Fransız Devriminin yarattığı çifte şok ve dehşete (terör) karşı doğayı bir sığınak olarak görmüş gibidir. 18. yüzyılın son çeyreğinde hem kültürel bir rasyonelleşme hem de dinin değer yitimine uğraması gibi gelişmelerin neticesinde,[22] Friedrich Schiller’in belirttiği ve 1917’de Max Weber’in kavramsallaştırdığı gibi, “dünyanın büyüsü bozulmakta” (Entzauberung der Welt) ve “Tanrısız bir doğa”dan (die entgötterte Natur) bahsedilmektedir.[23] Novalis, işte bu kültürel ve bireysel kasvet ikliminde hem geceye hem doğaya övgüler yazmıştır…

Gerek geçmişin, gerekse çağdaş kültürlerin saygın birikimiyle karşı karşıya gelmek Novalis için büyüleyici bir yaşam deneyimidir. Evrensel olana parçacıklar, kırıntılar, yerel kültürler yoluyla uzanmak ister. Bildungun kendisi bile bu yolda başlı başına bir sanat hissi vermektedir. İnsan bu estetize edilmiş Bildung ile şairleşirken, sadece doğayı değil, kendisini de nesneleştirerek bir şiire dönüştürebilmelidir. Özlem ve melankoliyi, yaşam enerjisi ve ruhsal aydınlığa erme haline taşıyabilen şey, doğayla kurulan o en çıplak temas ve onun sağladığı kendini-inşa deneyimidir. Bu durumu, doğanın kendisini bir sanat eseri olarak resmettiği Sais Çırakları’nda şöyle dile getirmektedir:

“İnsanlık şairlerde en mükemmel ifadesine kavuşur. Şairlerin parlak aynasında ve devingenliğinde her bir izlenim sonsuz çeşitlilik içinde her yöne yayılır. Şairler doğada her şeyi bulur. Yalnızca onlara yabancı gelmez doğanın ruhu, boşuna değil Altın Çağın tüm saadetini çevrelerinde aramaları. Onlara göre doğa, sonsuz bir ruhun tüm çeşitliliğini taşır; en zekiden daha zekidir, tüm insanlardan daha canlıdır, hünerli kıvraklıklarla ve buluşlarla, karşılaşmalar ve sapmalarla, büyük fikirler ve küçük tuhaflıklarla şaşırtır bizi. Doğanın hayal gücü yorulmak bilmez ve onu çevresinde arayanın çabası boşa gitmez. Doğa her şeyi güzelleştirmeyi, canlandırmayı ve onaylamayı bilir (…) Rüzgâr, çeşitli dış nedenleri olan bir hava hareketi olabilir; ama yalnız ve özlemle dolu yürekler için, kulaklara fısıldadığında, sevilen topraklardan estiğinde, sessiz bir ıstırabı, binlerce karanlık ve melankolik sesle bütün doğanın derin ve melodik bir iç çekişine çevirdiğinde daha fazla bir şey değil midir? Genç bir âşık, bahar çayırlarının taze ve mütevazı yeşilinde, çiçeklerle kaplanmış ruhunun büyülü hakikatini hissetmez mi? En pahalı şarapla kendinden geçmek isteyen şehvetli bir ruhun şatafatı, geniş yapraklar arasında yarı saklanarak parıldayan bir salkım üzümden daha mı lezzetli ve canlıdır?”[24]

Bir başka yerde de şöyle der:

“Yalnızca dingin, duyarlı bir zihin anlar bitkilerin dünyasını, yalnızca neşeli bir çocuk ya da bir yabani anlar hayvanları. Taşları ya da yıldızları henüz birisi anladı mı, bilmiyorum, ama anladıysa mutlaka yüce bir varlık olmalı. İnsanlığın ihtişamının kayıp bir çağından bize kalan heykellerde öyle derin bir ruh, taşların dünyasına dair öyle ender bir kavrayış aydınlanır ki, bu kavrayış, heykellere bakan duyarlı bir seyirciyi içe doğru büyüyen taştan bir zırh gibi kaplar.”[25]

Bunun gibi onlarca ifadenin yer bulduğu romanlarında doğaya sevgiyle ve hayranlıkla bakan, hatta doğayla ilişkisini yer yer erotikleştiren yaklaşımıyla Novalis, Alman düşüncesinde önemli bir yer işgal eden Naturphilosophienin Fichte’nin yönlendirdiği ana yolundan ayrılır. Novalis insanın kendi benliğinde gördüğü, “karanlık bir yaşam gücü olarak doğanın etkisini” yeni bir mertebeye koyar. Ona göre, içgüdüsel, sezgisel, bilişsel ya da kavramsal bir yaratıcı güçtür doğa:

“İçimizde, sonsuz derinlikte bir merkezden her yöne yayılan gizemli bir güç vardır. Duyularla algılayabildiğimiz ve algılayamadığımız harikulade doğa bizi sardığında, bu gücün, doğayla kurduğumuz duygudaşlığın ifadesi, doğanın çekimi olduğuna inanırız.”[26]

Novalis, insanın üzerindeki doğa etkisine “adı konmamış güç” der; ve ona göre, bu istenç başlı başına büyülü bir şeydir.[27]

Novalis’e göre, her türlü manevi deneyim, sihirli bir değneğe temas etmeye benzer ve insanın ruhu doğayla bütünleştikçe büyülenir. Büyüleyen de, büyülenen de efsunludur, büyülüdür. Aydınlanma filozoflarının dilindeki “akıl” usulca çıkılan bu yolculukta, artık çok gerilerde kalır. Kozmik sorular sormaya başlayan insan, uçuruma adım atmaktan korkmayan bir delidir artık; ve “Delilik ve büyülenme birbirine çok benzer. Büyücü deliliğin sanatçısıdır”[28] diyen Novalis, büyüsü bozulan dünyayı yeniden büyülemek (Wiederverzauberung der Welt) isteyen bir sanatçıdır.[29]

***

Ölümünün ardından Novalis’in aşırı hassas bir şair portresine dönüştürüldüğünden bahsetmiştik. Sonraki yıllarda başta Novalis’in ismi büyüdükçe büyüdü. Önce Hegel’in eleştirileri, ardından 1820’lerden itibaren yayımlanan Toplu Eserler’i, Novalis’i giderek genişleyen çevrelerce tanınan birine dönüştürdü. Zamanla, ona atfedilen kırılgan, solgun ruhlu şair tasviri değişmeye başladı. Novalis hiç de naif ve öte-dünyacı biri değildi. Katolik Hıristiyanlığa ve ortaçağa dönüş çabası da, ölüm felsefesi de, yaşam felsefesi de, doğa felsefesi de, tekrar tekrar yorumlandıkça, Novalis’in entelektüel derinliği ve ne denli bereketli bir edebi-felsefi miras bıraktığı görüldü. Friedrich Nietzsche onun dil kuramının izinden gitti. Richard Wagner’in Tristan und Isolde operası doğduran doğruya Novalis’ten ilham almıştı. Wilhelm Dilthey onu estetik ve hümanist düşüncenin peygamberlerinden biri olarak selamlarken, György Lukacs Roman Kuramı’nda onu Alman edebiyatının en parıltısı isimlerinden biri olarak andı. Walter Benjamin ise Novalis’i modern eleştiri kavramının, Avrupa avangardının ve estetik modernizmin gerçek babası olarak niteledi.

Alman Romantizminin en ikonik figürlerinden biri olan Georg Philipp Friedrich von Hardenberg, nam-ı diğer Novalis, pek çok bakımdan tanınmaya, okunmaya ve tekrar tekrar yorumlanmaya değer bir isim…   


[1] Bu çöküş döneminin halet-i ruhiyesini, ünlü Geceye Övgüler’inin yanı sıra, Novalis’in notlarından oluşup Mahrem Günce ismiyle yayımlanan kitapçıkta bulmak mümkün. Bkz. Novalis, Mahrem Günce, çev: Mehmet Barış Albayrak, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınları, 2017.

[2] Novalis, Fragmanlar, çev: Battal İnaldı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987.

[3] Novalis bu çalışmasını Athenäum dergisine göndermiş ve Friedrich Schlegel yazıyı yayınlamayı çok istese de, Goethe, Schelling ve Schiller gibi daha kıdemli yazarların etkisiyle, çalışmayı geri göndermek zorunda kalmıştır. Hıristiyanlık ve Avrupa, Novalis’in ölümünden yirmi beş yıl sonra, 1826’da yayımlanabilmiştir.   

[4] Novalis, Geceye Övgüler, çev: Ahmet Cemal, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 6.baskı, 2018. Kitabın bir de Geceye Kasideler (çev: Melahat Togar, İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 1995) adlı bir çevirisi bulunmakta.

[5] Novalis, Heinrich von Ofterdingen, çev: İclal Cankorel, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2014.

[6] Novalis, Sais Çırakları, çev: Mehmet Barış Albayrak, İstanbul: Notos Kitap, 2. baskı, 2017. (Baskısı bulunmayan bu edisyonun bir kopyasını benimle paylaşma inceliğini gösteren Gamze Keskin’e müteşekkirim.)

[7] Novalis şiir ve şairden bahsederken de “Dünya romantikleştirilmeli. Ancak bu şekilde onun gerçek sırrına yeniden varılabilir” der. Fragmanlar, s. 23.

[8] Rüdiger Safranski, Romantik: Bir Alman Sorunsalı, çev: Ali Nalbant, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2013, s.11.

[9] Gerhard Schulz, Die deutsche Literatur zwischen Französischer Revolution und Restauration, 1789-1830, Band VII/I, C. H. Beck’sche Verlag, 1983, s.72. (Çeviri Lale Göksu’ya ait)

[10] Dalia Nassar, “Interpreting Novalis’ Fichte-Studien”, Deutsche Vierteljahrsschrift für Literaturwissenschaft und Geistesgeschichte, Vol. 84, No. 3, (2010), s. 315-341. Ayrıca bkz. Novalis, Fichte Studies, çev. ve der: Jane Kneller, Cambridge: Cambridge University Press, 2003.

[11] Novalis, Sais Çırakları, s. 55.

[12] A.g.e., s. 73.

[13] A.g.e., s. 99.

[14] Dinselleşme sürecindeyken Novalis’in, Nietszche’den çok önce, “insan olmanın yeterli olmadığını” yazdığını ve “onun da üstünde bir şey olmanın” yollarını aradığını hatırlamak gerekir. Novalis’e göre, aydınlanmış bir ruh için “insandaki ezeli eğilim ve gaye mükemmel insan olmaktır.” Novalis, Fragmanlar, s. 59. Aynı dönemde Novalis şöyle de yazmaktadır: “Her şey besleyici olmalı. Her şeyde hayat arama sanatı. Hayatın amacı, her şeyi canlandırmaktır. İstek yaşamaktır.” A.g.e., s. 72. Bu dönemde Novalis ve diğer Romantikler arasında Hıristiyanlık hakkındaki verimli tartışmalar için bkz. Oskar Walzel, German Romanticism, çev: Alma Elise Lussky, New York: Capricorn Books, 1966, s. 84-91.

[15] Novalis madenlerde yönetici olarak çalışırken, alışılagelenin aksine, işçilerle beraber yeraltına inerek mezarda olma halini deneyimler. Yaşamla ölüm arasında, aydınlık ve karanlık arasında –bir nevi “mutlu bir sekerat-ı mevt” halinde- olmayı seven şair, şiirini yazdığı karanlık ve ölümcül gece ile karanlık ve ölümcül madencilik dünyasının imgelerini birleştirir. Yeraltı, yeryüzü ve gökyüzüyle bütünleşik, organik bir yaşam alanı tanımı yapar. Yerkürenin alt katmanlarına doğru indikçe yaşamda yükselmekten söz eder.  

[16] Novalis’in 1798-1801 arasındaki dinselleşme ve Yüce Olan ile Doğa üzerinden bağ kurma deneyimi, tıpkı İngiliz romantik-mistik şair William Blake gibi, birtakım peygamberâne şeyler (vision) gördüğü yorumlarına yol açmıştır. Daha da ilginci, yine İngiliz Romantizminin önemli isimlerinden biri olan William Wordsworth, 1798 tarihli “Frost at Midnight”ını dinsel bir yoğunlaşma neticesinde Novalis’le aynı bütüncül felsefeye bağlamakta ve şöyle demektedir:

So shalt thou see and hear

The lonely shapes and sounds intelligible

Of that eternal language, which thy God

Utters, who from eternity doth teach

Himself in all, and all things in himself.

[17] Fragmanlarından birinde şöyle der: “Doğanın bütün unsurları tek bir güçtür!” (Alle Naturkrafte sind nur eine Kraft).

[18] “Poesie ist Darstellung des Gemüths – der inneren Welt in ihrer Gesamtheit.”

[19] Yeni bir Hıristiyanlık, inanç ve Tanrı anlayışına varmak ve bunu transandantal felsefeyle ilişkilendirmek amacıyla mistik bir dünya görüşü, çok yüksek bir eğitim seviyesi ve sıkça hissedilen Pietistik etkiler Novalis’te birleşir. Bu yüksek mistik düşünce dolayısıyla Novalis’in bazı şiir ve şarkıları çok geçmeden Lutheran ilahiyat kitaplarına dâhil edilerek nesilden nesle okunur hâle gelmiştir.

[20] Kristin Gjesdal, “Georg Friedrich Philipp von Hardenberg [Novalis]”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Sonbahar 2014 edisyonu), Edward N. Zalta (ed.), https://plato.stanford.edu/archives/fall2014/entries/novalis

[21] Rüdiger Safranski’den öğreniyoruz ki, Novalis 27 Şubat 1799 tarihli mektubunda Caroline Schlegel’e Heinrich von Ofterdingen’den bahsedip, “Bütün ömrümü tek bir romana yöneltmek istiyorum; bu roman tek başına koca bir kütüphane oluşturacak” diye yazacak ve Almanlara tüm romantik mitlerinin şiirini sunmak isteyecek kadar heyecanlıydı. Bkz. Rüdiger Safranski, Romantik: Bir Alman Sorunsalı, s. 115.

[22] Novalis karakterini mutsuz bir tonla şöyle konuşturur: “Bizim yaşadığımız yüzyılda öteki dünyayla doğrudan bir ilişki kurulmuyor artık. Bugün artık doğaüstü konularda bize gerektiği kadar bilgiyi veren tek kaynak, eski hikâyeler ve yazılar.” Novalis, Heinrich von Ofterdingen, s. 24.

[23] Bu konuda detaylı bir makale için bkz. Sara Lyons, “The Disenchantment/Re-enchantment of the World: Aesthetics, Secularization, and the Gods of Greece from Friedrich Schiller to Walter Pater”, The Modern Language Review, Vol. 109, No. 4 (Ekim 2014), s. 873-895.

[24] Novalis, Sais Çırakları, s. 85-87.

[25] A.g.e., s. 89.

[26] A.g.e., s.37.

[27] Safranski, Romantik: Bir Alman Sorunsalı, s. 122.

[28] Novalis, Fragmanlar, s. 91.

[29] Bu konuda Novalis’le Walter Benjamin arasında, dünyanın yeniden büyülenmesinin diyalektiğini sunan bir metin için bkz. Kai Nonnenmacher, “Dialektik der Wiederverzauberung. Novalis und Walter Benjamin: Ein Totenreichtrauerspiel”, https://edoc.hu-berlin.de/bitstream/handle/18452/6396/nonnenmacher.pdf?sequence=1&isAllowed=y