Ana Sayfa Kritik Organize İşlerden Akçeli İşlere

Organize İşlerden Akçeli İşlere

Organize İşlerden Akçeli İşlere

Yılmaz Erdoğan’ın son filmi Organize İşler Sazan Sarmalı vizyona henüz girmişken bu kez Netflix’e düştü! Eskiden vizyon filmleri için internete düşmek tabiri kullanılırdı. Yakın gelecekteyse dünya çapında pazarını giderek genişleten Netflix vb. ücretli içerik sağlayıcı platformların, filmlerin yazgısını daha fazla belirlediğine şahit olacağız gibi görünüyor. Bu platformların yükselişi sonucunda, alıcısına nerede ve hangi koşullar aracılığıyla ulaştığından hareketle bir kültürün tümünü temsil eden sinema ifadesini belki yeniden gözden geçirmemiz ve öykülü seyirlik yahut kurgusal içerik türünden tanımları gündeme almamız gerekecek. Kuşkusuz sinemanın geleceği üst başlığında irdelenmesi daha anlamlı olan bu mesele yazımızın boyunu aşıyor. Fakat mevzu bahis film üzerinden konuşursak yapımcı Necati Akpınar’ın dağıtım, gösterim tekelleriyle girişilen “amansız” savaşta internet platformu kozunu ertelemeden kullanması sürpriz olmadı. (İlgili habere şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.i )

Esasında yapımcıların biletten aldıkları pay konusunda yaşanan ve seyirciye yani müşteriye sanki onların kesesi de esirgeniyormuşçasına popülist bir düzlemden mısır tartışması diye aksettirilen anlaşmazlık tam çözüldü, çözülüyor derken gelen bu hamle kafaları karıştırdı. Malum, sansür maddesiyle dikkat çeken yeni sinema yasası epey ses getirmişti. Yılmaz Erdoğan da bu sürecin baş aktörlerinden, hükümete ricacılarından biriydi. Erdoğan, Timur’un karşısına çıkan Nasreddin Hoca’nın yazgısını paylaşmadı çünkü ne Timur’dan yana derdi vardı ne de arkasına aldığı kişiler hakları yenilen kişilerdi. Bir kayıkçı kavgasında müşteki sıfatını üstlenmişti ve yalnız gördüklerini anlatıyor, kendilerinin ise pek az görüldüğü’nden yakınıyordu. Yapımcılarla dağıtım tekeli Mars Grup arasında başlayan bu kavgada, son filminde de bahsi geçen canlı’nın peşindeydi.

Biletten alınan yapımcı payı, mısır promosyonları başka bir yazının konusu… Yasanın önümüzdeki temmuz ayından itibaren uygulanacağını ve bu sebeple Cem Yılmaz ile Şahan Gökbakar gibi komedyenlerin filmlerini şimdilik vizyona sokmayacağını not düşerek Organize İşler’e geçelim. Tabi Mars salonlarında fahiş fiyatlar ödeyip iki saatliğine koltuk kiralayanların en azından bir süre daha reklam işkencesini maruz kalacağını da hatırlatalım.

Akçeli İşler: Sazan Sarmalı

Başlıktan başlayalım. Yazıya Akçeli İşler başlığını attım çünkü ancak bu kadar denk gelebilirdi! Filmin yönetmeni Erdoğan’ın yıllardır akçeli işler peşinde koştuğu, ricalarının, ilişkilerinin karşılığını almaya çalıştığı biliniyor. Ortam bu kadar kızışmışken ve meydan bu kadar boşken filmini vizyona soktu, yetinmedi Netflix’e sattı, kısacası emeklerinin karşılığını fazlasıyla aldı. Peki filmi sanatsal bir değer taşıyor mu? İlk filmden bir replikle analım: “Bir: dayak nedir? İki: neden atılır?” Sazan Sarmalı için uyarlayalım. Bir: taklitler aslını yaşatır. İki: gelen gideni aratır! Bu devam filmi yaklaşık on üç yıl önce çekilen Organize İşler’in tadına erişemiyor, sadece isim hakkından yararlanıyor. Erdoğan’ın filmine dair gönül rahatlığıyla olmamış diyebiliriz. Peki neden olmamış? Öcelikle Erdoğan yaşlanmış, alıştığımız oyunculuğunu sergileyemiyor ama daha önemlisi artık hikâye kuramıyor. Organize İşler’in başarısı döneminin ruhuna uygun bir cevap verebilmesiydi fakat devam filmi ilkinin özensiz bir taklidi olmaktan öteye gitmiyor. Devam filmlerinde hikâyenin sürdürülebilirliği açısından kuşkusuz aynı karakterler kullanılır, yine benzer maceralar yaşanır fakat Sazan Sarmalı’nda tüm tiplemelerin ve reaksiyonların bire bir kopyalanmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. Bu kopyala-yapıştır mantığı filmi alabildiğine yavan kılıyor.

İlk olarak filmin konusunu aktaralım. İstanbul’a çöreklenmiş bir dolandırıcılık şebekesinin efsanevi lideri olan “organize işler” ustası Asım Noyan’ı nasıl bırakmıştık, nasıl bulduk? Çete eski elemanlarının bir kısmını yitirmiş (2016’da kaybettiğimiz Erdal Tosun-Üzeyir filmde anılıyor), kadrosuna takviyeler yapmıştır. Asım Noyan (Yılmaz Erdoğan) durularak sevgilisi Lerzan (Ezgi Mola) ile seviyeli ilişki evresine geçmiş ancak asıl darbeyi kızı Nazlı‘dan (Bensu Soral) yemiştir. İlk filmde çetenin eğlenceli ortamında sıcak bir ilişki yaşayan baba kız hayattan beklentileri farklılaştıkça kendi yollarına sürüklenmişlerdir. Film tam da Nazlı evlenmek üzereyken başlar. Nazlı’nın müstakbel kocası Bahadır (Atakan Çelik) telefondan kendini polis-savcı olarak tanıtanlar tarafından dolandırılınca işler karışır. Nazlı, meslektaşlarını bulması için babasından yardım ister. Bu esnada Asım Noyan’ın ekibi de sazan sarmalı denilen bir dolap çevirmekle meşguldür. Babasıyla birlikte demir satın aldıklarını zannederken dolandırılan Dombili (Erdem Baş) çetenin peşine düşerek bahis mafyası Sarı Saruhan (Kıvanç Tatlıtuğ) ile anlaşır. Hikâyenin gerisi de Asım Noyan’ın adamları ile Sarı Saruhan ve telefon dolandırıcısı çete arasında yaşanan kovalamaca şeklinde gelişir.

Filmin eksiklerine geçmeden iki filmin karakterlerini karşılaştırmak istiyorum. Kim kimin yerini doldurmaya çalışmış? Bu eşleşmeleri değerlendirdiğimizde filmin eksiklerini de saptayabileceğimizi düşünüyorum.

Süpermen Samet – Dombili Hakkı ve Bahadır: İlk filmin yıldızı belki de Süpermen Samet‘ti. Asım Noyan onu tesadüfen bulduğunda başarısız bir komedyen olan, hayatta hiçbir şey başaramadığına inanan Samet, sahne kostümünü giymiş, boynuna ilmeği geçirmişti. Bu adam hayattan payına düşeni alamamıştı. Bir kaybedeni canlandırıyordu ve Asım’ın dünyası onun hayal bile edemediği fakat yeniden yaşama sarılması için fırsatlar sunan bir dünyaydı. Çete içinde adeta terapiden geçen Samet yalnız bir bakış açısına sıkışarak yaşanmayacağının dersini alıyordu. İlk filmde birçok kilit espriyi sırtlayan Samet (Tolga Çevik) aynı zamanda başarılı bir komedyen olduğu için güldürü-duygusallık ilişkisini dengeli bir biçimde kuruyordu. Sazan Sarmalı’nda Samet’in rolünün ikiye bölündüğünü görüyoruz. Dürüst yönünü Bahadır temsil ederken, filmde başka bir komik olmadığından komik yanını da ne dürüst ne uyanık olabilmiş, tam bu yüzden kaybetmiş Dombili Hakkı temsil ediyor. Ancak Bahadır karakteri filmdeki birçok karakter gibi karikatürü aşamıyor. Doğrusu Bahadır’a saf kişiliği de hakkıyla inşa edilmemiş, ortaya ezik bir tip çıkmış. Alık ile Şark kurnazı arasında gidip gelen hayırsız evlat Dombili ise yetenek bakımından sınırlı bir performans sergiliyor. Her şey bir yana iki karakteri bir araya getirdiğimizde Samet’in yokluğunu dolduramıyor ne güldürüyor ne düşündürüyorlar.

Umut Ocak ve Ailesi – Nazlı Noyan: İlk filmde dolandırılan Umut’u Özgü Namal canlandırıyordu fakat Umut, Bahadır gibi basit tepkiler veren değil adaletin er geç tecelli edeceğini savunan dişli bir karakterdi. Ayrıca Umut, Beyaz Türk ebeveynleriyle birlikte ele alındığında tekin alışkanlıklarla yoğrulmuş ancak aykırılığa da tamamen karşı koymayan ve insani yönleri ağır basan karakterinin altını daha inandırıcı çiziyordu. Nazlı’nın ise tutarsız olduğunu görüyoruz. Babasıyla bir küsüp bir barışıyorlar. Aralarındaki gerilim filmin tek duygusal yükünü meydana getirirken bu sürekli küsüp barışma hali akışı bozuyor. Hele filmin sonunda babasına verdiği “nikahıma gelirsen bu pis işleri bıraktığını anlayacağım” mesajı bir hayli yersiz duruyor. Bu mesajı verdikten sonra babası nikaha gelmek yerine kızının düğün konvoyunu organize ediyor. Nazlı, babasının dürüst bir hayata geçmesi konusunda bu kadar hassas ise neden hiç tepki vermiyor?

Müslüm Duralmaz – Sarı Saruhan: Filmin en çok ilgi gören karakteri Kıvanç Tatlıtuğ’un canlandırdığı Sarı Saruhan diyebiliriz. Tatlıtuğ, Gümüş ve Aşk-ı Memnu gibi dizilerde temiz yüzlü, yakışıklı çocuk olarak tanındı ancak oyunculuğunu geliştirerek maço erkek rollerine transfer oldu. Sazan Sarmalı da aslında Tatlıtuğ’un haşin söylemini bir parça daha uçlaştırarak ondan bahis mafyasının lideri yaratmış. Üstelik ilk filmde Cem Yılmaz’ın üstlendiği Müslüm Duralmaz rolü hikâyenin misafir öğesi sayılabilecekken Sazan Sarmalı’nda Saruhan’ın örgüye taraf olduğunu görüyoruz. Hal böyle olunca Saruhan, Müslüm’ün yakaladığı enerjiyi yakalayamıyor. Film yalnız Saruhan’ın filmi değil, kişiliği ve içinde bulunduğu dünya pek fazla detaylanmıyor. Sazan Sarmalı yasadışı geçim pratiğine bu kez bahis mafyası üzerinden eğilseydi Saruhan karakteri öne çıkabilirdi. Ancak arada kaldığı gözlemleniyor. Saruhan, haşin Tatlıtuğ’u seyirciye sunuyor fakat karakter de hiç açılmıyor. Müslüm Duralmaz ile ortak noktalarını ise her ikisinin de yasadışı konumlarına rağmen haksızlığı sevmemeleri, şiveli konuşmaları ve basit zevklere sahip iken sınırlarını aşmaya çalışmaları şeklinde sıralayabiliriz. Müslüm golf oynuyor, teknolojiye ayak uydurmaya çalışıyordu. Saruhan da empati gibi yeni kelimeler öğreniyor, küfür alışkanlığını terk etmek istiyor.

Tutan Esprinin Bayat Ekmeğini Yemek

Filmin eksiklerine geçersek. Daha evvel bahsettiğim üzere Sazan Sarmalı ruhsuz, atmosferden yoksun bir film. Örneğin neredeyse tüm sahneler Tarihi Yarımada’da çekilirken bu bölgenin kültürel dokusuna hiç değinilmemiş. Sarı Saruhan Küçükpazar’ı mesken tutmuş fakat onun hamamböceği yarışları düzenlenen ilginç mekanını havadan çekimlerle görebiliyoruz. Bu yarışlara bahis yapanlar nerede yaşıyor? Bu mekânın açıldığı sokaklarda neler yaşanıyor? En ufak bir ipucu yok. Yanı sıra filmde kültürel bir çatışma da yok. İlk filmde hem Beyaz Türkler ile toplumdan dışlanan, ayıplanan avantacılar karşı karşıya getiriliyor hem Asım Noyan’ın zenginlerin de hırsız olduğunu ima eden protest çıkışları göze çarpıyordu. Bir bakıma Organize İşler iflah olmaz çetemizin çıkışsızlığını, kendi eylemini bulmuş muhalif tavrını eğlenceli ve gerekçeli bir biçimde aktarıyordu. Sazan Sarmalı ise emeklilik yaşı gelmiş Asım Noyan’ın ikilemini bile doğru dürüst yansıtamıyor. Çünkü on üç yıl sonra toplumun evirildiği düzlemde Noyan’ın ve ekibinin ehlileşmesi değil belki daha fazla azıtması bekleniyor.

İlk filmde tutan, tutmak bir yana gündelik dile değin değin sızan esprilerin ekmeğini yeme çabası Sazan Sarmalı’nın göze çarpan kusurlarındandı. “Araba nerede? Para nerede?” esprisi iki kez denendi fakat “altınlar nerede” ve “cüce nerede” şeklinde başlatılan bu espriler bir türlü randıman alınarak bitirilemedi. Filmin geneli de buna benzer yarım kalmış esprilerle doluydu. Doğrusunu söylemek gerekirse seyirci Yılmaz Erdoğan’dan komedi filmi umarak yönetmen adeta ters köşe yapıp bir aksiyon filmi çekmiş. Aksiyon sahnelerini ise güldürü yerine baba-kız ilişkisine dayalı duygulu anlarla desteklemiş. Sağlıklı çizilmeyen bu duygusal ilişki Nazlı ile sevgilisi Bahadır’ın gönül ilişkisini de geri plana itip zedelemiş. Çift ayrı düştüğünde Nazlı sevgi arayışını yine babasına yöneltirken Bahadır da kız arkadaşının kararına tepki koyamıyor. Bar ortamında geçtiği anlaşılan bir sahnede başka bir kadının yanına geldiği görülüyor, sonrası meçhul. Ayrılık Bahadır’a hiç yaramamışsa, aklı hâlâ Nazlı’daysa böyle bir kafa karışıklığına neden başvurulmuş? Yanıtsız kalan bu sorular filmin örgüsünü zayıflatıyor.

Samet’in Süpermeni’nden Cüce Aşağılayıcısına: Asım Noyan

Yılmaz Erdoğan kâh duygusal kâh komik ilerleyen yeni bir Vizontele mi hedeflemiş bilinmez ama Organize İşler’in ilk filmini yıllardır izlemediği ve değişen Türkiye’yi hesaba katmadığı çok açık! İki binlerin Türkiye’sinde yaşamıyoruz. Bunu en iyi iktidara yanaşan Erdoğan’ın saptanması gerekirdi. Ortalamacı bir sol samimiyetin parlattığı Vizontele bugün karşılık bulamaz veya ucuz esprilerle tutunma savaşı veren bir film seyirciyi güldürmez. Yine bunları da usta bir komedyen olan, Bir Demet Tiyatro’yu yaratmış, metin yazma yönünden hayli kabiliyeti bir Erdoğan’ın bilmesi, filmine uygulaması beklenirdi. Oysa değişen Türkiye, Erdoğan’ı da öyle değiştirmiş ki bu durumu Asım Noyan üzerinden okuyabiliyoruz. Süpermen Samet’i hayata döndüren, ona yeniden yaşama sevinci aşılayan Noyan gitmiş yerine insanların boyuyla alay eden bir Noyan gelmiş. İşte yozlaşma dediğimiz tam böyle bir şey! Organize işleri anlatmak güzel de akçeli işlere kapılmak ne fena!

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl