Ana Sayfa Kritik Panoptikondan Kaçış: İzlenmeden Görsel Failliğe

Panoptikondan Kaçış: İzlenmeden Görsel Failliğe

Panoptikondan Kaçış: İzlenmeden Görsel Failliğe

Mevcut kontrol toplumlarının evriminin tamamlandığı ve katı yasaklamalar (juridico-legal) ve eylem tanımları (disiplin) üzerinden şekillenen toplumsal terbiyenin, nihayetinde teknolojinin verdiği nimetlere dayalı izleme ve yönetimsellik aşamasına devrolmasının bir virüs (Corona) aracılığıyla icraya yöneldiği bir andayız.

Aslında Michel Foucault ve ardılı pek çok düşünür, Mayıs 68’le beraber kapalı disiplin toplumlarının şaşaalı çözülüşünü ilan etmişler ve gelmekte olan yönetim sanatının tanımını yapmışlardı. Gelin görün ki, ani bir kırılmayla bile gelse, hiçbir dönüşümün insan toplumları için sancısız olmasını beklememeli.

Son 20 yılda gördüğümüz yaban direniş sahaları ve disiplinci yapının ulusal reaksiyonları eşliğinde, nihayet teknolojinin yönetime kalıcı enkorporasyonu olmadan insanı ve bedenleri tahayyül edemeyeceğimiz aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Artık geri dönüş yok. Bedenlerimizin politikayla kurduğu teslimiyet ve direniş içerisinde şekillenen ilişkisini kabulleniyoruz.

Tabii bu çözülüş ve devamında gelecek olan toparlanmanın, demokrasi ve otoriterlik ikiliği içerisinde değerlendirmenin kendisi belli açmazlar içeriyor. Birincisi, bu ikilinin parametrelerinde bir dönüşüm söz konusu. Demokrasinin tanımı nasıl 11 Eylül’den beri güvenlik parametresini de hızla içermeye başladıysa, otoriterliğin tanımı da “önleyicilik” başlığı altında pek tabii toplanabilir. İşin ilginci, bu eğilimin rasyoneli Çin’in pandemiye verdiği tepkilerin, toparlanma hızına etkisine dair dolaşıma giren makalelerde çoktan iş başında.

Ancak klasik bir negatif özgürlük, yani yasakların olmaması durumundan hareketle tanımlanan bir libertası kuşanarak buna ne kadar muhalefet edebileceğimiz de tartışmalı. Aslına bakarsanız, yeni parametreler derken tam da bunu kastediyorum, yani özgürlüğün, onu örgütleyen, yoğuran ve tanımların boyunduruğuna sokan ağların çokluğu ve karmaşıklığıyla çoktan içerisinden çıkılamaz bir labirent haline gelmiş olması durumundan.

İlginçtir, 1970’lerle beraber önümüzdeki toplum modelini anlamak için yardıma çağrılan panoptikon modeli, kısa bir süre öncesinde İngiltere’nin Suudi Arabistan’a ithal ettiği güvenlik teknolojileriyle, (ki belki de alamet-i farikası budur) aynı anda hem ticari, hem yönetimsel kimi modellere çoktan eklemlenmişti.

Ancak bu sefer dikkat çekici olan şey, panoptikonun bizatihi demokrasilere içkin, klasik yurttaşlık tanımının bireyleri ayrımlara tabii tutan ve onları sınıflandıran yapısını tasfiye ederek yerine toplumu mimari olarak gören ve düzenleyen, onları adeta bir orkestra şefi gibi (conduit des conduite) “gözeten ve kollayan” yapısının “kalıcı” bir şekilde yerleşmekte olması. Klasik haklar ve görevlere dayalı tanımın yerine gözetlenin aynı anda gözetlemekle vazifeli olduğu bir tanım bu. Davranışları “normallikleri” açısından düzenlemenin bir süreklilik arz ettiği, şans tanrısı Tyche’nin sokaklardan el etek çektiği bir düzenin yaklaştığı, Çin’deki renkli kataloglarla işaretlenen mobilite kısıtlamalarına, yaya kameralarına ve Corona vesilesiyle gündeme gelen başka gelişmeler ışığında aşikâre hale geliyor.

II. Kuledeki kim?

Demokrasilerin bu anlamda yegâne farkı, kulenin yasal failliğini, yani gözetleyenin nelerin denetlenmesini, nelerden hoşlanılıp nelerden hoşlanılmadığına dair yasallığı, rıza imal ederek toplumsallaşmış bir garantörlüğe kavuşturacak olması. Büyük bir özgüvenle yürüyen bu insanlığın günümüzdeki en büyük korkusu, iklim krizi konusundaki sessizliğe bakarak söylenebilir ki devasa tsunamiler, denizler altında kalacak şehirler ve kritik sıcaklıklar değil, bizzat kendi türünün düzensizliği.

Bu anlamda, zaten mikro düzeyde üstlenilmesi beklenen iktidar faaliyeti, genel olarak toplumsallaşmış, genel iradeyle tecelli eden Lebensraum’un genişleyen ve daralan, içeren ve dışlayan yapısını daha da esnekleştirir.

Ancak bütün olan biteni anlamlandırmak üzere bir an olsun edebiyata sıçrayacak olursak, Yüzüklerin Efendisi üçlemesindeki Sauron’un Kulesini hatırlamak anlamlı olacaktır. Sauron’un gözü alazlı bir biçimde Orta Dünya’nın tüm topraklarına kapsayıcı bir bakış atar, öyle ki bu göz küresinin dışarısında bir gerçeklik olduğunu savlamak güçtür. Sauron’a bakamazsınız, hatta gerçek bir bedeni bile yoktur ki bu açıdan Harry Potter serisindeki Voldemort’a oldukça benzer.

Tek fark Sauron’un siyasi faaliyeti görsel bir iktidar kurarken, Voldemort’un işitsel ve sözel alana, kısacası bilinçdışına hitap etmesidir. Her ikisi de omnipresence’ı, mutlak varlık haline gelmeyi umar, ancak ilki mekan üzerinden sürekliliğini tanımlarken, diğeri zaman ve bellek düzeyinde iktidarını pekiştirir. Sauron üzerimize çöken totalitarizm hayaletiyken, Voldemort üstesinden geldiğimizi sandığımız ama anısı bile korkutmaya yeten Nazizmin bir timsali değil midir? Günümüzde özgürleşmeci siyasetin bu iki kutup arasında korkulu bir koşu olmadığını kim söyleyebilir?

Peki siyasetin gerçek anlamının, tam olarak üçüncü bir yol yaratmak, yeni bir patikada yürümek olduğunu da söylemek gerekmez mi?

Üçüncü yolun arayışında, Bruno Latour’un yerküreci (terrestrial) siyaset modeline uygun düşen, globalleşmeci, yerelci ve modernleşmeci siyasetlere alternatif bir iktisadi aksiyom, Georges Bataille’ın Komünist Parti içerisindeki tartışmalara cevap mahiyetinde yazdığı ilk ve tek ekonomi-politik denemesi olan Lanetli Pay’da (1949) mevcut: “Güneş enerjisi yaşamın durmaksızın gelişmesinin temelidir. Zenginliğimizin kökeni ve özeti güneş ışınlarında verilidir. Çünkü güneş, almadan verendir”.

İktidarların, insanoğlunu da ardına katarak palazlandırdığı gözetleme mekanizmaları nereye varırsa varsın, sağlam bir materyalizmin yekpare tek varsayımı bu olabilir: “Her şey güneşin altında”.

Panoptikon’daki bedensiz failin gözlerinden bakarak göremediğimiz her şey, güneşin belleğinde hatırlanır, bizi gözetlenmenin ezici nesneleşmesinden kurtarır ve görme ediminin faili yapar. Bunu örgütlemek, panoptikonun hükümdarlık hiyerarşisinden uzak, materyalist bir siyasetin ve estetiğin zamanı ve mekânını örgütlemektir.

III. Demokritos ve Hegel: Dolaba saklanan kahraman

Maddeciliğin temel varsayımını ortaya atan Demokritos, her şeyin küçük, kendilerini oluşturan parçalardan daha küçük temel bir birim, bir parçadan oluştuğunu savunuyordu. Buna bugün biz atom adını veriyoruz.

Modern toplumlardaki bireyin İngilizce karşılığı olan individual, bölünemez (in-dividual) anlamında, toplumun temel yapıtaşını tarif etmek için de kullanılır. Kavramın kökeni matematiktir (individual numbers).

Bireylerin arketipik tözlerin varyantları (karakter) olduğu varsayımı, psikoloji biliminin kurucu bir varsayımı. Yardımına bunu çocukluk anılarında temellendiren psikanaliz yetişir. Tek, ama altüst edici bir farkla: bu anılar bastırılmadan birey ortaya çıkamaz.

Marx, ekonomi-politiğin temel taşlarından olacak Kapital’i yazmadan önce, Gründrisse’de bir taslak çalışmasına girişir. Bu çalışmadan çıkan önemli sonuçlardan biri de, iktisadi faaliyetin nesnel, kişilerden bağımsız bir boyut kazanmasının (pazar), birey mefhumunun kazanım hanesine yazılmasıyla (kamusal alan) eş zamanlı gerçekleştiğidir.

Hegel’in Tarih anlayışında, bireylerde bütün bir Tarihsel yüklem cisimleşerek (özne-töz özdeşliği) cemaatlerin toplumsal faillik düzeyine yükselebileceği söylenir. Bu durumu inceleyen bir bakış açısına göre, Sezar, Napolyon, Lenin, toplumların bu faillik düzeyine yükselmek için kullandığı gösterenlerdir.

Avrupa’nın Faşizmin yükselişiyle yaşadığı bütünleşme olmasaydı, ardından gelen bireysel özgürleşme momenti mümkün olur muydu?

Kitlelerin aynı anda hem homojen, hem de atomize yapısı, demokrasilerin nihai hedefi değil midir? Öte yandan modern demokrasi de, temelde sermayenin bu ikili etkisinden doğan bir icra değil midir?

Liberalizmin 19. yy’daki yükselişi ve 20. yy’daki çözülüşüyle beraber kadınların oy hakkını elde etmiş, yani siyasal açıdan da birey olarak kabul edilmiş olmaları, işgücüne katılmalarının bir sonucu mudur?

İzafiyet kuramıyla Einstein atomların hareketinin göreli, bütünsel olmayan yapısını mercek altına aldığında, Newtoncu fiziğin yasalarına ve o yasalara uygun hareket eden (üreten-dağıtan ve bölüşen) dünya ticaretine ne oldu?

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl