Lise 2 yıllarım idi sanırım. Edebiyat öğretmenim olan Nurten Hanım, Attilâ İlhan’ın  romanlarına  konu olan, 50’li yılların Fransasındaki alışılmışın dışında giyinen ama devrime inancını hiç yitirmemiş sosyalist kadınlara (mesela Magda) çok benziyordu. Okuldaki  diğer öğretmenler bile onu dışlıyorlardı. Tek tabancaydı, annesi ile yaşıyordu. Derslerde diğer öğretmenlerden farklı olarak, müfredâtı on beş dakikada işleyerek kalan zamanda bizlere münazara benzeri akıl oyunları yaptırırdı. Bir keresinde, “Gümrük Birliği nedir?” diye sormuştu. ”İyi yanları kötü yanları nelerdir?” demişti. Pek çoğumuz Gümrük Birliği adını bile ilk kez duyuyorduk. Bir başka beyin jimnastiği konumuz ise, “Ötenazi bir hak mıdır?” idi. Bu gibi akıl oyunları, robot gibi yetiştirilmeye programlanmış olan bizlerin dünyasında çok büyük etkiler yapıyordu.

Bilenler bilir, İzmir’de Üçyol semtinden Çimentepe’ye yürümek yirmi beş dakikalık yoldur. O zamanlar ben ve Nurten Altay öğretmenim Üçyol semtinde oturuyor ve her sabah aynı yoldan okula gidiyorduk. Bu yol sohbetlerimiz sırasında pek çok şey öğrendim ondan. Gençlik hayaliyle polis akademisine girmek istiyordum. Nurten öğretmenim beni bu hayalimden vazgeçirip edebiyata yönlendirmişti. Kendisine “Kimleri okumalıyım?” diye bir soru sorduğumda, başlangıç için verdiği isimler hala aklımın ve kütüphanemin baş köşesindedir: Niyazi Berkes, Tarık Zafer Tunaya, Attilâ İlhan, Server Tanilli, Doğan Avcıoğlu, Sartre… Server Tanilli adını ilk kez  bu sayede duymuştum.

2004 yılı Nisan ayı idi. İzmir Kitap Fuarı’na gitmiştim. Gitmek denemez aslında, okuldan kaçıp her gün oradaydım. Yaşıtlarım Kordon’da hatun dikizlerken ben orada nefes alabiliyordum. O zamana kadar iki ya da üç kitabını okuduğum Server Tanilli’nin imza günü vardı. İmza gününde kendisine şu an hatırlayamadığım bir soru sordum. Bana kızarak eline bir kağıt ve kalem aldı, konu ile ilgili okumamı istediği kitapların adını yazarak, “Önce bunları oku sonra gel bana  sor” dedi. O günden sonra sayısız konferansına girdim. Son konferansında da  Adana Kitap Fuarı’nda “Kadın hakları” konulu bir sunum yapmıştı.

En unutamadığım anım ise 2009 yılı 1 Mayıs’ından… Üniversitede okuyordum. Okulu ekip Disk korteji ile birlikte Taksim’e çıkmaya  karar vermiştim. O zamanlar da (şu an olduğu gibi) Taksim’de 1 Mayıs kutlamak yasaktı ve sinir harbi günler öncesinden başlıyordu. Mevcut durum, gergin bir telden farksızdı.

Elmadağ’dan yavaş fakat emin adımlarla Taksim’in meydan girişine geldik. Önümüzde terminatörden farksız, dört sıra halinde dizilmiş ‘robocop’ adı verilen çevik kuvvet barikatı belirdi. Her zaman cıvıl cıvıl olan Taksim’de polislerden ve bizden başka Allah’ın kulu yoktu, çıt çıkmıyordu. Polisler sabırlarının taştığını belirten bir şekilde joplarını ellerindeki kalkanlara vurmaya başladılar. Ne yalan söyleyelim, sayımız azdı ve hepimiz korkmaya başladık, safları sıklaştırdık, omuzlarımız birbirine değince daha güçlü olabiliriz hissinin verdiği bir refleks idi bu. Kortejin en önünde DİSK’in o zamanki başkanı Süleyman Çelebi ve tekerlekli sandalyesi ile Server Tanilli var idi. Bu sessizlik harbi sırasında, en öndeki polis grubu emir almadan biber gazına davrandı ve  joplarla üzerimize koşturdu. Süleyman Çelebi ve Server Tanilli tek başlarına en ön safta bu vahşileri karşıladılar. Daha sonra amirlerinin  azarlaması ile  polisler geri döndü. O dakikadan sonra Server Hoca ve Süleyman Bey,  Emniyet Müdürü  Celalettin Cerrah ile pazarlıklara başladılar. Yaklaşık  yarım saat bu pazarlık sürdü. O yarım saat, geçmek bilmedi, çünkü barikattaki  polislerin bize  öfkeli bakışlarını ve joplarını kalkanlarına vurarak bizi yıldırmaya çalışmalarını unutamam. Tam umutların tükendiği anda  Server Hoca ve Süleyman Bey arkaya dönerek  bağırdılar: “Haydi emekçiler Taksim’e!”  Bizler sevinçten çılgına dönmüştük. Dayak yiyerek dağıtılacağımızı beklediğimiz bir sırada bu zafer haberini almamız bizi çok mutlu etti. Önümüzdeki barikat açıldı ve bizler çılgınca Taksim’e doğru koşmaya başladık. O ana kadar çıt çıkmayan Taksim’de birden civardaki dükkanların ve evlerin pencereleri insanlarla doldu. İnsan seli bizi alkışlıyordu. Simit Sarayı’nın üzerinde bize el sallayanlardan biri de Şükran Soner idi. Onlarca yıldan sonra Taksim, onu hak eden emekçilerin olmuştu…

Server Tanilli’yi en son 2011 Ocak ayında İsveç’ten geldiği zaman görmüştüm. 1978 yılında üniversitede ders verirken sağcı bir öğrencinin silahlı saldırısı sonucu hayatının son 33 senesini tekerlekli sandalyede geçiren ve buna rağmen üretmeye; eşitlik ve kardeşlik için  çalışmaya devam eden Server Hoca on sene önce bugün aramızdan ayrıldı ama eserleri sonsuza kadar bizlere ışık olmaya devam edecektir. Gençler pek tanımaz ancak olur da okumaya karar veren olursa kütüphanemdeki Server Tanilli külliyatını hediye edebilirim. Server Tanilli’yi okumaya hangi kitabından başlayayım diyenlere ise bana yazdığı notlardan biriyle cevap verelim. Bana yazdığı o notlardan birinde, “Uygarlık Tarihi kitabımı okuyarak işe başla genç adam” yazıyordu.

Cehaletin örgütlü olarak iktidarda olduğu ve kutsandığı şu zamanda, karanlığın dipsiz kuyusunda sürüklenirken, Server Tanilli gibi aydınlık isimlere kulak verin…

TEILEN
Önceki İçerikKENDİLİK BİLİNCİ YA DA SANATÇININ SORUMLULUĞU VE NE’LİĞİ ÜZERİNE
Sonraki İçerikÇatı (Şiir)
1986 doğumlu. Üniversite yıllarına kadar İzmir'de sürdürdüğü öğretim hayatını İstanbul Üniversitesi'nde tamamladı. Odatv, Yurt Gazetesi Kitap Eki, Red Dergisi, Düşeyazanlar Dergisi, Balkan Aydınları Dergisi gibi mecralarda dönem dönem yazıları yayımlandı. Taksim Dayanışması içerisinde aktif olarak çalışmalar yürütmektedir. "Allahını Seven Defansa Gelsin" isminde bir kitabı bulunuyor.