Ana Sayfa Kritik ŞAİRE KISA BİR YOL HARİTASI

ŞAİRE KISA BİR YOL HARİTASI

ŞAİRE KISA BİR YOL HARİTASI

Biraz bilmişlik olacak ama şiir üzerine kısa bir yolculuk yapma zamanı geldiğini düşünüyorum. Şiir geleneğimizde önemli kırılma dönemlerini hepimizin kavraması gerekir.  Bu kırılma dönemlerine geçmeden önce sürecin kavramsal arka planına kısaca değinmekte yarar var. Çünkü süreç henüz ortaklaşamadı ve kendi içinde sorunlu.

Çok açık ki; Türk aydını henüz “modern”, “modernizm”, “çağdaşlık”, “postmodern” ve “avandgard” ayırımını üzerinde ortaklaşamadı. Dolaysıyla edebiyat ve sosyal alanlardaki bütün yazılar ortak bir bilgi üretmektense politik iddialar, didişmeler manzumesi olarak yazıldılar. Polemik düzeyinde değerlendirmek bile çok zor.

Modern eskiye karşı yeniyi ifade eder (Habermas), yeni bir toplum, yaşam tahayyül etmektir, etimolojik olarak da böyledir. Modernizm bu tahayyülün içinde çözüm aramaktır. Postmodernse tahayyülün ötesine geçmektir. Avandgard tarihsel açıdan “öncü” olarak kabul edilse de modernizme bir tepkidir, ona karşı çıkışı yadsımaktır, ama modernizmden de tamamen bir kopuşu önkabul saymaz. Çağdaşlığa gelince çok kaypak bir kavram ve güvenilmez, derim. Bu kavramlar doğru kullanılırsa edebiyat, şiir, sosyoloji ve politik tarih doğru yazılıp anlaşılmaya başlanacak, bilgi üretimi hak ettiği yere gelecektir. Umuyorum bu gerçekleşir.

“Divan şiiri imparatorluğun şiiridir. İmparatorluğun yarattığı bir çeşit gurur duygusunu geliştirir. Divan şiirindeki aşk teması hep parıltılı bir geniş zaman içinde döner. Sevgili, ganimetle, kıymetli taşlarla ya da silah çağrışımlarıyla nitelendirilir. Hükümdardır sevgili, padişahtır. Neşat’ı gam’ı da o dağıtır. Daha doğrusu şair, neşatı da gamı da bir yerde ona bağlar. Fuzuli’nin lirizmi, Bâki’nin renkliliği, Nef’in özseverliği, Nabi’nin bilgeliği, Şeyh Galip’in inceliği, Nedim’in uçarılığı, gider hep aynı imparatorluk gururuna yaslanır; sevgiliyi onun içinde değerlendirir. Binlerce tegazzül’den anlaşılıyor ki şair kurulu düzenden memnundur; kurulu evren düzeninden, kurulu hayat düzeninden, kurulu imparatorluk düzeninden. Çok kez sevgiliyle onaylar bu düzeni. Geniş zamanın rahatlığı içinde.” (Cemal Süreyya, Şapkam Dolu Çiçekle, sayf 30) / Cemal Süreyya’nın Osmanlı şirinde belirgin olan meta fizik aşk’a değinmemesi bir eksiklik kuşkusuz ama yazdıkları bugünün pratiğinde çok daha iyi anlaşılıyor. Süreyya; kurucu düzen, aşk, sevgili, muhaliflik gibi temel alanlar üzerinden Osmanlı şairinin çıkmazlarını gösterirken haklıdır.

Cemal Süreyya, cumhuriyet dönemiyle Osmanlı şiiri arasında dil, söyleyiş dışında modernizm tahayyülü temelinde bir bakış veya tasnif yapmayı başaramadı. Dolayısıyla ve kendince cumhuriyet öncesi şiiri “Osmanlı şiiri” olarak tanımlar. Bu tasnif kesinlikle Osmanlı Şiirinin modernite mantığından uzak olarak yorumlamasına yol açar.

Tabi ki Cemal Süreyya Tasavvuf şirinden ve de Batı’da ortaya çıkan edebi akımların Osmanlı Şiirini etkilediğinden haberdardır.  Haberdar olmaması düşünülemez. Ne yazık ki modernleşmenin politik angajmanı böyle bir gelenek tasnifine yol açmıştır. Aynı duruma yakın bir tutum da Nurullah Ataç’da belirir. Resimli Ay mecmuasının Nisan 1930 sayısında ‘Bizim dün bir edebiyatımız yoktu.’, diyebilmiştir. Türkiye’de “çağdaşlık”, “gelenek”, “kültür” tanımları seküler veya objektif kriterler temel alınarak değil de politik kaygılar önde tutularak kullanılmıştır. Buna şiirde de rastlamak mümkün. Hazırlanan pek çok şiir antolojisinde veya edebiyat eleştirilerinde hep bu politik kaygı önde tutulmuştur. “Çağdaş”, “Modern” isimli şiir antolojileri, belirlenen tarihlere göre dâhil edilen şairler de bu politik kaygıyla seçilmişlerdir. (Yalçın Armağan)

Şiir tarihimize dönecek olursak şöyle kısa bir özet yapalım derim: Tasavvuf şairi Yunus Emre ve Klasik (Divan) şairi Fuzulî’nin “metafizik aşk” izleğini, Divan şairi Baki ve Nedim’in sembolizmden etkilenerek “Yaşama coşkusu” izleğini yarattığını bilir. Tanzimat, Serveti Funün, Fecr-i Aticilerin; Namık Kemal, Abdül Hamit, Recai zade Mahmut Efendi, Ziya paşa, Ahmet Haşim’in romantizimden etkilenerek metafizik aşk şiirleri ve ‘sefahat’ şiirlerine karşı çıkıp daha öznel duyguları işleyen; vatan, hürriyet, melal gibi siyasi ve bireysel duyguları işleyen şiirler yazmışlardır. (Baki Asiltürk)

Orhan Veli, dadaizimden etkilenerek “kendi yaşantısını ve sokağın yüzünü alçak gönüllülük” izleğiyle şiirleştirdiğini, Nazım Hikmet fütürizmden etkilenerek “Özlem, ayrılık ve insan” izlekli şiirlerini, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Yaşama sevinci ve ölüm korkusu” izleğini, “2.yeni” şairleri gerçeküstücülükten etkilenerek; Turgut Uyar, Edip Cansever “iç sıkıntı” izleği şiirini, Behçet Necatigil’in “Ev “izleğini, Atilla İlhan’ın “Serüven tutkusu” izleğini, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Sonsuzluk “ izleği temelinde şiirlerini yazdıklarını bilmeliyiz.

Modern Türk Şiiri Tanzimat Edebiyatıyla başlayıp Orhan Veli (Garip) akımıyla modernist bir şiire ulaşarak ilk güçlü kırılmanın yaşadığından haberdar olunmalı. 2.yeni iddia edildiği gibi ilk modernist şiir değildir. Bundan önce kısa sürse de “Garip” hareketi (Orhan veli, Melih Cevdet, Oktay Rıfat) vardır.

“2.yeni”, “Garip” akımını karşısına alsa da bu iki hareket veya akım aslında avandgard olarak nitelenebilecek modernist reflekslerdir. Aynı modernist refleks Nazım Hikmet öncülüğünde gelişmiş “Toplumcu Gerçekçi” anlayışa evirilerek avadngard bir çıkış yakalanmıştır. “80 kuşağı” bir kuşak gibi görünse de “kuşaktan” daha çok şeydir. İçinde farklı eğilimler barındırması nedeniyle “2.yeni” gibi uzun bir zaman dilimine yayılan bir akım olma özelliği taşır.

Hasan Bülent Kahraman “2. Yeniyi”, “çağdaşlaşamamış” bir şiir olarak değerlendirmesinde “modernizm” ,“çağdaşlaşma” kavramlarında sorunlu olduğu dolaysıyla da “2.yeninin” Batı avandgard akımlarla olan ortak özelliğini ıskalamıştır. Atilla İlhan’da kaba Marksist anlayışla “2.yeni’yi” Batı’da gelişen gerçeküstücü akımdan soyutlayarak dönemin siyasi gelişmelerine bağlayarak bu akımı anlayamamıştır.

“80 kuşağı” sonrası gelişen şiir kuşakları bir akım özelliği taşımadığı gibi elle tutulur bir çıkışı da yaratamamışlardır. Beni affetsinler ama bu kuşaklara ne yazık ki “kronoloji kuşakları” diyorum. “80 kuşağı” 1. ve 2.yeninin yapamadığını yapmıştır. Evet, bu iki kuşağın yapamadığını yaparak bunu gerçekleştirmiştir. “80 kuşağı” Türk şiirini toparlamış, çerçevesini çizmiş, rotasını belirlemiştir. “80 kuşağı” için şiir daha önce söz edilemeyecek kadar yenilikleri gündeme getirir. Bireysel oldukları ölçüde de ortak bir estetik arayışını paylaşırlar. Postmodern estetik “80 kuşağına” hiç de uzak değildir. Bu anlamda dünyayla kurdukları ilişki daha önceki kuşakların kuramadığı ilişkiden çok zengin ve geniştir. Ayrıca Türk şiirinde önemli bir kırılma, kopuşu temsil eder.

“80 Kuşağı” Türk Şiirini özetleyen Baki Asiltürk dört beş ana damardan söz eder. Birinci damarın; poetikası’nda imgeci şairlerin Ahmed Hâşim ve İkinci Yeni şairlerini, mistik-metafizikçi şairlerin Şeyh Gâlib, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel, Sezai Karakoç ve Ebubekir Eroğlu olduğundan etkilendiklerini belirtir. , İkinci damarın; folklorik şiir anlayışını sürdürenlerin halk şiirini, destanları ve mitolojik metinleri, şiirin yapılan bir şey olduğunu düşünen şairlerin Yahya Kemal, Behçet Necatigil ve Hilmi Yavuz olduğuna vurgu yapar. Dördüncü damarın; argo söyleyişi ve altkültürü benimseyenlerin Can Yücel ve Ece Ayhan’a yakın olduklarını söyler. Beşinci damarında;  anlatımcı şiiri savunanların Anglosakson geleneğini sürdüren bazı İngiliz şairlerini, Yahya Kemal’i ve Attilâ İlhan olduğunu belirtir.

Bugünün şiirinde, genç kuşak şairler üzerinde “2.yeninin” değil “80 kuşağının etkisi vardır. Yani bir tarafta uzak çağrışımları temel alan bir imge anlayışıyla kurulan şiirler diğer tarafta konusu olan, bütünsellik, toplumsallığı, bireyselliği içeren ve anlam kaygısı taşıyan, imgeyi de mısradan çok şiirin bütününde yaratmaya çalışan bir şiir anlayışı.

Şu da söylenmeli: Şiirde “80 kuşağı” uzun yıllar etkisini sürdürecek son güçlü kuşaktır. Bu şiir kuşağını aşmak genç kuşak şairleri için çok zor olacak.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl