Şiir

Şiir

ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU

Şiirin insanlara, olay ve olgulara doğrudan etki edebildiği zamanlardan uzaklaşıyoruz. Bahsettiğim zaman aralığındakiler, geçmişte de olduğu üzere, yazılıp geçmişte kalmış -ama okunmaya, üzerinde konuşulmaya, yazılıp çizilmeye, varolmaya devam eden- şiirden minimum ya da maksimum ölçüde, çeşitli açılardan farklı unsurlarla yazılmış/yapılmış şiirler. Şiiri, özellikle de yazılmakta olan yeni şiiri, yoğun olarak takip eden ve gitgide kendi içinde seçkinci bir tavırla fazlasıyla içine kapanan azınlık diyebileceğimiz bir kitle var. Türkiye özelinde düşündüğümüzde, deneyselin (alt dallarıyla birlikte) erken örneklerinin yanı sıra görece daha yakın örnekler akla gelecektir. Ercümend Behzad Lav, Asaf Hâlet Çelebi, Behçet Necatigil, İlhan Berk, Yüksel Pazarkaya, Mehmet Mümtaz Tuzcu, Enis Batur, Tarık Günersel, Ahmet Güntan, Lâle Müldür, Seyhan Erözçelik, Cenk Koyuncu, Murat Üstübal, Ömer Şişman, Necmi Zekâ, Rafet Arslan, Anita Sezgener, Süreyyya Evren ve elbette Serkan Işın ilk örneklerden ve biraz daha geç dönemden ilk aklıma gelenler. Anti-sanatı, deneyseli, görsel şiiri, video-art’ı, somut şiiri, deneysele duyarlı fanzinciliği (Esat, Etrafi, Girdap üçlüsü… vs.), geçmişte görünüp kaybolan dergileri/fanzinleri (Siyâhi, Ücra, Heves, Son Kişot, 4. Yeni, Hacı Şair, Japonya, Gard, Mosmodern, Natama, Duvar, Underground Poetix, Kafa-Göz, Assolist, ’Çün, Nepal, UBA, Bozuk… vs.), konuya kafa yoran internet bloglarını, siteleri (Poetikhars, Evvel Org, Bashibozuk, Ve De Ki, Kontra, Neden?, Da Baddest, Petroleus… vs.), deneyseli önemseyen yayınevlerini (160. Kilometre, Ebabil, Natama, Heterotopya, Sub Press, 6:45, Kült, KÇP, Upas Neşriyat/Evvel… vs) göz önünde bulundurduğumuzda (sekizinci sayıların bin mayradından büyük olamayacak sayıda isim var; ben biraz daha öne çıkanları anmaya çalıştım; Arşimet öpsün sizi), şairin, şiirin tarihselliği içerisinde sorumluluğu artmaktadır (öyle bir sorumluluk varsa tabii; ben olduğunu düşünüyorum).

Sözünü ettiğim, azınlık diyebileceğimiz o kitlenin içinde ve dışında dikkat çeken şairlerden biri olan Umut Yalım’ın şiiri -kendisi anti-şiir olarak nitelendiriyor- son on-on beş yılın bir özeti gibi. Ezberlere, klişelere uğramadan şiir yazma güdüsünün bir özeti. Tabii bu güdü akacak bir su yolu bulduğunda, farkındalıkla ya da farkında olmadan, kendisi de ezbere, klişeye dönüşebilir. O da ayrı mesele. Yalım, deneylere giriştiği ve başardığı, örneğini Sanırım artık limon kolonyası kullanmayacağım… ile deneyimlediğimiz şiiri yazmaya giriştiği andan itibaren kendine farklı yazınsal değerler, birimler, ortamlar seçerek dijitalin, sanalın, her türden medyanın olanaklarıyla kişisel dünyasından ödün vermeden yeni bir uzama adım attı ve o da farkındadır, sadece kendine karşı bile olsa bir tür sorumluluğu da üstlenmiş oldu. Şiirini yenilemeyi iyi biliyor ve ŞİİR üst başlığının altında deneysel şiirin bir dalı olarak anti-şiir’de, şimdilik, bu varlığı şüpheli sorumluluğu iyi taşıyor.

Şiire gelince… Yalım, genelde bir buluşun üzerine gitmeyi seviyor. Bu şiirde de -benim çokça beğendiğim- “çünkü/ her şeyde Istanbuluyorum kendimi. Istanbulamasam bile/ kendimi” kısmında yaptığının, “Am/ a”nın dize kırmasının özellikle üzerine gidiyor. Kendi kişisel özel imajlarına abanıyor: Atatürk, Nutuk, Zeki Müren (birçok şiirinde karşımıza çıkan belkiyse ve sankiyse’yi kullanmayı unutmuyor; fakat Presley’i bu seferlik es geçiyor). Kendine çizdiği sınırlar içinde, güvenli bir alandan sesleniyor. Seçimlerini, anlaşılabilir ve akla yatkın buluyorum.

***

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl