“…

olaylar kalbimde geçiyordu

nezaketen susmayı, mecburiyetten konuşmayı

tedbirden açılmamayı öğreniyordum.

ismini önemsemediğimiz organların

hayati tehlikemize olan etkisini

böyle günlerde anlıyordum.

olaylar kalbimde geçiyordu

bir iğneydin kanımda

ilerlemeni

bir türlü

engelleyemiyordum”

(Sinem Sal -Geçtiğimiz Altı Ayda Çok Şey oldu- sayfa 106)

Sinem’le oturduğumuz gezegenler komşu. Ara sıra rüyalar vesilesiyle iletişim kurarız onunla. Kalbinin galaksisinde geçtiğimiz altı ayda çok şey olmuş diye haber geldi bizim gezegene. Konuşmasak bir araya getirmesek kelimeleri olmazdı. Kalbime çarpan taşları alıp Sinem’in yanına gittim ve Karakarga yayınları etiketiyle raflarda yerini alan yeni şiir kitabı Geçtiğimiz Altı Ayda Çok Şey Oldu ve daha fazlası hakkında konuştuk.

Kavşağı dönünce hiç gözyaşı çarpar mı birbirine, üstelik ikimiz de emniyetli kelimeler sevmezken. Yeni kitabın tam da bu hisle geldi bana, kavşağı döndüm gözyaşın yaşıma çarptı. Peki ya sen, ne çarptı sana neyle çarpıştın da bu şiirler doğdu?

Geçtiğimiz Altı Ayda Çok Şey Oldu’nun ilk uzun şiirinin ilk bölümlerini üç yıl önce yazmaya başladım. Hayatın ayak parmaklarımdan soğuk sular gibi çekildiği zamanlardı. Kıpırdayamıyordum. Elimden gelenin en iyisini yaptım. Bir yıl kadar hiç dokunmadım o şiire. Sonra yeniden parmaklarımın arasında sular yükseldi. Bu iyiye işaretti. Bir duygu çok yükseldiğinde yazabiliyorum ben. Aşksızlıkla gerçek aşk arasında yazdım diyelim. Bu sebeple, kitap iki bölümden okunabilir.

Bir gözü açık uyumak, kalamarlar gibi bir gözü açık uyumak Sinem. Seni tedirgin eden kalamarlar gibi uyutan şeyler var mı? Varsa nedir bunlar veya ne uyutmaz seni?


Aklıma, kalbime takılan hiçbir şey uyutmaz beni. Hiçbir zaman başını yastığa koyunca uyuyanlardan olmadım. Çocukken çok sevdiğim, büyüyünce gıcık olduğum bir masal vardı. Bezelye tanesi ve prenses. Kat kat yorganın altındaki bir küçük bezelye tanesi yüzünden uyuyamazdı prenses. Benimki de öyle. Kalbim kırılmışsa uyuyamam. Korkuyorsam uyuyamam. Ve her ikisine de bazen çok küçük şeyler sebep olur.

Şiir olmasaydı neyle anlatmak isterdin meseleni?


Çok net: Müzikle. Çocukken sayfalar dolusu yazardım. Defterlere karakterlerimi yazardım. Sonra da cinayet hikayeleri yaratırdım. Ama neredeyse yazmaktan daha çok sevdiğim bir şey vardı ki o da Nükhet Duru ve Sezen Aksu olmak. Omuzlarımı indirip boğazlı kazağı tersten kafama geçirince salonu sesimle inletirdim. Hangi derdime dokunuyordu bilmem ama Sezen Aksu şarkılarında çok ağlardım

Sanatın disiplinler arası yardımlaşmaya ve el ele tutuşmaya çok ihtiyacı var. Sen mesela, bir şiir kitabının ismini Ceylan Ertem albümünün ismi yaptı, şarkı sözleri yazıyorsun Mabel Matiz, Ceylan Ertem gibi isimlerle de çalıştın. Kadın meselelerinde de canla başla çiçekli bir baş kaldırın var. Rağmen dergisi müthiş bir proje mesela. Bunlardan kısaca bahsetsek?

Rağmen, kadın yazar ve çizerlerden oluşan bir kitap dizisi. Şimdilerde ikincisini çıkarıyoruz. İkinci sayımızın teması: Baba. Bir temadan yola çıkarak bunca kadının birbiriyle hiç çakışmayan öyküler yazması, buradan elde edilen telif gelirini kadınlarla ilgili çalışmalar yürüten derneklere bağışlaması bence kendiliğinden bir alkış sesi.

Bir sahne şarkıcısı olsan gazinoda çalışsan mesela hangi ismi kullanmak isterdin. Sahne adın ne olurdu senin?

Fosforlu.

Hadi dünyayı kapatıyoruz hanımlar beyler diye anons geçiyor durum çok ciddi. Çantanı hazırlıyorsun bir yandan gidiyoruz artık. En son ne bırakmak isterdin dünyaya?

Maymun. Restart tuşu.