Ana Sayfa Kritik “O Ki, YARATTIĞI HER ŞEYİ GÜZEL YAPTI.”

“O Ki, YARATTIĞI HER ŞEYİ GÜZEL YAPTI.”

“O Ki, YARATTIĞI HER ŞEYİ GÜZEL YAPTI.”

Güzellikle, zevkle, insan sağlığına en ufak saygıyla ilgisi olmayan bu ucube binaların hepsi, gariptir, bir “konsept” ihtiva ediyor. Hepsi hayatlarımızı değiştiriyor, hayallerimizi gerçekleştiriyor, elit semtlerde, aradığımız “premium” yaşamları, yatırım uzmanlarının güvencesinde altın tepside önümüze koyuyor.

Güzel nedir?

Dillendirdiğim, insanoğluyla yaşıt sorulardan biri. Tarih boyunca filozofların, sanatçıların, zanaatkârların, kralların, peygamberlerin, bilim adam ve kadınlarının; ilk çağların mağara insanlarından, günümüzün modern bireylerine; hayatlarımızı, entelektüel uğraşlarımızı, duygularımızı ve düşüncelerimizi meşgul etmiş, kuramlara, okullara, akımlara konu olmuş bir soru. Estetik “aithetikos” ise, köken olarak Antik Yunan’da “algılama” anlamına gelen, felsefenin güzellikle, sanatla, iyi zevkle ilgili bir alanı. Bir şeyi güzel, çirkin, eğlenceli, sevimli, yapay, uyumsuz, sıkıcı, trajik yapan nedir, yargılarımızı neye göre oluştururuz, bunların sanatla, ahlakla ilişkileri nedir gibi sorulara cevaplar bulmaya, aynı zamanda sanat, kültür, doğa üzerine eleştirel düşünceyi geliştirmeyi amaçlayan bir dalı.

Sorumuza dönecek olursak, güzel nedir, güzelliği tarif edebilir miyiz? “Güzel” nesnesi olmadan tarifi zor bir kavram, nesnesiyle bile kelimeleri yetersiz bulabileceğimiz, bundan dolayı sanatçıların değerini belki de yeniden keşfedeceğimiz cinsten… Sıradan insanlar olarak aklımızda ilk belirenleri bir araya getirsek, muhtemelen kendisinden ziyade bizde bıraktığı etkiyi tarif ederiz. Evet, güzel olan, bizde bir etki bırakandır, ruh halimizi değiştiren, moralimize, düşüncelerimize, duygularımıza, davranışlarımıza yansıyan, ilgimizi çeken, hoşumuza giden, kendisiyle aramızda bir bağ kuran, bize mutluluk, neşe verendir.

“Gökleri yedi kat yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında bir düzensizlik göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görüyor musun?”

(Mülk Suresi, 3. Ayet)

Immanuel Kant’a göre “güzel”, kendi dışında bir amacı olmadan, çıkarsız ve zorunlu olarak herkesin hoşuna gidendir. Yani, bir şeyi güzel olarak tarif ettiğimizde onun bize faydasından, bize hoş görünmesinden bahsetmeyiz, o şeyden bahsederiz. Güzele dair bir bilginin, kavramın olması gerekmez. Güzelin uyandırdığı duygu hemen algı ile başlar, hazzı apansızdır, büyüleyicidir, saftır, hayal gücümüz ile düşünme yetimiz arasındaki birliktelikten, yani uyumdan gelir.

Güzel, her yerde, her nesnede, davranışta, hayatın her alanında, her şeyde olabilir, her şeye güzellik açısından bakabiliriz. Kant’a göre, güzellik objektif ve evrenseldir ve “doğa” her zaman estetiğin en başında gelir, çünkü “özgür” güzelliktir. Onu kirleten başka aracı kavramlar, düşünceler, nedenler, çıkarlar yoktur ve sadece rasyonel insanlar estetik bir yargı ifade edebilir. Çünkü insan doğanın hem içinde hem de dışındadır. İnsan doğaya, dışına çıkarak tefekkür içinde, yani iç âleme dalarak bakar, bu rasyonel varlık için gereklidir. Düşünceleri ve eylemleriyle bu dünyada konumlanmış insan, bu içsel yetisi olmadan kendi varlığının öneminin farkında olamaz. Dünya ve insanın yetileri arasında harmoni-uyum vardır.

“Bakmazlar mı yağmur yüklü bulutlara ve görmezler mi nasıl yaratılmış onlar? Ve bakmazlar mı göğe, nasıl yükseltilmiş? Ve dağlara nasıl sağlamca dikilmiş? Ve toprağa nasıl yayılmış?”

(Gaşiye Suresi, 17-20. Ayetler)

AKLIN TALEPLERİ

Düşünceleri ve pratikleri, yani fikirleri ve onları hayata geçirme şekilleri “akıl” tarafından yönlendirilen, ne yaptıklarını, neye inandıklarını bilen, birbirinin inanç ve eylemlerini tartışarak ve ikna ederek etkileyen insanlar, rasyoneldir. Kant’a göre akıl, hem teorik hem de pratik uygulamada, yani eylemde, kendini gösterir. Rasyonel insanın hem düşüncesi hem de eyleminin esin kaynağı ve yine sınırlayıcısı akıldır. Aklın taleplerini tatmin eden, doyuran, aklın prensiplerine göre hareket eden rasyonel bir varlık, zorunlu olarak araç değil, bir amaçtır ve amaç olarak değerlendirilir. Çünkü bu kendinde olan, içsel bir değerdir. Doğru ve yanlış arasındaki farkı bilmek, duyguların değil, pratik aklın kendinde olan bir yetisidir, içseldir. Herkes, bütün insanlar pratik akla sahiptir. Dolayısıyla kendinde amaç, aklın en değerli hazinelerinden, meziyetlerinden biridir. Bu yüzden, rasyonel eylemin rehberi ahlaktır, o da: “kendimiz için istediğimizi başkaları için de istememiz” evrensel kuralıyla bizleri birbirimize bağlar.

“Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir. Yıldızlar ve ağaçlar Allah’a vecde ederler. Göğü Allah yükseltti ve dengeyi O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.”

(Rahman Suresi, 5-8. Ayetler)

Batı Aydınlanmasını olduğu kadar günümüz çevre hareketlerini, sanat ve düşünce akımlarını derinden etkilemiş filozof Immanuel Kant’ın, konumuza dair nosyonlarına dayanarak çizmeye çalıştığım bu uzun girizgâh, son on beş yıldır iktidarda bulunan AKP yönetiminin bir “estetik” veya “güzellik” kaygısının olmadığına yönelik yargımızı yeniden tescillemeye yönelik.

Başta İstanbul olmak üzere, ülkemiz şehirlerinin AKP iktidarı boyunca gömüldüğü beton yığınlarını “güzel” olarak niteleyen tek bir Allah’ın kuluyla, henüz tanışmadım. İslam’ın kutsal kitabı Kuran’ı Kerim’de “sakın bozmayın” diye buyurulan doğanın “dengesi”, özellikle son beş yılda hızla bozulmakta, “Güçlü Türkiye” sloganıyla tüm zenginliklerimiz, hoyratça talan edilmekte. HES’lerle kurutulan dereler; imara açılan, kundaklanan, yakılan ormanlar; golf alanlarına, termik santrallere peşkeş çekilen, binlerce hektarı bir gecede yok edilen zeytinlikler; beş yıldızlı otellerle, denetimsiz, plansız yazlıklarla doldurulan kıyılar; termik santrallerle, maden ocaklarıyla, çimento fabrikalarıyla havası, suyu, toprağı zehirlenen yerleşimler; barajların altında kalan binlerce yıllık tarihi kalıntılar; tarihi kalelerin yamaçlarını tıraşlayan, Roma kalıntıları üzerine kurulan mermer ocakları; delik deşik edilen dağlar, tepeler, ormanlar; kentsel dönüşüm adı altında boşaltılıp gökdelenlerle doldurulan semtler; verimli arazilere, afet alanlarına, şehirlerin sınırlı yeşil alanlarına inşa edilen AVM’ler; siteler, bloklar, TOKİ konutlarıyla kişiliği silinen, hepsi birbirinin benzeri karaktersiz ilçeler, şehirler…

GEÇMİŞTEN BUGÜNE

1960’lardan beri ülkemiz şehirlerindeki çarpık yapılaşmanın, kontrolsüz, denetimsiz rant devşirmenin aracı olan müteahhitlik müessesesi,  AKP dönemi estetik yoksunluğunun, doğa, kent, tarih, yaşam tahribatının da baş aktörü ama bu sefer, şimdiye kadar tüm hükümetlerin beceremediği kadar hızlı ve büyük ölçekte, yoğun bir tempo içinde, yangından mal kaçırırcasına çirkinlik üretmekte. Milli gelirdeki payı yüzde 30’lara ulaşan inşaat sektörü, bu müteahhitlerin belirttiği gibi ülke ekonomisinin “yegâne” lokomotifi. Kasım 2015 seçim sonuçlarını “Artık milletimizin ve inşaat sektörünün önü açıktır” (1) diye karşılayan bu müteahhitlerin, 2017 şaibeli referandum sonucunu da aynı coşkuyla karşıladıkları su götürmez bir gerçek.

“Biz insanı, en güzel bir biçimde yarattık.”

(Tin Suresi, 4. Ayet)

Küçüklü büyüklü, hemen her alanda faaliyet gösteren bu müteahhitlerin ve şirketlerinin oluşturduğu çirkinlik estetiğinin propagandasını ise son yıllarda tüm medya kanallarında gördüğümüz rezidans ve iş merkezi reklamları oluşturuyor. Bir zamanlar yemyeşil tepelerle, camilerin kubbeleriyle, yerle göğü birleştirerek ilahi olana ulaşma isteğini sembolize eden minarelerle süslü İstanbul’un siluetini şimdi bu biçimsiz, cam ve beton kulelerin doldurması yetmiyormuş gibi, sabah akşam televizyon ekranlarından maddiyat hırsı ve açgözlülük, özenti ve zevksizlik, yalanlarla süslenerek pazarlanıyor. Hepsinin reklam tanıtımları benzer ifadelerden oluşuyor, sanki önlerinde uçsuz bucaksız bir betonu yığını uzanmıyormuş gibi, nasılsa, hepsi “eşsiz doğa manzarasına sahip” oluyor.  Güzellikle, zevkle, insan sağlığına en ufak saygıyla ilgisi olmayan bu ucube binaların hepsi,  gariptir, bir “konsept” ihtiva ediyor. Hepsi hayatlarımızı değiştiriyor, hayallerimizi gerçekleştiriyor, hepsi elit semtlerde, aradığımız “premium” yaşamları, yatırım uzmanlarının güvencesinde, güvenli ortamlarda, “mahalle kadar sıcak”, AVM kadar dinamik bir şekilde, “şehrin ruhuyla” birlikte altın tepside önümüze koyuyor.

İşin ilginci ise, yeşil alanlarımızı, kıyılarımızı, dağlarımızı, tepelerimizi, şehirlerimizi, kültürel mirasımızı işgal etmiş olan bu “yaşam mimarlarının” hiçbirinin bize reva gördükleri bu beton yığınlarında yaşamayı seçmiyor, istemiyor olması. Hepsi ya Boğaz’da, ya el değmemiş bakir koylarda ya da bildiğiniz gibi halkın ormanlarına kurulan saraylarda ikamet ediyor. Sonuç olarak, yaşam alanlarımızı bir meta olarak gören, çıkarlarına göre talan etmeye, değiştirmeye, dönüştürmeye cüret eden bu insanlarda herhangi bir güzellik görebilmek için kendimizi epey zorlasak da, temsil ettikleri zihniyetin ne bir estetiği ne de ahlakı olabilir.

Referanslar

  1. Tahir Tellioğlu, İnşaat Mühendisleri Konfederasyonu Genel Başkanı (4 Kasım 2015), www.emlakkulisi.com
  2. Hasan Hüseyin Kargın (Nisan 2017), Immanuel Kant’ın Estetik Görüşü, www.egitisim.gen.tr
  3. Immanuel Kant, Critique of Pure Reason, Translated by J. M.D. Meiklejohn, London, J.M. Dent &Sons Ltd, 1942

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl