Sinema ile biraz ilişkili olan hemen herkes Ingmar Bergman’ı duymuştur. Bergman’ı duyup da filmlerini izlemeyi kafasına koymuş olanlar da öncelikle Yedinci Mühür, Yaban Çilekleri ve Persona adlı filmlerine bakmıştır muhtemelen. En azından bir “sinefil” olmaya epey uzak olan benim gibi sıradan biri için işler böyle yürüdü, sinema diye bir şeyin olduğunu kavradığım yılların ardından elbette ki Bergman ile tanıştım ve ilk başta da onun meşhur filmlerini izledim. Açık konuşmak gerekirse, Bergman’ın sanatını ne kadar anladığımdan emin değilim, çünkü on beş ile yirmi yaşlarımdaydım onun filmlerini izlediğim dönemlerde. Hemen her şeyde olduğu gibi, neyin ne olduğunu gerçek anlamda kavramak için erken bir dönem bu. O dönemlerde okuduğum klasikler ve iyi romanlar için de benzer bir hayıflanmayı yaşıyorum doğrusu. Tekrar dönüp okumak veya izlemek yerine hep yeni şeylere bakmayı istiyorum, neredeyse sonsuz film ve kitap evreninde sanki bir adım daha atarsam biraz daha ilerleyecekmişim, daha öncesinde keşfedemediğim bir hazineyi ele geçirebilecekmişim gibi geliyor. Böyle olmuyor elbette, böyle olmayacağını da biliyorum tabii. Her neyse, konumuz bu değil. İzlediğim Bergman filmleri açıkçası hiçbir zaman dünyamı değiştirecek, bana yeni bir bakış açısı katacak yapımlar olmadı. Mesela Mike Leigh’in Naked’ından sonra şöyle bir oturup düşünmüştüm. Kendimle bağ kurabildiğim bir karakterin gözünden dünyaya bakışımı izlemiş ve kendimi tartma imkanı bulmuştum. Bergman’da buna benzer bir hissi pek yaşamadım. Buna rağmen, özellikle iki filminde Bergman’ın evrenine dair bir şeyleri daha yakından anladığım hissine kapılmıştım. Bunlardan biri Kış Işığı’ydı, öbürü ise Persona. Bu ikisinde de “Aaa…” demiştim kendi kendime: “Aaa!” Geçtiğimiz günlerde karşıma Persona’nın kamera arkası görüntüleri çıktığında da “Aaa!” dedim yine. Epey bir süredir bu filmin hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Bir yandan oturup tekrar izlemeyi istedim, öbür yandan öfleyip püfledim. Yaşım ilerledikçe öfleyip püflemelerim hissedilir derecede arttı nedense. Bela Tarr’ın Torino Atı’nı tek solukta ve yoğun bir biçimde etkilenerek izlediğim on yıl önceki ben nerede, şimdilerde birçok şeyden gözlerini kaçırmayı seçen ben nerede. Her neyse, konumuz elbette bu da değil. Persona’ya ait kamera arkası görüntülerde ne yazık ki çevirisi yapılacak bir konuşma veya genel olarak bir ses yoktu. Ben de ona uygun olabilecek bir müzik seçtim ve bu haliyle kanalda paylaşmak istedim. İzlemiş olanlar varsa belki benim gibi “Aaa!” der veya izlememiş olanlara da izlemek için bir sebep olur diye düşündüm. Sonrasındaysa, her zaman olduğu gibi, olaylar gelişti. Şimdilik benden bu kadar, zaten daha ne olsun. Filme dair neredeyse hiçbir şey söylememeyi başararak hatrı sayılır bir laf kalabalığı ortaya koydum. Olur ya, film ile ilgili çıkarımlarınız, gözlemleriniz, hisleriniz, fikirleriniz, deneyimleriniz, anılarınız varsa onları yazabilirsiniz. “Aaa!” dediğim bir şeylere denk gelebilmeyi pek bir isterim. Sağlıcakla kalamayacağınız o nihai gün gelinceye dek, sağlıcakla kalın.

*** Hazırlayan: Ümid Gurbanov

 

Patreon: https://patreon.com/umidgurbanov Twitter: http://twitter.com/umidgurbanov Blog: http://birnevidipnot.blogspot.com

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl