Ana Sayfa Art-izan Sanat Komploya Uğrarsa…

Sanat Komploya Uğrarsa…

Sanat Komploya Uğrarsa…

Komplo teorileri günümüzde çok popüler. Hazırlanan bazı TV programları ve internet bu teorilerin yaygınlaşmasında büyük rol oynuyor. Baudrillar ‘Sanat Komplosu’ adlı makalesinde bildiğimiz anlamda sanatın çoktan ortadan kalktığını belirtiyor. Bu bağlamda gelişen, küratörlüğünü Fatih Balcı ve Duygu Sabancılar’ın yaptığı ‘Komplo Teorisi’ sergisi, 21 sanatçıyı konuk ediyor. Sergi, Balıkesir’de yeni oluşan ‘Blogspot’ adlı mekanda 7 Aralık’a izlenebilir.

Balıkesir’de yeni açılan ‘Blogspot’ bir inisiyatif mi? Yoksa bağımsız sergi alanı mı?

Duygu Sabancılar: Blogspot, sanatın üretim, etkileşim, dolaşım ve paylaşımına katkıda bulunmak amacıyla, kar amacı gütmeyen ve Balıkesir’de Hasan Baba Çarşı’sında 2017 yılında açılan ve kuruculuğunu benim üstelendiğim bağımsız bir sanat mekanıdır. Neden Balıkesir ve neden Hasan Baba Çarşısı (Balıkesir’i bilenler için) diye soracak olursanız şöyle cevaplayabilirim. 2007 yılında Balıkesir üniversitesi güzel sanatlar fakültesi resim bölümünde akademik hayatıma başladım ve 2009-2016 yılları arasında Mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi resim bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışıp aynı zamanda sanatta yeterlilik eğitimimi tamamladım. 2016 yılında yeniden Balıkesir’e döndüm. Uzun yıllar İstanbul’da çalıştıktan ve yaşadıktan sonra Balıkesir’de yaşama ve çalışma fikri, birçok insan için olumsuz düşüncelere sebep olsa da benim için böyle bir düşüncenin asla olmadığını söylemek isterim. Belki de bunu hem kendi sanatsal anlayışıma hem de sanatsal anlayışımın daha da şekillendiği bir yere Halı Atölyesi’ne borçlu olduğumu söyleyebilirim. Çünkü Halı atölyesi, öğrenci hoca ilişkisinden çok düşünmeye, tartışmaya, paylaşıma ve üretime odaklı, MSGSÜ Resim Bölümü’nde yer alan ve kendi özerkliğini ilan etmiş bir atölyedir. Sanat ve hayatın birleştiği bir atölyede, yan yana durarak, birlikte inanarak ve düşünerek üretmenin içinde şekillendiğimden, bu dinamizmi Balıkesir’e de taşımak istedim. Çok fazla sanat ortamının olmadığı Balıkesir’de hem bir arada düşünmenin ve üretimin yapılabileceği, hem de bu üretimlerin sergilenebileceği bir mekan fikri oluştu. Bu mekanı da hayatın içinde bir yerde olmasını istediğimden eskilerin ‘AVM’si diyebileceğimiz bir çarşı içinde bir dükkan kiralayarak bu fikri hayata geçirdim. Her ne kadar bu fikir bir mekan kiralayarak başlamış olsa da, mekanın fikirsel ve fiziksel kurulum aşaması bir arada olduğum, ürettiğim, çalıştığım sanatçı ve akademisyen arkadaşlarımla şekillenmiştir. Bu nedenle kolektif bir beyin fırtınasıyla şekillenen Blogspot, bir sanatsal kullanım alanı olarak internet ortamında işleyen blogspot mantığını yine aynı ad ile fiziksel bir mekana taşıyarak; yine kolektif olarak çalışabilen sanatçıların ve sanat profesyonellerinin sergilerine, konuşmalarına, disiplinler arası etkinliklerine kısacası hayata geçirilmeyi bekleyen projelerine ev sahipliği yapmayı hedeflemektedir. Fiziksel bir kullanım alanı olarak Blogspot’un aynı zamanda kolektif anlayışa sahip bir işleyişi var. Çünkü burası bir kurum ya da galeri değil, sanatçıları ya da sergileri tanıtmak için herhangi bir bütçe de yok, sergilerin kuruluma da yine kendimize ait. Bu yüzden işbirliğine ve paylaşıma dayalı bir mekan olarak paylaşıma ve işbirliğine inanan kişilerle birlikte yürüyor. Bağımsız bir sanat mekanı, sanat izleyicilerinin ve profesyonellerinin ilgi ve desteği ile ayakta duruyor. Blogspot henüz işin başında ama heyecanlı ve dinamik olarak ilerliyor.

Günümüzde komplo teorileri sizce neden bu kadar popüler?

Fatih Balcı: İlkin bu teoriler oldukça çekicidir. Bu çekicilik ise komplo teorilerinin faillerinin mistik, belirsiz ve çok güçlü olmasından gelmektedir. Gizem ve güç insanları her zaman kendine çekmiştir. Gizem ve gücü takip edenler bu gizem ve gücü paylaştıklarını düşünürler. Benim anladığım kadarıyla insanlar sıradan varlıklar olarak kendilerini görmek istemiyorlar ve hayatı bir olağanüstülük olarak görme eğilimindeler. Komplo teorileri bu yönüyle de hayatın sıradanlığını dağıtan bir olgu. Bir çeşit metafizik bir yanılgı. Ayrıca komplo teorileri bireylerin sorumluluğunu üstlerinden aldığı için huzurlu bir edilgenliğe kendilerini bırakmalarını sağlar. Komplo teorilerinde komployu kuran olağanüstü bir güce sahiptir ve komploya uğrayanların yapacağı çok fazla bir şey yoktur. Böylece yaşadığı hayatın sorumluluğunu almak istemeyen bireyler için bir çıkış kapısı da bırakılmış olur. Komplo teorileri başka bir yönüyle de komployu anlayanların (yani anladığı yanılsaması yaşayanların) ne kadar “zeki ve entelektüel” olduklarını da göstermektedir. Yine bir çeşit böbürlenme fırsatı yaratır komplo teorileri ile uğraşanlara. Aslında derin bir analiz yeteneği olmayan kitlelere basit yoldan entelektüel görünümü vermek için iyi bir yoldur. Tüm bunlar bir yanılsamadır. Komplo teorileri yanlış bir bilincin ürettiği çarpıtılmış gerçeklik görüntüleridir.

Blogspot’un aynı zamanda kolektif anlayışa sahip bir işleyişi var. Çünkü burası bir kurum ya da galeri değil, sanatçıları ya da sergileri tanıtmak için herhangi bir bütçe de yok, sergilerin kuruluma da yine kendimize ait.

D.S: Eskiden anlatılan ya da gösterilen tek bir doğru tek bir gerçek vardı. Oysa iletişim ve teknoloji çağında yaşadığımız bu süreçte ne tek bir doğrudan ne de tek bir gerçekten bahsedebiliriz. İşte tam da bu noktada gerçeklik ve gerçeklik algısı bulanıklaşmakta ve komplo teorileri devreye girmektedir. Bir varsayım, bir kader, bir senaryo, bir akıl yürütme, bir sebep-sonuç analizi, bir spekülasyon, bir fantezi, bir popüler kültür inşası olarak komplo teorileri; sebep-sonuç bağlantısı yapılmamış verilere dayanarak üretildiklerinden bilimsel bakış açısı da gerektirmezler, ispattan da uzaktırlar. Belki de da bu yüzden inanırlığı ve kabullenilmesi kolay ve popülerdirler.

Baudrillar’ın “Sanat Komplosu” makalesi üzerinden bakarsak, günümüzde sanat sadece bir yanılsama mı?

F.B: Evet, Baudrillard böyle düşünüyor; aslında günümüz dünyasında ki kurum, disiplin ve kavramlarının gerçeği yerine simülasyonlarının geçtiğini düşünüyor. Sanat da bunlardan biri. Sanatsal alan sergiler, nesneler, eleştiriler üretmeye devam ediyor ama bu modernitenin başındaki anlam ve işlevlerinden azade sanki bunları devam ettiriyormuş gibi yapan ikizleri aracılığıyla yapılıyor. Örneğin bugün sanatın ikonaplast karakteri, eleştiri kabiliyeti ve gerçekliğin öznelde olsa bir temsilini gerçekleştirdiğini söylemek çok güç.

D.S: Baudrillard ortada hiçbir zemin kalmasa da her şeye yeniden yer-yurt kazandırabildiğimizden bahseder. Örneğin bir takip, bir belgesel, bir iş bir haz, birkaç fotoğraf, bir gerçek, bir kurgu, bir komplo vb. bir yanılsama olarak karşımız çıkmakta ve sanat komplosuna dönüşmektedir.

Kapitalist sistem bu olgunun neresinde duruyor?

F.B: Kapitalizmin, geldiği nokta itibariyle bu durumun yaratıcısı. Modernitenin başında pazar ve para, özgürlük ve refah adına çalışan sitemin temel itici güçlerindendi. Ama kapitalizm uluslararasızlaşması ve parasal ilişkisinin tüm değer ve ilişkileri dönüştürerek tek amaç haline gelmesi sonunda modernitenin başındaki tüm değer, kavram, kurum ve disiplinlerin anlam ve işlevlerini kaybetmesine yol açtı. Örneği spor modernitenin başında her en kadar rekabet duygusunu içerse de, bir oyun hissiyle sağlığı ve neşeyi koruyan bir olgu olmaktan çıkmış, birliktelik, beraber çalışma gibi tüm sosyal yararlarının dışında bir aktivite olarak sadece para kazanmak için yapılan ve bu uğurda birçok acımazsızlığın yaşandığı bir şeye dönüşmüştür. Sanat da bu anlamda bilindik anlam ve işlevlerinin dışında hareket etmektedir. Ama bunu sanki bir şey olmamış her şey yolundaymış gibi yaparak yürütmektedir. Bu sadece dış kabuk olarak sanatın var olduğunu ama buna karşılık bir iç olmadığı anlamına gelir.

D.S: Bence kapitalizm hemen hemen her kavramın içini boşaltıyor ve durumlara göre yeniden dolduruyor. Kapitalizm bu olguyu hem yaratıyor, hem geliştiriyor ve her defasında yeniden kurguluyor. Sanatta bir noktada kapitalizmle beraber paslaşıyor. Bu paslaşma bazen eleştiri bazen de işbirliği içinde yürüyor.

Sergi ile ilgili yazıda ‘çevrenin içinde yaşadığı hayata kayıtsız kalması’ gibi bir cümle kullanıyorsunuz. Türkiye’de hiç de azımsanmayacak sayıda sanatçı, eserlerinde içinde bulunduğu hayatı yansıttığını ya da eleştirdiğini belirtiyor, bu da mı bir çeşit yanılsama?

F.B: Ben Türkiye’deki sanatçıların kendi toplumsal gerçekliğiyle yeterli bir bağının olmadığını düşünüyorum. Sanatsal aktörler yaşadıkları toplumdan kendilerini çeşitli nedenlerle yalıtma gereği duyuyorlar. Bu bir çeşit sınıfsal durum. Bu çok uzun bir mesele ve biraz konuşmakla derdimi anlatmam zor. Muhtemelen de yanlış anlaşılmam kuvvetle ihtimaldir. Şu kadarını söyleyebilirim ki “yüksek sanat” çevresi sanatsal alanı kendi sınıfsal konumlarını ortaya koyma aracı olarak gördükleri için, toplumun geneline mesafe koymak zorunda hissediyorlar kendilerini. Bu bir yere kadar anlaşılabilir bir durum. Sanat zaten eleştirel bir disiplin olarak topluma mesafe içinde olmak zorundadır. Onunla özdeşleşmek değil onu eleştirebilmek ister. Tamam, buraya kadar anlaşılabilecek bir durum. Ama Türkiye’de durum bu çerçeve içinde değil yapay bir zemin içinde ilerliyor. Bir çeşit mahalle durumu ve bu sizin davranış ve tutumlarınızı etkiliyor. Olay bu mahallenin kendini buralı hissedememesi ile ilgili. Bunun sonucu eklemlendiği başka bir sürecin ve mekânın tartışma alanı içinde kalıyor. Örneğin ben konuşulacak çok fazla meselenin etrafımızda dolaştığını görebiliyorum. Bir örnek olarak Türkiye’de Kuran ve hadis ilişkisi meselesi sert bir şekilde tartışılıyor. Bu çok önemli bir tartışma ve ileride Türkiye’nin şekillenmesinde önemli etkenlerden biri olacak. Çünkü bu tartışma epistemolojik bir tartışmadır ve gerçeklik algısını toptan değiştirecek bir süreçtir.

Günümüz toplumunda sanatın konumuyla ilgili bir analiz yapacak olsak, neler söylenir?

D.S: Sanatın konumu içten dışa ve dıştan içe doğru gelişmekte. Sanatçılar iç olandan üretim yapmakta ve bu iç üretimleri (kendinden olanları) dışa aktarmaya çalışmaktadırlar. Aynı zamanda da dıştan; siyasetten, ekonomiden, sosyolojiden, kapitalizmden ya da günün dinamiklerinden içe doğru da bir itici güçle yönlenmektedirler. Belki yukarıdaki soruyu da kapsayacak bir durum bu. Hangisinin gerçek olduğu konusunda bir yanılsama. İç ve dış, içerisi ve dışarısı arasında arada kalma durumu. Ama bir o kadar da Whatsapp’tan gönderilen konum kadar net. Sanat bulunduğumuz yerde ve o konumda.

Günümüz çağdaş resim sanatımızda Baudrillar’ın deyişiyle, ‘kalıntılarla oynanıyor’ mu?

F.B: Elbette, bu imgenin geldiği durumun bir yansımasıdır. İmge gerçekliğe karşıt bir sahne olarak herhangi bir şeyi temsil edebilme yeteneğini kaybedince, metafizik temaşa olarak sanat eserinin hayaletlerinin sahneye sürülmesi kaçınılmazdır. Özellikle kavramsal sanat, güncel sanat uzamında gerçekleşen sanat eserlerinin hayatın bir parçasına dönerek, sanatın tanınabilir çehresinin kaybetmesiyle, artık imge denilerek ortaya konan nesne, işaret artık sanatsal bir şey olarak görülememektedir. Bu yüzden geçmiş zamanlarda sanat olduğuna herkesin ikna olduğu sanat görüntüleri günümüz dönemine aktarılarak sanatsal bir şey olmakta zorlanan şeylerin yardımına koşulmaktadır. İki şey birbirlerine bakarken birbirlerie benzerler.

D.S: Bence sanat tarihinde her dönem bir öncekinin, daha öncekinin, daha da öncekinin kalıntılarıyla oynamaktan vazgeçmemiş. Ancak bugün kalıntılarla oynamak bir söylem, bir tavır olarak karşımızda ve kalıntılar dünden çok daha farklı. Bugün her tür kalıntıdan bahsetmek mümkün: sanatın, tarihin, bilimin, kişinin, toplumun, hafızanın vb.

Peki ‘Trans-estetik’ bir hal yaşanıyor mu?

F.B: Çoktan yaşandı bile… Estetik ortaya çıkıp kendi egemenliğini kabul ettirtirken kısa bir süre sonra sanat güzelin alanından çıkmaya başlamıştır bile. Daha çok anlamlı biçimler olarak görülmesi için fazla zaman geçmesine erek kalmadı. Günümüz dünyasında daha çok simge, sembol olarak görülmesi, Kant’ın gündeme aldığı sanatın ne olduğu sorusu üzerinden gelinmiş bir sonuç gibi görünüyor. Bugün ise çoğunlukla bir boşluğu göstermesi de bu yüzden… Baudrillard gibi söylersek olduğundan daha çok sanat gibi görünen şeylerin hiç de sanat olmadığını anlayabilirsiniz.

D.S: Kesinlikle. Estetiğin tanımı değişti, değişiyor… Güzelden çok ilişkiler, ilişkiler kadar geçişler ön planda.

Sizce sanatı besleyenler tarafından bir ‘Sanat Komplosu’ var mı?

F.B: Bence sanat gösteri ekonomisinin bir parçası olarak konumlandığı için sanatçılar bunu doğrudan yapan kişiler olarak görülemez. Bu daha çok yapısal bir durum. Sanatçılar sadece bu duruma entegre olmuş diyebiliriz.

D.S: Sanatı besleyenlerin, sanatı bir sistem olarak gördüklerini düşünürsek, ‘sanat komplosu’ndan da bahsedebiliriz bence.

Son olarak sormak istiyorum, söylemleriniz bağlamında normatif sanat ideali söz konusu mu?

F.B: Kesinlikle söyleyebilirim kendi adıma. Bir şeylerin kaybolduğunu söylüyorsak, olması gereken bir şeyi de işaret ettiğimiz açıktır.

D.S: Belki de, ancak bu ideal kural koyucu olarak değil sadece olması gerekeni söyleyemeye çalışmak olarak olabilir.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl