Ana Sayfa Litera SALİH BOLAT’IN ŞİİRİNDE ‘ZAMAN’ İMGESİ

SALİH BOLAT’IN ŞİİRİNDE ‘ZAMAN’ İMGESİ

SALİH BOLAT’IN ŞİİRİNDE ‘ZAMAN’ İMGESİ


13 Şubat 2022 tarihinde yitirdiğimiz önde gelen seçkin şair, eleştirmen, çevirmen, deneme yazarı ve akademisyen Salih Bolat, kendi şiiri için gereken besini içine çektiği kendi coğrafyasında, (pastoral Akdeniz manzarasının daha sonra onun için basit ama yoğun bir şekilde evrensel bir manzara olduğu ortaya çıktı) demokrat bir ailenin içinde doğdu ve Akdenizlilerin yalnızlığından endüstriyel Ankara, İstanbul kentlerine yaptığı travmatik göçler, onun şiirselliğini ve eleştirel duyarlılıklarını geliştirdi.

Yaşama ait saflık, masumiyet, sadelik ve şiire yaklaşımında insanı ima eden fikirleriyle bir yenilikçi olan Bolat, zamanların bilgin sergisine katı bir karşıtlıkla durdu ve dolayısıyla geleneksel şiirin ana akımlarının dışında kaldı. Ama zaman ve yeni hareketler, sahnenin değişimiyle kendi önemini kaybetmeyi alışkanlık hâline getirdiğinden Bolat’ın şiirlerini eskitemedi. O, edebiyat ve yaşam arasında yakın bir bağlantıyı savundu. Böylelikle şiirsel âlemi aracılığıyla kendi dünyasına daha kalıcı bir ifade bıraktı.

Dünya; savaşların, hayal kırıklıklarının, ekonomik depresyonların, enkazların ve sefaletlerin hain pençeleri içindeyken Salih Bolat, edebiyat arenasına girdi. Marksizm günün insanlarının üzerinde baskın bir etkiye sahip olma eğilimindeydi ve şair olarak o, şiir bir sosyal ya da siyasî amaç için kullanılmıyorsa o zaman edebiyatın da boşuna bir uğraş oluşuna dikkat çekti. Zamanların kargaşası ve hengâmenin ortasında yetişmiş olmasına rağmen onun şiirsel etkisi, sefil koşullarda bir sona yaklaşmadı ve günün edebî modasına yenilmedi. Bolat’ın şiirleri, onun pek çok çağdaşının şiirlerinde algılanmış olan olumsuz yolun tersine olumlu, doğrulayıcı yolda ve ahenk içinde okuyucuyu en hassas yerinden vurarak 20. yüzyıl modern Türk şiirinin tarihinde bir dönüm noktası oldu.

Yazımın doğrulayıcı yolu, kendi kalıbını arayışında kaynağını ve ilhamını doğanın baskın görüntülerinde aile, toplum içindeki kişiler arası ilişki içinde, genel olarak insanlığın ve büyüyüp yetişmenin en yakın sosyal çevresinde gelişip ilerlemektedir. Birisi güzelliğin var olduğunu bilmeden önce, diğeri de doğadaki güzelliği kavradığından dolayı bir çocuğun zihni üzerinde belirgin bir etki sarf eder. Bir çocuğun zihni, özellikle ilk önce dünyayı iki ya da üç fit aralığında görmesi ve o çocukluğu yeniden yaratması gerçeğinden etkilenmektedir. Odak, her zaman etraftaki doğanın tatlı anılarında sırılsıklam olan o yaşam üzerindedir. Doğa, zaman zaman yazmanın ilk aşamalarında sıkı bir kavrayış tutmayı sağlar ve Bolat, teselli ve konforu çocukluğunun ilk derin düşüncelerinde, ilk şiirlerinde doğada bulur.

Bolat, Kanıt adlı kitabı üzerine Mehmet Çakır ile Cumhuriyet Kitap için yaptığı söyleşide şunları söylüyor:

Çocukluktan gelen bir şey olabilir. Şiirsel esin konusunu araştırmıştım ve çocukluğun çok önemli olduğunu buldum. Saf bilinç dönemi olan çocuklukta insan seçerek algılamıyor; özgürce algılıyor. Bu sebeple çocuğun dili şiire yakındır planlamadan konuşur çünkü. Doğayı hayatı ilişkileri algılama durumu da saf bilinç içinde oluşur. Ben çok nefis bir doğada büyüdüm Akdeniz’de. Çok çeşitli bitkilerin çiçeklerin şimdi nesli tükenmiş olan sarıasma kuşlarının günlerce yağan yağmurların topraktan çıkan buharların yıldızların akşamları güneye sabahları kuzeye uçan karanlık kuşların içinde geçti. Bu beni son derece etkilemiş demek ki. Doğaya yakın olmamı sağlamış. Kişileştirme tekniğini kullanmak açısından da büyük olanak sağladı bana bu durum. Dikkat ederseniz şiirlerimde ağaçlar konuşur; bir kişilik olarak yaklaşılır doğaya. Dünya edebiyatında bu vardır. Örneğin Fransız şiiri kişileştirme tekniğini çok kullanmıştır. Türk şiirinde böyle olanaklar çok fazla kullanılmaz; figüratif bir şiirdir insan merkezli bir şiirdir. Oysa insan her şey değildir. Doğanın şiirlerimde bolca yer bulmasının ikinci nedeni de bu. İnsan kendini o kadar önemsiyor ki. Dinsel kaynaklı da olabilir bu. İslam dinine göre insan doğanın en yüce yaratığı olarak anlaşılır. Bence öyle değil. Salyangoz da yüce bir yaratıktır. Böcekler taşlar kuşlar… Onların da trajedileri vardır. Bazen de bir imgenin ne olduğunu ben de bilmiyorum açıklayamam”.

Bu vakitlerde düşer tuzağa gecenin tilkisi. Bu gecenin tilkisi ne? Gece yürüyüp giden bir tilki mi acaba?”.

Bolat’da kişiler arası ilişki, onu ilk şiirlerinde ailesine sınırlayan bir şekilde yapılandırılmıştır ama yazdığı “Anafor” başlıklı şiirinde söylediği gibi onun daha sonraki şiirleri, genel olarak insanlığın bütün görüş alanını kapsayacaktır:

yazla yıkanmış bir çan çalsa/ dağılsa son servilerdeki sis/ bu taşın ve ekmeğin zamanı, desem/ henüz erken, dersiniz/ kan sussun, kapı açılsın/ o zaman söyle/ dersiniz./ oysa ağlamaz ki dövülen bakır/ koşan bir at dönüp bakmaz arkasına/ içinde yüksek sesle konuşan adamlarla/ düşkırıklığı taşıyabilir bir balıkçı teknesi/ bir demirin kıyısında/ boşuna beklersiniz”.

Zamanın anlamının hayatın anlamı olduğu, Bolat tarafından sezildiğinde bir şair olarak o, kendi hayatında ve şiirinde büyük bir önem üstlendi. Enkarnasyon, Bolat’ın şiirinde çok derin bir sembol yüklenir, insanın hayatına anlam verende olduğu gibi…

T. S. Eliot, şöyle der: “Şair ve dünya ile su katılmamış dürüstlük, diğer mesleklerin adamlarından ziyade, yazın dünyasının adamları arasında artık yaygın değildir”.

Bu yanlış anlaşılamaz bütünlüğü vurguluyorum ben. Çünkü bunun insanın kendisinde olmasının yanı sıra Salih Bolat’ın eserlerinde olduğunun farkına vardım. Eser ve insan birdir; onun otobiyografisi, şiirini anlamada bizlere yardımcı olur.

Salih Bolat’ın, şiirlerinde tek bir samimiyetsiz kelime telaffuz ettiğine ya da tek bir samimiyetsiz kelimenin basılmasını üstlendiğine inanamam. T. S. Elliot’ın yukarıdaki açıklaması, Bolat ve onun şiirini ayan beyan ortaya koyar.

Anladım” şiirinde Bolat, babasının evinde geçirdiği erken çocukluk dönemi hatıralarından söz eder. O; tarlaların sınır taşları, dere yatakları, karıncanın yitirdiği yol, gök haritaları, yıldız motifleri ve Akdeniz’de babasının evinin yakınındaki güzel doğal manzara ile çevrili güneşli tepenin üstünde geçirdiği günleri hatırlar. Akdeniz’in etrafını kuşatan doğanın tasvirleri, okuyucunun bakışına canlı olarak getirilmiştir. Çevreleyen kırsal bölgenin resmi de şiirde belirgindir. O, şiirinde Akdeniz’deki günlerinin sonsuz güvenli dünyasını temsil eden çocukluğunun Akdeniz’ini, canlı bir şekilde resmeder:

unuttum kimdim, semt pazarında dolaşırken/ anladım, su satan çocuklardan biriydim”.

Bolat, doğanın bozulmamış güzelliğini tüm ihtişamıyla görmesi olanağını tanıdığı için kendisini Akdeniz’de yetişmiş olmaktan dolayı şanslı olarak addeder. Onun otobiyografisi, bu iddiayı şöyle doğrular: Akdeniz’de her şey yakındır, içinde sıkıştırılmış olduğu için bir ulus ya da kıtaya yayılmış olan her şey vardır. Hatta dizenin dokusunun içinde bile Akdeniz’in zerreleri vardır. Şekli, Çukurova tarlalarının ve tepelerinin sessizce akan yan kanallarını yansıtmaktadır. Ailede kişiler arası ilişkinin kaynağının dolaylı anlatımı, onunla ilişkili bağlantı ve güvenlik, Bolat’ın şiirinde anlık olarak sıyrılmaktadır.

Onun şiirlerinde ‘baba’ ve ‘anne’ tasvirleri çok iyi tanımlanmıştır. Bir çocuk güvenini tamamen ebeveynlerinin içindeki cennete ait bir masumiyet içinde dinlendirir. Bolat da “Efsane” başlıklı şiirinde belirttiği gibi güvenliğin bu kaynağını yakalamıştır. Aşağıdaki dizeleri birlikte okuyalım. Bu dizelerde, şairin babasının günlük dualarının satırlarında işlenmiş olan eviyle ilişkili güvenliğin bir örneği vardır:

babamın ceketini havalandıran rüzgârı tanıyorum 
o başka bir şehirdi, gidilip dönülen
biz burda akşamı konuşuyoruz birlikte
akşam, bir deniz dibi, güvensizlik öneren
orda kuşlar zamanı örtünmekte.

öylece beklemek neye yarar
ya trende okunup bırakılmış gazeteler
ya ölünün cebindeki anahtarlar
tanıdık bir ses, babamın çakmağı
ya da yaz göğündeki yıldızlar.

herkes geldi, niçin gelmedi babam
o başka bir uzaklıktı, unutulup hatırlanan
biz burda acıyı konuşuyoruz birlikte
acı, eski bir kaplan, yanımızda duran
orda kuşlar zamanı örtünmekte
”.

Dizelerindeki bu güvenlik, şairin asla imha edilemeyecek İlâhî bir meskende olmaya can atmasıdır. Şair, aynı zamanda güvenliğin sürekli bir kaynağı olan ve insanlığın genel olarak güvenebileceği “Göksel Baba”ya da işaret eder. Böylece Bolat, şiirde kişisel ve genel evrenselleştirmenin ikiz hedefini gerçekleştirir.

Bir baba, çocuğunu kendi planı gereğince yetiştirir. Böylece çocuğun ilk öğretmeni olduğunu kanıtlamaktadır. Bu şekilde Bolat, şiirde kendi hayatının gündelik deneyimlerini anlamlı bir şeye dönüştürmede başarılı olmuştur. Bu şekilde şiir, kendi çerçevesi içine Bolat’ın ebeveynlerinde aradığı inanç, umut ve sevgi kavramlarını dâhil eder.

Aslında o, çok sade ve yalın bir şiir aracılığıyla anlamın çoklu katmanlarını akla getirebilme hususunda başarılı olmuştur. ‘Zaman’ kavramı da aynı zamanda güneşin motifiyle odak hâline gelmiştir. “Milad ”, “sabahın üşüyen tohumunu ısıtan, güneş değilse, kim?” ve “bir akrep bırakıyorsun gecenin yatağına” gibi kelimeler, zamanın etkisini öne sürmektedir. Çocukluk döneminde zaman, bir düşman gibi değil ama Bolat’ın kelimelerindeki gibi gözden geçirilmiştir:

herkes geldi, niçin gelmedi babam/ o başka bir uzaklıktı, unutulup hatırlanan/ biz burda acıyı konuşuyoruz birlikte/ acı, eski bir kaplan, yanımızda duran/ orda kuşlar zamanı örtünmekte”.

Sanki yalnızca sonsuza kadar doğan ve batan tek bir gün varmış gibi… Orada zaman, onlar için olmadığından dolayı biri ölümsüzlük içinde var olduğunda Bolat, çocukluk dönemini insanın hayatındaki tek zaman olarak göz önüne alır. Okuyucu, şiirdeki güzelliği ve ihtişamı sunan, görüntüleyen kinestetik görüntüleri hissedebilir. Bir diğer şiir olan “Artık Konuşsak”, Bolat’ın hayal dünyasında yaşayan ruh hâlini tasvir edemez ama daha çok satır sonuna doğru şiirin tonunu ayarlar:

bir klakson rahatsızlığı var sokakta/ pencerede bir temmuz çırılçıplak/ avcumuzdan kayıp giderken küçük bir şey/ saatlerce susmak neye yarar göğe karşı/ kafka’nın gizli mektuplarını okumak/ eleştirmek ilahi komedya’yı/ bahçede güzü tartışırken iki ağaç/ neye yarar uyanmak sabaha karşı/ artık konuşsak./ adını koymasak da aşktı/ masada aynı boşluğa bakmak”.

Mesela şiirin başında, sanki şair çocukluk günlerinin kaybından dolayı kederli gibi görünür. Ancak daha derin bir seviyede bir okuyucu, son satırda büyük ölçüde belli belirsiz görünen ‘umut’ kavramını aklına getirebilir. Çocukluk anılarının canlanması, yalnızca şimdiki zamanda bunu bir anlamda canlı tutmak için kullanılan bir tekniktir.

Bu nedenle bu gerçeklerden kaçan bir kişinin fikri olamaz ama bu kendi içindeki güçleri deneyimlemek için paradoksal olarak olumlu bir tutumdur. Cennet, erken çocukluk döneminde daha sonra olabildiğinden daha doğal ve kolay bir şekilde bilinir. Böylece çocukluk anılarının canlanması, onu birinin içinde bir anlamda canlı tutmanın araçlarından biridir ama ona yalnızca şimdiki an vasıtasıyla yeniden girilebilir; yalnızca şimdiki insan tarafından…

Bu arzu, insan için doğaldır ve asla bir kaçış değildir. Aslında bu, bir kaçışın tam tersidir. Bir çocuk gibi deneyimlemek için yeteneğin kurtarılması, bir insanı alışılmamış şekilde savunmasız hâle getirip çoğu yetişkin tarafından takılmış koruyucu maskeyi soyup çıkartır. Bolat’ın aşağıdaki “Gravür” başlıklı şiirindeki olayı, kör bir adamın olayıyla benzer olarak kabul edilebilir. Körlüğüne rağmen kör adam, orada bir yolun var olduğunu bilir. Benzer bir şekilde şiirdeki konuşmacı, kendisinin uçuşunda karşılaştığı sislere rağmen hayal gücünün dayanıklılığını ve netliğini algılar.

Bu nedenle şiirin temelinde yatan zihnin olumlu çerçevesini betimleyen bir umut notası vardır. Gerçi Bolat, satırlarda kendi gömülü çocukluk anılarını canlandırmaya çalışır:

bu dağlar o çok öldüğüm dağlar değil/ eğri büğrü gülen bu çocuk/ bu yamyassı rüzgâr/ kapının önünde uluyan bu gece/ ufukta uyanan bu masmavi kadın/ cesedi deniz/ bu yeni doğmuş tayın ıssız adımları/ sığ sularda boğulan bu balık o değil/ bu umutsuzluğun gravürü/ umutsuzluk: tabutuma çakılacak son çivi”.

Burada, örneğin çocukluk anılarının geçici olarak kalmasına rağmen onun hayata yolculuğundaki uçuşunun çağrıştırdığı anlam ileriye yöneliktir ve onun şiirindeki olumlu nota ile ahenk içindedir. 

Bolat’ın “Atların Uykusu” başlıklı şiiri, hayvanlar için olan tutkusunu betimleyen bir diğer şiirdir. O, bir kâşifin henüz girmediği yabancı bir ülkeyi sevip ürktüğü gibi atları da sevdi ve ürktü. Dizelerdeki güzel metaforlar ve benzetmeler şiiri süslüyor: “siyahı çıkarıyorum geceden/ geriye uğultulu bir uzaklık kalıyor/ bununla bir at tamamlanabilir belki/ belki bir düş kurulabilir ondan”.

Başka bir örnek: “mesela çöl olmayı deniyorum/ içinden çıkılmaz bir sorun olmayı/ tehlikeli bir sarmaşık, iğrenç bir hayvan/ kötü bir koku, bir kan sızıntısı/ onların yaptıklarından”. Yukarıdaki bu dizelerin erdemi, Bolat’ın hayal gücünde sürdürülmektedir. Yine örneklerle devam ediyorum: gündüzün yanına koyuyorum geceyi/ bir utanç oluyor dağların sessizliği/ ürkütücü bir beyazlık/ bir halk eksikliği  diyor Bolat ve şiirini kendi yüreği ile karşılaştırıyor. Onun kalbi daha önce onu baskı altında ezen düşüncelerin yükünden bağımsız gibi görünüyor ve böylece yapraklarını dökmüş olan çıplak dallara benzer şekilde hafifleşiyor. Manzara, şairin zihninin durumuna benziyor:

“…uyanın!/ yanlış biniciler taşıyan atlar/ bulun kaybettiğiniz yönü/ üzengilerinizdeki yabanmersini yapraklarından tanıyın güneyi ve geleceği…”.

Sembolik olarak şair, iç ve dış duygularını çırılçıplak yatırmış gibi görünüyor. Yukarıdaki dizelerde belirtildiği gibi her insanın yaşamı, insanın yaşamının hiç bitmeden tekrarlanan performansıdır. Aynı nedenden dolayı açıktır ki hiçbir şiir, okuyucuyu bilinçli olarak bir hayata hapsetmez. Varlığımızın üçte birini geçirdiğimiz bu uyku, deneyimin bir biçimidir ve rüyalarımız da hakikatin bir parçasıdır.

Kendi içlerinde bizim bilinçli yaşamlarımız, özellikle ilginç olmayabilir. Ama bizim ne olduğumuz ve asla olamayacağımız, yani “fabl”ımız, bana akıl almaz derece ilginç görünüyor. O fablı yazmak isterdim ama onu yaşayamam bile eğer hayatımın dışarıya doğru seyri ile ilişkilendirilmişsem tüm yapabileceğim, ondan nasıl saptığımı göstermek olurdu.

Şair, “Hamburg Şiiri”nde:

kirli bir ay var hamburg göğünde/ ludwigshafen baskınında kırılmış ayna gibi./ hitler’in fotoğrafına bakıyorum/ bir balkondan sesleniyor halka/ alnına düşmüş siyah saçı/ karga kanadı gibi güneşin altında”.

Derken kendini meşgul ettiği Almanya’daki deneyimlerin bir sonucu olarak elde edilmiş olan görüntülerle zihninin olgunlaşmasını da ortaya çıkarıyor. Doğanın görüntüsü, ona hayal gücü için gerekli olan şeyleri sağlıyor. Renk ve bezemenin kullanımı, mesela “kirli bir ay” sözcükleri, trajik eylemin dışında kalan doğal ve duygusal hayatın görüntülerini düşündürüyor.

Seni Tanıdığımda” hasadı izleyen sakinlik hakkındadır. Şair şiirde bir genç kızın görüntüsünü çağrıştırmaktadır:

seni tanıdığımda/ med zamanıydı, kanat alıştırıyordu ay/ bakışlarının kardeşi, zümrüt toprak/ çaresizliğin sesini tanımlıyordu saatin/ sana yakışan da buydu ve bana, umutsuzca biliyorduk”.

Dizelerinde kızın görüntüsü etrafındaki doğal sahne ile birdir ve bu canlı açıklama şöyle uzar:

apansız bulutlar, ışıklı hüzün çiçekleri/ yoldan geçen bir avcının çantasında/ dökülür gibiydi sesin/ seni tanıdığımda/ uzaktaydı kent, yasalar, plastik dünya/ bilinçli unutkanlıklar uzaktaydı”.

Burada “bilinçli” kelimesi, şairin doğa ile kurulmuş bilinçli güvenlik, teselli ve konforunda üstü kapalı hissettirilir. Yeryüzü, içine kapalı ve uykuda, uzakta yatan bir ‘Tanrı’ olarak resmedilmiştir. Bolat’ın tasvirleri, büyük ölçüde görsel ve kinestetiktir. Onun sesi, yansıtıcıdır ve duygu kontrol edilmiştir. Ama derin bir sadakat duyduğu en sevdiği şair olan Yannis Ritsos’a benzer bir şekilde “huzur içinde yeniden derlenmiş”tir. Ben şöyle gözlemliyorum: şair de kendi çekişmesinin bir yaygarası olarak kendi yeni huzuru içinde uzaktan ona gelirmiş gibi sahneye kendisini özümser. Barış, bitkinlik, enerji duyusu geri alınmış ama hâlâ muallakta var olmaktadır. Soğukluk ve netlik, mesuliyetsizlik ve çıplaklığın duyusudur bunlar; manzaranın ve şairin durumunun hep birden tüm özellikleridir. “Sakın Vazgeçme” şiirinde şair, romantik bir dış görünüştedir ve doğanın güzelliği ve harikasını resmeder: “o orada dursun/ gecenin belirlediği şey/ başlangıcın bilgisi/ sakın vazgeçme/ ateşin omzuna yaslan/ suya tutun/ eğer yorulursan./ bilmediğin bir yola çıkarsan eğer/ sakın vazgeçme/ göğü, kırları, denizi yanına almaktan/ ihanetle karşılaşırsan kuytu bir yerde/ ondan ayırma gözlerini/ bir savaş gemisini izleyen iki yunus gibi…” bu dizelerde, doğa ibadetine ve doğa ibadetinden kendi doğamızın ibadetine davet eder gibi görünmüş olan ormanların görünüşünde bir şey vardır. Ağaçlar; doğal olmuş olduklarından beri, bizi doğal olmak için kendi gençliklerini her yıl yenilediklerinden beri, genç olmak için bizler doğanın çocukları olarak onların arasında gezindiğimiz gibi kolayca hissedebildiğimizden beri, çocuk gibi olmak için baştan çıkartır. Doğanın ibadeti, Akdeniz’de güçlü bir kült olmuştu ve şairin içinde ağaçlar, akarsular gibi zararsız ve barışsever olma, barışçıl alanlar arasında özgürce hareket etme ihtiyacı uyandırdı. Doğa, Bolat’ın içinde bir uyanış yarattı ve onun içinde ağaçlar, akarsular ve barışçıl alanlar gibi barışçıl şeylerle birlikte olma ihtiyacı indükledi. Bu fikir, Bolat’ın şiirde seçtiği olumlu yolu çağrıştırır. Fikir, dizelerde üstü kapalı olarak ifade edilmiştir. Bu dizelerle ilgili bir ışınım vardır. Bolat, özellikle zamanında mutluluğu bulduğu yerlerin özlemini çeker ve şiirlerinde aynısını anımsatır. Aslında Bolat şiirinin anahtarı, şairin kendisinde yatmaktadır. Onun şiiri, kendi şiirlerinde gizlenmiş tematik ve sembolik anlamları ortaya çıkararak onun üzerinde desenlenir. Bu nedenle bu şiirler, kendi iç ‘fabl’ının ve dış hikâyesinin bir ilhamıdır. Şiirlerin çoğunda Bolat, aynı zamanda onun şiirsel zihnine gerçek ve sağlam bir dünya gibi yankılanan Akdeniz’deki insanların hayatı gibi, Çukurova’daki çocukluk günlerinin gerçek ve sağlam dünyası gibi, sağlam ve somut bir dünyayı canlandırır.

Bolat’ın şiiri için besleyici değeri içine çekmiş olan kaynak doğanın, zamanın görüntüsünde ve aile içinde kişiler arası ilişkilerde derin köklenmiş yatmaktadır. O, inancının öğretileriyle uyum içinde Tanrı’nın bir becerisi olan doğanın ihtişamı ve harikalığına bakarak hayrete düşmüştür. Onun şiirlerinde aşkın, zamanın ölümsüzlüğünün ve sonsuzluğun temaları şekillenir. Bu temalar, görüntüler açısından ortaya çıkar. Görüntüler, arka arkaya şiirlerde yeniden yinelendiğinde kendi nesnel özlerinin ötesinde bir anlam alırlar ve bir sembol âleminin içine taşınırlar. Böylece “Atlar”, zaman için ilgili görüntülerdir. Ama onun sık istihdamı, zamansızlığın sembolü içine yön değiştirip salınır; sonsuzluk ve ölümsüzlükle ilgili olarak görülür.

Bolat’ın şiirleri, gerçek deneyimler (yaşanmış deneyimler) olarak güçlü ve sağlam temeller üzerine dayanıp bir motif biçiminde iletişim kurar. O; derlenen, üzerinde çalışılan ve geliştirilen bir müzikal kompozisyon içindeki tema gibidir. Bu, onun eserleri altındaki desenleri açığa çıkarır. Böylece okuyucu, şiirlerin deneyimlerini görüntüleyebilir ve hissedebilir. Bu tematik model, görüntüleri tanır ya da ilgili sembolleri ve çalışmanın doğasındaki deneyimi tanımlar. Görüntü ve sembollerin istikrarlı olarak tekrarlanması (Bolat’da tekrarlayan desendir ve onun şiirlerinin analizlerinden gözlemlendiği gibi deneyimi), bilinçliliğimizin ve duyarlılığımızın bir parçası yapar. Bolat, kendi anlatımındaki ‘kalite’ gibi bir Tanrı’ya, yenilikçi semboller ve görüntüler için bir yeğlemeye sahiptir.

OKUMA NOTLARI: “Atların Uykusu”, Varlık Yayınları,2014., “Kanıt”, Varlık Yayınları,2006. “Uzak ve Eski”, Era Yayınları,1996. ,“Açılmış Kanat”, Papirüs Yayınları, 2004. , “Gece Tanıklığı”, Bilgi Yayınları, 2000., “Karşılaşma”, Doruk Yayınları,1992., “Sınır ve Sonsuz”, Varlık Yayınları,1998., “Bir Afişin Önünde”, Varlık Yayınları,1986., “Yaşanan”,Yaba Yayınları, 1984.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl