Bir sanatçı düşünelim ki, örneğin şair William Butler Yeats tarafından halk ozanları geleneğini sürdüren bir mistik, bilim tarihçisi Jakob Bronowski tarafından Marx öncesi dünyada bir Marksist, eleştirmen Northrop Frye tarafından usta bir mit-üreticisi, siyasi tarihçi E. P. Thompson tarafından büyük bir devrimci, edebiyat tarihçisi G. E. Benthley Jr. tarafından ise zaman parçacıkları içinde ilerleyen muazzam bir araştırmacı olarak nitelensin.1 Buna aynı yazarı Freud’u önceleyen, neo-Platonist, Zen-Budist bir figür olarak görenleri ekleyelim ve bu yazıda William Blake’in portresine biraz daha yakından bakalım.

***

William Blake (1757-1827), hayattayken neredeyse kimse tarafından bilinmeyen bir fikir ve sanat insanıydı. Günümüzde İngiliz edebiyatının en önemli şairlerinden biri olarak kabul edilip saygıyla anılan Blake, aynı zamanda bir ressam, bir mistik, hatta radikal bir siyasi düşünürdü. Aslına bakılırsa, William Blake, çağının insanlarının gözünde meczubun biriydi. Eserlerine de yansıdığı üzere, Blake, meleklerin, ölülerin ve azizlerin kendisiyle irtibat kurduğuna yürekten inanan ve çeşitli ekstazik deneyimler, ‘vecd’ler yaşayan ve gördüklerine duyduğu inanç, insanların ona telkin ettiklerinden çok daha güçlü olan biriydi.

Bir yönüyle Blake gerçekten İslamdaki karşılığıyla ‘züht’ sahibi, sufi-meşrep biri olabilirdi ve Kutsalın değer yitimine uğradığı bir dönemde Yüce olana dair içinde büyüttüğü aşk, onu Sanayi Devrimi Britanya’sının gündelik hayat diliyle düşünüp konuşmaktan sık sık alıkoyuyordu. Dahası, Blake’in kurumsal Kilise değerleriyle bağdaşmayan birtakım ahlaki değerleri vardı.2 Yaşarken eksantrikliğine sıkça şahit olunduğu gibi, öldüğünde de, onu tanıyan az sayıda sanatçıdan biri olan William Wordsworth, “Şüphe yok ki bu zavallı adam delinin biriydi; ancak benim için onun deliliğine dair bir şey, örneğin Lord Byron’ın ya da Walter Scott’un aklından çok daha ilgi çekici olmuştur” demekten kendini alıkoyamamıştır. William Blake esrik, melankolik, hayalperest, fakat aynı zamanda aykırı, muhalif, hatta radikal bir karakterdi.

***

Günümüzde öncü bir şair, dahi bir sanatçı olarak kabul edilen William Blake 28 Kasım 1757’de, orta sınıfa mensup bir ailenin yedi çocuğundan biri olarak Londra’da doğdu. Düzenli bir okul eğitimi almadı. Blake bunu kendisinin “Tabiatın Çocuğu” olarak kalması bakımından büyük bir lütuf olarak gördü ve annesinin de yardımıyla kendisini yetiştirmeyi başardı. On yaşından itibaren resim çizmeye merak saldı. 16. yüzyıl Alman gravürünün üstadı Albrecht Dürer’in eserlerine büyük bir hayranlık duyuyordu ve döneminin Londra’daki en önemli gravür ustalarından biri olan James Basire’a çırak olup onun yanında bu zanaatın inceliklerini öğrendi. Yedi yıllık çıraklığı sırasında Blake Gotik sanata merak saldı, bu konuda bulduğu her şeyi okumakla kalmayıp –başta Westminster Hall’un 1740’lardan beri süregiden restorasyonu ve Westminster Abbey olmak üzere- Gotik bina ve kilise ziyaretleri sırasında tuttuğu notlarla, hayranı olduğu Shakespeare ve Milton’ın izinden giderek ilk eserini kaleme aldı: Poetical Sketches. Sadece 40 kopya basılan 1783 tarihli bu eser Blake’in erken dönem şiirlerinden bir seçkiydi.3

Yirmi bir yaşına geldiğinde Royal Academy of Arts’ta (Kraliyet Sanat Akademisi) gravür ustası olarak görev almaya başlayan Blake, Rafaello ve Michelangelo’dan beri süregelen klasik hatlara sadakati nedeniyle akademideki muhatapları tarafından pek kabul görmedi. Doğal çıplaklığın ortaya konduğu ve Antik Yunandan 18. yüzyıla dek Avrupa’daki insan temsillerinin temel ögesi olan klasik tasvir, yüzyılın sonlarına doğru gelinirken eleştiri altındaydı. Ancak doğal çıplaklığa dair çizimler yaparak insanın mükemmelliğe davetini savunmak gerektiği konusunda ısrar eden Blake için bu form, ömür boyu devam edecek bir sanatsal tavır meselesiydi.

1780’de Hükümet güçlerince zor bastırılan bir isyan (‘Gordon Riot’ diye geçer) sırasında tutuklanan Blake, Amerikan Devrimi de dâhil olmak üzere, birçok siyasi konuda Kraliyetin ve Kilisenin karşısında konum alıyordu.4 Ancak çok az insan tarafından tanınıyor oluşu onun talihi oldu ve başına hemen hemen hiçbir bela açılmadan hayatına devam etti. İki yıl sonra, hayatının geri kalanında yaşayacağı maddi zorlukları göğüslemekte en büyük desteği verecek olan Catherine ile tanışıp evlendi. Eşinin de katkılarıyla, Blake şiirlerini sadece harf dizimiyle basmak yerine gravürler eşliğinde yayımlama fikrini benimsedi. Bir arkadaşıyla birlikte, 1784’te, radikal siyasi risaleler de basan bir matbaa kurdu ve dönemin matbuat koşullara göre çok daha başarılı şekilde illüstrasyon kullanımına imkân veren bir teknik geliştirdi.

Bu arada 1787’de, henüz 19 yaşındaki kardeşi Robert’ın ölümüyle birlikte, Blake’in duygu dünyasında derin bir değişim yaşandı. İllüstrasyonlarına sarılıp geceli gündüzlü çalışırken, soranlara mezarındaki Robert’ın onunla konuşup sözcükleri nasıl dizmesi, görsel tasarımları nasıl yapması gerektiği konusunda fikir verdiğini söylüyordu. Dostlarına göre, William Blake akıl sağlığını yitirmekteydi. Ancak tam olarak öyle olmadı. Bir ölüyle konuştuğunu iddia eden şair gördüğü vizyonlardan sonra cennetten, cehennemden, meleklerden ve iblislerden çarpıcı tasvirler sunmaya başlıyordu. Blake’in bu dönemi, Madrid’de yaşayan ve William Blake diye birinin varlığından haberdar olmayan bir başka romantik ressamın; Francisco Goya’nın “Aklın Uykusu Canavarları Ortaya Çıkarır” gibi tablolar üzerinde çalıştığı zamanlara denk düşmekteydi. Kutsal ve İlahi olan her ne varsa, 1789 ve civarında gerçekten yeni baştan yorumlanıyordu…

***

Blake’in bu dönemdeki ilk eseri çok büyük ölçüde Kutsala ve İlahi olana ilişkindi. Fransız Devriminin en kritik evrelerinden birinden geçtiği günlerde, otuzunu yeni aşmış bu genç İngiliz şair, en azından yazdıkları itibariyla dünya ile öte-dünya arasında salınıyor gibidir.
Kitabına,
“Kaval çalarak ıssız vadiler iniyordum
Kavalımla neşeli şarkılar çala çala
Bir bulut üstünde bir çocuk gördüm.
Ve şöyle söyledi gülerek bana” 
5

diye başladığı “Sunuş” şiiri, Blake’in yitirdiği kardeşiyle diyalogunu anlatır ve “her çocuğu neşelendirmek için şarkılarını yazmaya koyulduğunu” ifade eden dizelerle biter.

Blake’in ve İngiliz Romantizminin hâlâ en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen Songs of Innocence [Masumiyet Şarkıları] onun kardeşinin sesini duyurduğu şiirleri ve daha da önemlisi gravür ustalığının da rüştünü ispatladığı bir görsel zenginlikle, 1789’da Blake’in işlettiği matbaada basıldı. Beş yıl sonra, genişletilmiş edisyonuyla Songs of Innocence and of Experience [Masumiyet ve Tecrübe Şarkıları] tekrar ve yine bol görsel eşliğinde yayımlanacak ve sonuç yine aynı olacaktı: Fark edilmemek.

Kitap ilk bakışta çocukluğun masumiyeti üzerine didaktik bir üslupla eğiliyormuş gibi görünse de, aslında içinde bulunulan çağın toplumsal adaletsizliğine dair asli sorunlara temas ediyor ve sağduyuyla kötülük arasındaki insanın doğası hakkında yorumlarda bulunuyordu. Blake örneğin “The Little Black Boy” [Küçük Kara Oğlan] adlı şiirinde Siyahi bir çocuğun Beyaz ruhlu bir İngiliz olarak sesine dönüşürken, bir başkasında, “The Chimney Sweeper”da [Baca Temizleyici],

Annem öldüğünde ben çok küçüktüm

Ve babam beni sattığında daha dilim

Dönmüyordu bile bacacı sözüne. Şimdi işte

Bacanızı temizler ve uyurum is içinde.”6

dizeleriyle, korkunç çalışma koşullarında, sefil vaziyette hayata tutunmaya çalışan çocuk işçileri dile getiriyor, Charles Dickens’ın dramatik romanlarını önceliyordu.

Aslında Sanayi Devriminin ilk eleştirmenlerinden biri olan William Blake, hemen her metinde makinelerle, fabrika bacalarıyla gökyüzü kararan ülkesinin insani felaketine dikkat çekiyor ve insanları doğaya dönmeye davet ediyordu. Onun en veciz ifadelerinden biri, “Kimilerini gözyaşlarına boğan bir ağaç, kimileri için ise yolu tıkayan yeşil bir engeldir; insanın kendisi neyse, gördüğü de odur” diyordu.7

Yine Blake’le özdeşleşen ve zaman içinde kültleşen “Dark Satanic mills” [Karanlık Şeytani fabrikalar] dizesi, onun Sanayi Devriminin yarattığı kirlilik ve kötülüğe karşı tabiatın sonsuz güzelliğinin ikonik bir savunusudur. Masumiyet Şarkıları’na tekrar dönecek olursak; bu kitap cennet ve cennetleştirilerek tasvir edilen bir tabiat arasında bir yerde yazılmış gibidir. “Çoban”ın köylü bir çoban olarak da, Hz. İsa olarak da okunabileceği, “yeşillikler”in İngiltere kırsalı olarak da, cennetin çayırları olarak da anlaşılabileceği kitap boyunca, kuş ve çan seslerinin benzer ezgiler sunduğu şiirlerden okurun gönlüne bir huzur ve saadet esintisi gelir. “Kuzu” şiiri, Anadolu İslamındaki “Sordum sarı çiçeğe; annen baban var mıdır?” sorusuna denk bir kurgu ve içerikle, yaradılış ve varoluş üzerine pastoral bir sorgulamanın İngilizcedeki belki de en bilindik örneğidir.8

Küçük Kuzu seni kim yarattı

Bilir misin seni kim yarattı

Kim hayat verdi, ırmak kıyılarında

Ve çayırlarda yiyecek sundu sana;

Sana sevinç giysisini kim verdi,

Tüylü, parlak, yumuşacık;

Sana kim verdi bütün vadileri

Şenlendiren böyle tatlı bir sesi”

diye devam eden şiir, Briton halk ozanlarının geleneğiyle Romantik panteist bir kozmolojinin kesişme noktası gibidir.

Eser boyunca dikkat çeken önemli bir husus da Blake’in pedagojik tonlara sahip oluşudur. Diğer şiirlerinde de öne çıkan bu yönüyle Blake, Aydınlanmanın da (örneğin Locke’un), Romantizmin de (örneğin Rousseau’nun) eğitimciliğini bünyesinde derlemeyi başarmıştır. Blake, adeta “Tabula Rasa” hâlindeki çocuğun doğası itibarıyla iyiliğe yatkın karakterinin endüstrileşen, şehirlileşen, sekülerleşen ve tüketicileşen toplum tarafından bozulacağı ve masumiyetini, içten gelişini, doğallığını yitireceği tezini benimseyip sıkça işlemiş; Âdem ve Havva kıssasına dair Hıristiyanlığın kurumsal “doğuştan günahkâr kul” anlayışını aşındırmıştır.9

***

Blake, kurumsallaştıkça tahrif edilen bir dinin temsilciliği iddiasındaki bütün kiliselerin dinin özüne döndürülmesi ve tek bir çatı altında birleştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Blake, özü iyiliğe yatkın olan insanın ruhunun mükemmelleşebileceğine, coşkun bir yücelik seviyesine çıkabileceğine samimiyetle inanıyordu. Resimlerinde bedenin mükemmel bir formda tasviri aslında onun yeniden doğumun mükemmelliğine imanını temsil ediyordu.

Blake bununla yetinmeyip insan algısının kör kuyulardan kurtarılması gerektiğini dile getiriyordu. Algının kapıları temizlenirse, her şey insana olduğu gibi, sonsuz olarak gözükecektir. Çünkü insan, her şeyi mağarasının daracık çatlaklarından görecek denli kendisini kapatmıştır” diyordu.10 Blake’in doğumundan iki yüz yıl sonra, vokalistliğini Jim Morrison’ın yaptığı 1960’ların ünlü rock grubu The Doors, ismini, William Blake’in bu dizelerinden alacaktı.

Blake’in ayrıca bazı okültist ve mistik geleneklerle irtibatı olan Swedenborgçularla11 yakın ilişkileri de olmuştu. 1790-93 arasında ortaya çıkan eseri Cennet ve Cehennemin Evliliği Emanuel Swedenborg’un mistik felsefesine olumlu ve olumsuz birtakım cevaplar içermektedir.12 Blake’in kendi kanonu bağlamında bile bu kitap türlerin (örneğin şiir ve düzyazı, hiciv ve Eski Ahit hermetizmi) ve başka heterodoks perspektiflerin birleşimi olarak dikkat çeker.

Burhan Sönmez’in, eserin 2016 yılında Ayrıntı Yayınlarından çıkan baskısına yazdığı sunuş metninde belirttiği gibi,

Blake’in Masumiyet Şarkıları (1789) kitabında öne çıkan lirik tarz burada yerini kutsal kitapları çağrıştıran ama arkaik söyleme kapılmayan bir havaya bırakır. Bir tek son bölümde yer alan ‘Özgürlük Şarkısı’ şiirinde, İncil ayetlerine benzer biçimde cümleler bölünerek numaralandırılır ve Blake’in kendine özgü sembolleri öne çıkar. Yer yer kelime tekrarlarından kaçınılmaması, ‘ve’ sözcüğünün akışkanlık sağlayan bir bağlaca dönüştürülerek bazı yerlerde yoğun bir şekilde kullanılması, kırık cümle söyleyişlerine bir iki bölüm dışında pek yer verilmemesi dikkat çeker. ‘Cehennem Özdeyişleri’nde yetmiş adet veciz söz peş peşe sıralanır. Kimi kelimelerin büyük harfle başlaması, kimi cümlelerinse büyük ebatta yazılması, zihin-görüntü-söz arasındaki akışkanlığa işaret eder. İki asır öncesi düşünüldüğünde, teolojik içeriğine rağmen Blake’in tercih ettiği sade dil, Modern Çağın ilahiyatını kurmaya niyet eden bir şairin geleneksel bakışları yalınkat bir sesle aşma tutkusunu da yansıtır.”13

Kısacası William Blake’in düşleri, ekstazik halleri, vizyonları, yazdıkları, resmettikleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bugünün Türk okurlarına Walter Benjamin’i -belki biraz da Ernst Bloch’u- hatırlatan ilginç bir kırk ambar olarak yorumlanabilir gözükmektedir.

Çekim ve itim, akıl ve enerji, sevgi ve nefret, insan varoluşu için zaruridir” diyen Blake, zıtlık ve çelişkilerin insan doğasını, Tanrı’nın katında tercihte bulunabilecek bir kompleks zenginliğe kavuşturur.14 Yaklaşık yüz yıl sonra Friedrich Nietzsche’nin de yaptığı gibi, iyinin ve kötünün ötesine geçmiştir Blake.15 İnsanların kendilerine konu edindiği tüm ikilikler ve zıtlıklar onun panteist bir bütünlük felsefesine yaklaşan düşünce dünyasında, bütünün parçaları olmaktan daha öteye gitmez.

***

Amerikan Devrimini kozmik bir enerjinin açığa çıkması olarak karşılayan, Yerlilere vahşice şiddet uygulayan Beyaz İngilizleri eleştirmekte hiç tereddüt göstermeyen, Katolik köktenciliğe karşı isyan eden Blake, Avrupa’yı elinde gönyeyle kâinatın ölçüsünü almaya çalışırken dengesini yitirmekte olan bir ihtiyara benzetir. İhtiyara benzettiği bir diğer şey, Kilise Hıristiyanlığının Tanrısıdır. Blake’in maneviyata dair devrimci etkisi tam da bu noktadadır: görselleşen bir hayal gücü ve muhayyileyi sınırların ötesine taşırmak…

Tozan Alkan’ın, çevirisini yaptığı Kehanet Kitapları’nın önsözünde işaret ettiği gibi, William Blake çağının insanlarının nezdinde konumlandırılması neredeyse imkânsız birisiydi ve bu da onun meczup ilan edilmesine giden yolu açıyordu. Zira, Alkan’a göre, Blake

yarattığı mitlerle, ahlakın karşısına özgür aşkı koyarak ‘kozmos’u yeniden yaratmak ister. Kimilerine göre ise bunlar tümüyle anlamsızdır. Örneğin, Blake’in ilk yaşam öyküsünü yazan Gilchrist, Kehanet Kitapları adı altında toplanan bu çalışmaları ‘mere ravings’ diye nitelendirirken, kimi eleştirmenler ise otomatik yazı denilen türün ilk örnekleri kabul eder. Pek çok kişinin Blake’i deli olarak görmesinin nedeni bu Kehanet Kitapları’dır.”16

***

Jerusalem” [Kudüs], onun 1804’te başladığı ve önceki tüm fikirlerini genişletip yeni bir mitoloji yarattığı yirmi yıllık son –ve en yaratıcı kabul edilen– işi olacaktır.17 Milton’ını görselleştirmek üzere koyulduğu önsöz niteliğindeki bu çalışma, ilerleyen yıllarda Blake’in keşfedilip büyük bir şöhrete kavuşmasına da yol açacaktır -öldükten sonra gelen bir şöhrete!

Jerusalem”, Blake’in şiir boyunca soruları ve epik diliyle inşa ettiği mitolojiyle Hz. İsa’nın yanına Amaratyalı Yusuf’u da alarak İngiltere topraklarında dolaşmasını konu edinir ve bu kutsal ziyaretle İngiltere adeta bir “Yeni Kudüs” hüviyetine büründürülerek cennetle özdeşleştirilir. Şiirin muhtemelen en çarpıcı kısmı,

And was Jerusalem builded here,
Among these dark Satanic Mills?”


ifadesidir. Yeni Kudüs, yani “bu cennet vatan”, Sanayi Devriminin hem çevreyi hem de insanları kirlettiği şu ürkütücü, kara Şeytani fabrika bacalarının arasında mı kurulmuştur gerçekten?

Blake şiirin sonuna yaklaşırken, karşısına aldığı Şeytaniliğe meydan okur ve “İngiltere’nin yeşil ve huzur veren topraklarında Kudüs’ü yeniden kuruncaya dek fikri mücadelemden asla vazgeçmeyeceğim, kılıcımı da elimden ayırmayacağım” diyerek okuru “milli ve manevi duygular”ından yakalamayı başarır.

William Blake’i ömrünün son döneminde, yani 1818 civarında, ilk fark edenin Coleridge olduğu söylenebilir. Coleridge’e göre, “Islahın olmadığı çarpık yollar Dehanın yollarıdır” diyen Blake’in sanatı tam anlamıyla romantik dehanın ürünüdür. Yüzyılın ortalarında John Ruskin de, Blake’in mirasını aynı yaklaşımla onurlandıracaktır. “Jerusalem” özellikle I. Dünya Savaşı yıllarından 2012 Londra Olimpiyat Oyunlarına varıncaya değin İngiltere’nin adeta gayrı-resmi milli marşı olarak on yıllar boyunca söylenegelmiş ve Blake’i ölümünden yıllar sonra da olsa İngiltere’nin en önemli şairlerinden biri kılmıştır.

Genişçe bir kesim tarafından varlığı bilinmeden yaşarken, kendi basımı (yazıp resmedip basan tek başına kendisiydi) olan eserleri çok kısıtlı sayıdaki okurlara hitap ederken, Blake’in İngiliz edebi kanonuna dâhil oluşunu beklemek haksızlık olurdu. Çağı, gerçekten sadece İngiliz değil, tüm Avrupa edebiyatı için bir altın çağ idi. Blake’in isminin Wordsworth, Southey, Coleridge gibi Göl Şairleri ve Lord Byron gibi şöhretli radikal Romantik şairlerle beraber anılması, geriye dönük bir okumayla, ancak 1860’lardan itibaren başladı. Bu tarihlerden itibaren Blake, “acı çeken romantik deha”nın Britanya’daki en kıymetli temsilcilerinden biriydi. Yüz yıl sonraysa, Soğuk Savaşın kasvetli dünyasında, Beat jenerasyonunun ve hippielerin, Bob Dylan ve Jim Morrison hayranlarının sisli, dumanlı kafalarında şimşekler çaktıran kültürel bir fenomene dönüştü. Blake hiçbir zaman uyuşturucu madde kullanmamış biri olarak ekstazik tecrübelerini samimiyetle dile getirmişti. Yine hiçbir zaman eşinden başka birisiyle ilişki yaşamamış, ancak aşkın özgürleştirilmesi gerektiğini savunmuştu18 ve feminist hareketin ilk suretlerinden biri kabul edilen Mary Wollstonecraft’ın kimi eserlerini matbaa makinesinin başında bizzat çalışarak basıma hazırlamıştı.


***

Hatırlanmalı ki, William Blake Aydınlanmanın Ansiklopedist filozoflarının, epik anlatıların, uzun süren ‘Deli Kral’ III. George devrinin (hükümdarlığı 1760-1801, ölümü 1820) satirik edebiyatının hüküm sürdüğü bir çağın insanıydı. Üç yıllık bir ayrılığı saymazsak, bütün ömrü boyunca yaşadığı şehir olan Londra’yı birinci dereceden ilgilendiren Amerikan ve Fransız Devrimleriyle beraber Sanayi Devrimine bizatihi şahitlik etti. Yani Blake, Charles Dickens’ın ifadesine başvuracak olursak, “zamanların en iyisi ve zamanların en kötüsü”nde yaşadı ve yazdı. Hem çocuklardaki ve çocukluktaki dehayı, yüceyi, masumiyeti gördü; hem yetişkinlerdeki ve yetişkinlikteki aklı, dünyeviyi ve tutkuyu kendine konu edindi ve eserleri masumiyetten tecrübelere, bireyselden toplumsala, kutsaldan dünyeviye, kuzudan kaplana uzandı. İroniyle diyalektiği bir araya getiren, pastoral şiirle kentli edebiyatı kolayca birleştirebilen şiiriyle Blake “herkesin şairi” olmaya talipti. Ne var ki, neredeyse hiç kimse Blake’i yaşarken fark etmedi; örneğin Cennet ve Cehennemin Evliliği, Blake hayattayken sadece otuz kopya sattı.19  

William Blake hem ressam hem de şair olarak iki farklı sanat dalında bu denli başarılı olan belki de tek modern İngiliz sanatçısıydı. Bu konuda 19. yüzyılda sadece Dante Gabriel Rossetti ona yaklaşabilmiştir. Romantizmin devrimci bir sanat, felsefe ve siyaset akımı olarak milyonlarca insanın tabiata, çocuklara, endüstriye, aşka ve cinselliğe bakışını değiştirmesinde önemli rol oynayan William Blake, tekrar tekrar okunmaya değer yalınlıktaki şiirleri ve derinlikli betimlemeleriyle İngiliz Romantizminin en önemli figürlerinden biri olarak yorumlanmaya devam ediyor.

1 Richard Holmes, “The Greatness of William Blake”, New York Review of Books, Vol.62, No.19, 3 Aralık 2015.

2 Blake, Kilise ve ruhban karşısındaki eleştirelliğini hiçbir zaman esirgemedi. Örneğin Cennet ve Cehennemin Evliliği’nde (çev. Rahmi G. Öğdül, İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları, 1997), “Cehennem Atasözleri”nde, “Bir tırtıl yumurtalarını bırakmak için nasıl en güzel yaprakları seçerse, rahip de lanetini bırakmak için en güzel hazları seçer” diye yazar (s.23). Bir başka yerde ise “Hapishaneler Yasanın taşları, Kerhaneler Dinin tuğlalarıyla inşa edilir” demekten geri durmaz (s.21). Aynı eserde “Şiirsel masallardan tapınma biçimleri çıkararak” Tanrıların böyle şeyler buyurmuş olduğuna insanları inandırarak, “avamı köleleştiren bir düzen tesis etmek” üzere rahiplik müessesesinin ortaya çıktığını ifade eder. “Böylelikle” der Blake, “böylelikle insanlar, Bütün Tanrıların insanın gönlünde barındığını unuttular.” (s.27)

3 Margaret Ruth Lowery, “A Census of Copies of William Blake’s Poetical Sketches, 1783”, The Library, Fourth Series, Vol. 17, No. 3 (Sonbahar, 1936), s.354-360.

4 Peter Marshall, Blake’i, William Godwin ile birlikte İngiliz anarşizminin öncüsü ilan eder. Bkz. Peter Marshall, William Blake: Visionary Anarchist, Londra: Freedom Press, Gözden geçirilmiş yeni baskı, 1994, s.11. Blake’in devrimci yönünü ele alan bir tartışma için ayrıca bkz. Chris Rubinstein, “William Blake: A Man without Marx…?”, Blake/An Illustrated Quarterly, Vol.27, No.3, Kış 1993/94, s.75.

5 William Blake, Masumiyet ve Tecrübe Şarkıları (İngilizce-Türkçe), çev. Selahattin Özpalabıyıklar, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 4.baskı, 2017, s.2.

6 Blake, “The Chimney Sweeper”, “Baca Temizleyici”, Masumiyet ve Tecrübe, s.10-11.

7 William Blake, The Letters of William Blake, Together with a Life by Frederick Tatham; der. Archibald G. B. Russell, New York, NY: C. Scribner’s Sons, 1906, s.62.

8 “The Lamb”, “Kuzu” için bkz. Blake, Masumiyet ve Tecrübe, s.6-7. Blake’in eserlerinde yer tutan kırsal dünya betimlemelerine dair yazılmış kapsamlı bir makale için bkz. David Simpson, “Blake’s Pastoral: A Genesis for ‘The Ecchoing Green’”, Blake/An Illustrated Quarterly, Vol. 13, No. 3, Kış 1979-1980, s.116-138.

9 Blake ömrü boyunca, “günah” kavramını, insanın arzularını zincirlemek için kurumsal din tarafından kurulan bir tuzak olarak gördü ve dışarıdan dayatılan ahlak kurallarına itaat etmenin, hayatın anlamına aykırı olduğuna inandı. Leopold Damrosch, Symbol and Truth in Blake’s Myth, Princeton, NJ: Princeton University Press, 2014, s.195’teki alıntı, onun Notebook’undandır:

Abstinence sows sand all over
The ruddy limbs & flaming hair
But Desire Gratified
Plants fruits of life & beauty there” (E. 474)

10 Blake, “Anılası Bir Düş”, Cennet ve Cehennemin Evliliği, s.33. Blake burada Platon’un Devlet’indeki mağara metaforuyla Locke’un İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme’sindeki zihnin karanlık odası referansını kullanmaktadır.

11 Emanuel Swedenborg’un (1688-1772) felsefi mirasının Blake ve diğer 18-19. yüzyıl düşünce ve sanat insanları üzerindeki etkisi hakkında bkz. Nancy Bogen, “The Problem of William Blake’s Early Religion,” Personalist, XLIX (1968), 509-522; ve Robert Rix, “William Blake and the Radical Swedenborgians”, http://www.esoteric.msu.edu/VolumeV/Blake.htm (çevrimiçi), 8 Eylül 2018.

12 Bkz. Cennet ve Cehennem, çev. Rahmi Öğdül, özellikle s.47-49.

13 Burhan Sönmez, “Sunuş”, William Blake, Cennet ile Cehennemin Evliliği, çev. Burhan Sönmez, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2016, s.11.

14 Leopold Damrosch, Symbol and Truth in Blake’s Myth’in “The Problem of Dualism” bölümü, s.165 v.d. ve Blake, Cennet ve Cehennem, çev. Rahmi Öğdül, s.11, 13-17.

15 Hakan Arslan bu benzerliğe, Alfred Kazin gibi eleştirmenlere atıfla, kendi yaptığı Blake çevirisinin önsözünde değinir. Bkz. William Blake, Kaplan! Kaplan! Seçme Yapıtlar, çev. & haz. C. Hakan Arslan, İstanbul: Helikopter Yayınları, 2011, s.12.

16 William Blake, Kehanet Kitapları 1, çev. Tozan Alkan, İstanbul: Artshop Yayıncılık, 2006, s.5.

17 Aileen Ward, “Building Jerusalem: Composition and Chronology”, Blake/An Illustrated Quarterly, Vol. 39, No. 4, Bahar 2006, s. 183-185.

18 Blake’e göre, “arzuyu kısıtlayanlar, kendi arzuları kısıtlanacak denli zayıf olduğu için yaparlar bunu; ve kısıtlayıcı veya Us, onun yerini ele geçirir ve isteksiz olanı yönetir.” Cennet ve Cehennemin Evliliği, s.15.

19 Richard Holmes, “The Greatness of William Blake”, New York Review of Books, Vol.62, No.19, 3 Aralık 2015. Holmes’ün yazısı Blake üzerine iyi bir literatür özeti sunması bakımından ayrıca değerli. Bkz. https://www.nybooks.com/articles/2015/12/03/greatness-william-blake/ (çevrimiçi), 9 Eylül 2018.

ha_aksakal@yahoo.com