Ana Sayfa Litera Ölmüş Roman Kahramanı Arkasından Konuşulmaz

Ölmüş Roman Kahramanı Arkasından Konuşulmaz

Ölmüş Roman Kahramanı Arkasından Konuşulmaz

Truva Savaşına İthaka Kralı Odysseus’un zoraki katıldığını biliyoruz.

Onu savaşa çağırmaya gelen diğer Yunan krallarına, deli numarası yapıp kendisini azletmelerini dahi tasarlamıştı zeki ve kurnaz Odysseus.

Ama ya bütün bunlar gerçek değildiyse!

Odysseus yoksa ayak direyerek gidiyormuş gibi davrandığı bu savaşı karısından kaçmak, uzaklaşmak için sonradan bir fırsat mı saymıştı?

Homerik kahramanımız Odysseus için soruyu böyle kurgulayıp sorarsak, nasıl bir sonuca ulaşırız?

Odysseus’un Truva Savaşı ardından hemen geri dönmediğini biliyor, on yıl süren sürükleniş dolu maceralarından hatırlıyoruz.

Aslında karısı Penelope’e kavuşmak istemediği, sırf bu nedenle ülkesi İthaka’ya dönmemek için Arşipel’deki seyahatini fuzûli yere on yıl kadar uzattığını düşünerek soralım:

Yoksa Penelope kocasına sebebi belirsiz bir nefret duyuyor ve onun, geri gelip, çevresini saran erkekleri tek tek öldürerek yeniden kalbini fethetmesini bekliyor diye Homeros’un kahramanı kaderini oyalıyor muydu?

Bu tuhaf ve hatta tuhaftan da ötesi iddiayı, büyük Truva destanları olan İliada ile Odysseia’yı insanlığa hediye etmiş Homeros’tan beri kimse ortaya atmamıştır.

Bunu ancak bir roman yazarı yapabilirdi; yaptı!

1907 doğumlu Alberto Moravia’nın Küçümseme başlıklı yapıtıyla, 20.yüzyılın İtalya’sındayız.

Bir İtalyan orta sınıf ailesi; karı koca… Çocuksuz!

Kadın kocasına deli divâneyken birdenbire, her ne olduysa, aşkını ıskartaya çıkarır.

Dahası, yavaş yavaş nefrete karışan bir küçümsemeyle kocasını hakir görecek, belki roman sayfalarında henüz onu aldatmayacak ama biz okurların beklentisini bu yöne kışkırtacaktır.

Sanki bir başkasının yatağına girişi, eli kulağındadır.

Karısının birden zalimleşmiş yüzüyle karşılaşan kocası en azından evliliğini kurtarmak için, belki aşk tekrar zamanla kapıyı çalar diye sabır taşı kesilir; biz okurlar bu işin sonunu ¨çakarız¨ lakin dilimiz lâl olur, susarız.

Cassandra Kompleksi’dir bu, anlar, görür, hissederiz de hiç anlatamayız.

Aşkı bir yana koyun, eşinin sevgisini, dostluğunu dahi kaybeden koca zaman zaman öfke nöbetleri geçirir.

Erkeğin bu öfke ve asabiyet anlarında kadın, bir fahişe gibi, kocasına vücudunu sunmaktadır; onu oyalayan bir emzik gibi kullanır bedenini…

Erkek ise, evliliğinde bu dert ortaya çıktığı ilk zamanlarda sevişmenin sanki aşkı kurtarmaya yeteceğine inanır; sonraları bundan vaz geçer.

1950’lerin İtalyan dekoru içinde yaşanan bir çözülmeyi anlatır roman.

Bu sıradan hikâyenin akıcı anlatımı böyle sürüp gider fakat yer yer misojeniye saplanan kurgusuna okur tam da alışmışken, yazar okuruna kıvrak bir çalım atar:

Tarihin en büyük eserlerinden birisiyle, kıran kırana, kıyasa kalkışır.

Okurunu alır getirir, Homerik Metni tersinden anlamaya davet eder.

Bu defa, karısının aşkını arayan Signore Molteni’yi tersine bir Odysseus’la karşılaştırmaktadır yahut karısı Signora Emilie’yi zıddına bir Penelope’yle. Her şey allak bullak olur, okurun zihninde…

Roman ansızın felsefi bir metin olup çıkar ve okurunu tartışmanın tam da merkezine çekiverir.

Böylece; Tarihin büyük savaşlarından Truva kuşatmasına katılmamak üzere Odysseus’un ayak dirediğine dair önbilgilerimizle çelişen bir iddiayı, romanda roman kahramanlarının konuşmalarında dinliyor, bu konuşmaya mülaki oluyoruz.

1990’da hayatını kaybeden romancımız Alberto Moravia olunca, o güçlü kalemin ucundan çıkan Küçümseme başlıklı eseri, hikâyesinin sadeliğine karşın asla küçümsenemez.

Roman kahramanı Richard Molteni senaryo yazarlığı yapacağı bir filmin konusu ve temel meselesi üzerine yapımcıyla Odysseus’u tartışmaktadır.

Yapımcı, ısrarla, Odysseus’un aslında eşinin ihanetini evvelden kabullenircesine karısının nefretine sebep olacak davranışları hazırladığı, ancak savaşa gidiyor gerekçesiyle evliliğini terk ettiğini söylemektedir.

Romana bakılırsa, filme çekilecek modern versiyonuyla Odysseus için bu noktadan yola çıkılacaktır. Senarist Molteni buna tamamen karşıdır; Homeros, kahramanını böyle kurgulamamıştır, diye kesinkes cevap verir; her türden maddi ve paraca zorluk ve mecburiyetlere rağmen bu film projesinden ayrılmayı göze almıştır.

Roman kahramanı Molteni, bu kıyaslamayla bir açmazın önüne getirilir, okur huzurunda bir seçime zorlanır:

Şayet Odysseus, İthaka’daki sarayını ve eşini-aşkını elde etmek için yokluğu sırasında ortaya çıkan rakiplerini öldürmek zorundaysa, ancak böylelikle kadınının sevgisini kazanabilecek ve onun küçümsemesini, nefretini izale edecekse, eğer biz okurlar bunu önkabulle bir kez olsun dile getirirsek, Molteni’nin de kaçınılmaz olarak ve bizleri memnun etmek için aynı yolu izlemesi gerekecektir.

Nitekim Emilie’nin peşinde olan film şirketi patronu Signore Battista, senarist Molteni’ye rakiptir, eşini tekrar kazanması için öldürülmesi gereken kişidir.

Molteni’nin senaryoyu yazmak üzere eşini de yanına alarak gittiği rakibi-patronun Capri Adasındaki muhteşem villasında İtalyan usulü bir cinayet okuyacağımızı beklerken, Emilie’nin bir trafik kazasıyla ölüm haberi gelir; mesele böylece çözümlenir.

Penelope ölmüştür, Odysseus’a artık bir cinayet işlemek fuzulidir; Homeros yanılmıştır.

Moravia’nın Il Disprezzo – Küçümseme başlığıyla 1954’de yayınlanmış romanı kısa sürede dünya dillerine çevrilmekle kalmadı, 1963’de ünlü Fransız yönetmen Jean-Luc Godard tarafından beyazperdeye de aktarıldı. Filmde Emilie rolünü beyazperdenin gelmiş geçmiş en ele avuca sığmaz kadın oyuncularından Brigitte Bardot’nun canlandırdığını hatırlarsak, romanda eşini küçümseyip ondan nefret duyan kadını kolayca hissetmek mümkün olur diye, sinemaya bir bilet alırız.

Hemen tüm romanlarında kadına ve dişi bedenine duyduğu hayranlığı saklamayan Moravia’nın, cinsel tutkuları gizlemediği ancak, öte yandan, üstü –gayet güzel– örtülü bir misojenik üsluba sık sık yer verdiği biliniyor; bu romanında da buna tanık olunacaktır. Başkaları da var!

Tahsin Yücel çevirisiyle Varlık Yayınları tarafından ilk kez Türk okuruna sunulmuş Moravia’nın Evlilik adlı bir başka, kısa romanında benzerliğe rast geliyoruz.

Bir roman yazarıyla evli olan Leda adlı kadın, eşi eserini adam gibi oturup yazsın diye gittikleri bir taşra kasabasında, can sıkıntısından olacak herhalde, yazarın tanımıyla eciş bücüş bir adam olan kasabanın berberine sadece bir gece koşturup kendisini teslim etmesi unutulmaz bir epik sahnedir. Moravia bu romanında okurunu, evli ve üstelik de mutlu bir kadının delilik eseri bu davranışını anlamsızlaştıran, saçmalığın ta kendisi gösteren bir epik sahneye davet eder.

Moravia’nın yaşamı da kadınlarla inişli çıkışlı ilişkilerle dolu. İtalyan kadın romancı Elsa Morante’yle fırtınalı evliliğinden sonra, kendinden bir hayli genç, ¨Yahudi kanı taşıyan İspanyol asıllı İtalyan¨ Carmen Llera’yla yaşamını tamamlar.

Carmen’in ismiyle müsemma flörtöz ilişkilerinden haberdar olduğu, ancak göz yumduğu söylenir: Lübnanlı Dürzilerin lideri Veli Canbolat’la ilişkisinden magazin bahseder; daha başkaları da…

Roman kahramanımız Molteni’yi kime benzetirseniz benzetin, fakat o tersine bir Odysseus’tur. Hayâl dünyanızı ve kitaplığınızı karıştırıp kolaçan ederseniz, Emilie’yi ise tarihin ve romanların yazdığı kendi aklına eseni yapan kadınlardan kime benzeteceğinizi bulabilirsiniz:

Frank Norris’in McTeaque romanındaki Trisa’ya mı yoksa Elias Canetti’nin Körleşme’sindeki Theresa’ya mı diye, yakıştırması size kalmıştır!

Belki Hemingway’in ¨Francis Macomber’in Kısa Süren Mesut Hayatı¨nda Bayan Margot’ya veya Emil Zola’nın Nana’sına benzetmek isteyebilirsiniz; bir ihtimal, Odysseus’u adasında alıkoyan Circa’ya bile öykündürmeniz mümkündür.

Ama bunları yapamazsınız, yapmayınız, okura bu hiç yakışmaz:

Moravia, romanında ölerek sayfaları terk edip giden kadın kahramanını saygıyla uğurlamıştır; size de onun ardından susmak düşer.

Zaten ölenin arkasından konuşulmaz; ¨De mortuis nil nisi bonum!

Küçümseme, Alberto Moravia, Çev: Eren Cendey, Destek Yayınları

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl