Ben daha epey ufakken babam getirip önüme kocaman parlak ve canlı sayfaları olan bir kitap koymuştu. Kitap diyorum ama daha önceden gördüğüm, bildiğim kitaplar gibi değildi; ağırdı, sayfaları rengarenkti. Daha da önemlisi, sayfaları çevirdikçe içinde karşılaştıklarım daha önce gördüğüm herhangi bir şeye de benzemiyorlardı: Birbirinin içine geçmiş suratlar, yamuk yumuk yumurtalar, akan saatler, kumsalda yürüyen çekmeceler ve daha nice şeyler. Ressam ve heykeltıraş olan babam, bu kişinin Salvador Dali olduğunu, eserlerinin çok özel olduğunu söyledi bana. Resimleri birlikte incelerken bana sürrealizmden, sanatın kısa bir tarihinden, Picasso’dan bahsetti. Bugünü berrağa yakın bir biçimde hatırlamamın sebebi, o gün babam hakkında yeni bir şeyler öğrenmiş olmamdı sanırım. Kendi çizimlerinden örnekleri önüme koyarak Dali’yi incelemiştik. Tabii ki her şey çocuksu bir yüzeysellik içeriyordu. O gün Dali’ye hayran olmuştum.

Bir anlamda babam ile aramda gelişen bağın mihenk taşlarından biri olmuştu bu. O koca kitabı hayatımın ilerleyen bölümlerinde de defalarca baştan sona inceledim. Her ne kadar babam bana çizim öğretmeye çalıştıysa da bu konuya doğuştan bir yeteneğim olmadığı gibi özel bir ilgim de yoktu doğrusu. Şimdi duruma şöyle bir bakınca, özel bir Dali hayranlığım kaldı mı içimde, bilmiyorum. Dali’nin tabloları (bazıları seri üretim olsa bile) hiç kuşkusuz hâlâ çok değerli. Kendine has bir sanatsal görü barındırdığını inkâr edemem. Babam için de Dali hâlâ oldukça kıymetli. Bu açıdan olaya bakınca, Dali’yi sadece sanatı açısından değil, kendi yaşantımın unutamayacağım figürlerinden biri olduğu için kanala taşımak istedim sanırım. Elbette ki Dali’nin karakteri ve siyasi tutumu tartışmalara gebe olmuştur. Kişisel yaşamındaki bencillikleri, aşırılıkları, faşizmi desteklemesi, Franco yanlısı tutumu ve pek çok şey, özellikle politik doğruculuğun geçer akçe olduğu günümüzde tartışmalar doğurmaktadır. Dünyayı değiştirmeye çalışmayan biri olarak böyle şeylerle ilgilenmiyorum. Kendi yaşantımın silip atamayacağım figürlerinden biri olan Dali’ye ait bir çeviri yapmayı da bu açıdan (kendim için) eğlenceli ve hatta kıymetli buluyorum. Bu tartışmaları bir kenara bırakırsak, 1958 tarihli, yaklaşık yarım saatlik bu röportaj kaydına biraz değinmek istiyorum.

Öncelikle Mike Wallace’ın konuklarına sorduğu soruların yerindeliğinin bende daima hayranlık uyandırdığını söylemeliyim. Daha önce Aldous Huxley ve Erich Fromm röportajlarını da kanalda paylaşmıştım, onların röportörü de Mike Wallace’tı. Wallace hep olduğu gibi sorularıyla konuğunun ifade etmek istediği veya istemediği şeyleri gün yüzüne çıkarmayı başarmış. Dali’nin narsisizmini, ölüm korkusunu, dini inancını ve diğer pek çok meseleyi ustaca Dali’den söküp almış. Dali ise, oldukça kötü olan İngilizcesiyle, yine de geri adım atmadan aklındakileri söylemiş. Kendisinin dâhi olduğunu ve ölmeyeceğini ifade eden Dali, eserleriyle evrenin sırrını ortaya koyduğunu, doğumundan öncesine dair anılara sahip olduğunu, bunlarda hiçbir gariplik yokmuş gibi rahatça anlatıyor. Sürekli kendisinden üçüncü şahıs olarak bahseden Dali, her gün biraz daha Dali olduğunu belirttikten sonra dini inancının da eskisine göre daha fazla arttığını tekrarlıyor. Gençlik dönemlerinde daha acımasız biri olduğunu ifade ederken sokakta bacaksız bir dilenciyi tekmelediğini bile itiraf ediyor, ancak bu davranışlarının geçmişte kaldığının da altını çiziyor. Açıkçası tüm röportaj boyunca ele alınan konuları burada bir de yazıya dökmenin faydası olacağını sanmıyorum. Kendiniz izleyip keyfini çıkarırsanız daha iyi olur. Şimdi size sağlıcakla kalmanızı salık vereceğim ve biliyorum ki, hiçbirinizin umrunda olmayacak bu.

*** Çeviri: Ümid Gurbanov

Blog: http://birnevidipnot.blogspot.com

Patreon: https://patreon.com/umidgurbanov