Ana Sayfa Kritik SOL-HEGELCİ PERSPEKTİF ODAĞINDA METAFORUN GÜNÜMÜZ TÜRK ŞİİRİNE ETKİLERİ

SOL-HEGELCİ PERSPEKTİF ODAĞINDA METAFORUN GÜNÜMÜZ TÜRK ŞİİRİNE ETKİLERİ

SOL-HEGELCİ PERSPEKTİF ODAĞINDA METAFORUN GÜNÜMÜZ  TÜRK ŞİİRİNE ETKİLERİ

Daha önce de belirttiğim gibi, ‘metafor’ terimi; eğretileme ve/ya mecaz anlamına gelir. Bu, şiir ve imge tarafından paylaşılan bir ‘endişe’dir. O zaman metafor oluşturma kalitesini artırabilecek olan şiir ve şiir kompozisyonundan elde edilen anlayış ve bilgiler nelerdir? Kısmen bu keşif, şiirin dil ile gerçekleştirmeyi amaçladığı şeyin tanınmasını içerir, çünkü metaforlar dil aracılığıyla dile getirilmelidir.

Bu bağlamda, bir şairin görevini sadece yeni bir dil öğretmek olarak özetlediğini belirtmek gerekir. Kelimelerin bedenselliğinin ve onları bağlayan yapıların, sadece daha az şiirsel etkilerin belirlenmesinde değil, aynı zamanda şiirin harekete geçirdiği daha büyük zihinsel ve hayali süreçlerin yönlendirilmesinde de rol oynadığını öne sürebilirim.

Daha önce de vurguladığım gibi, bu tür kaygılar, daha zengin metaforların inceliklerinin ve karmaşıklıklarının taşıyıcıları olarak hayati bir öneme sahip olan daha ​​büyük zihinsel ve hayali süreçlerin aktivasyonunu engelleyen metaforların karakteristik olarak hayal ürünü olmayan eklemlenmelerinin ötesine geçmek için önemlidir. Bu iddia da şiir dilinin çeşitli unsurlarından hareketle, şiirin nasıl işlediğine ilişkin bilgiler odağında bu ikisinin birbirleriyle iç içe geçmek arzusu olduğunu ve bunun da bu gerçeğin tanınmasına yol açabileceğini öne sürmektedir ve gelecek, umutsuzca ama hayal gücünü güçlü yollarla ele geçirme anlamında ‘çalışmak’ için, şiirin metaforlarına ihtiyaç duyuyor.

Bu nedenle bunu başarmak için, etkin bir şekilde bu “iç içe geçme” biçimini ifade etmek açısından çeşitli argümanların nasıl kullanıldığına dikkat etmek gerekiyor. Özellikle ölçü, neredeyse her kültürde edebiyatın başlangıcını belirleyen eski, aslında ilkel bir tekniktir. Bir şiir arasında, eğer varsa, çok az fark olduğunda, bir zamana kadar bu ölçü uzanır. Siyaset, tarih, müzik ve sihir… Tüm günlük konuşmadan ayrılan kutsal ve ritüel bir dille, kendi biçimsel metrik formuyla gerçekleştirilmiştir. Ölçü esas olarak bir ön-yayın teknolojisi ve bir dili unutulmaz kılmanın bir yoludur.

Eğitilmiş bir şair-eleştirmen, bir kültürün korunmasını istediği olayları ve fikirleri alır ve onları metrelerce formüle eder ve bu formülleri ‘hafıza’ya taşır. Şair ve şiir birbirinden ayrılamaz ve her ikisi de kendi kültürlerinin ortak belleğini temsil ederler çünkü bilimler kesin bir terminoloji geliştirme konusunda çok çaba harcadı. Ben, edebi ve edebi olmayan bir dil arasındaki bir geçici ayrımın şöyle olabileceğini öne sürmekteyim: Sözel bir yapıyı, aynı anda birden fazla sunum seviyesinde sunması hâlinde sözel bir yapı edebi ya da alternatif olarak eğer bir ve aynıysa diyebilirim ki içinde meydana geldiği anlam yapısında birden fazla işleve sahiptir. Bu, şu anda karşılaşılan metafor zorluklarının karmaşıklığı ve bu karmaşıklığı geleneksel lineer modda yakalamaya çalışan herhangi bir metnin, ancak sefil bir şekilde başarısızlıkla sonuçlanabileceğidir. Neredeyse okunamaz durumdadır metin ve yaşamsal bağlantı kalıpları kaybolur ve en kötüsü, onun işlevini yerine getirmesini sağlayacak hayati hayali tepkiyi engeller.

1990’lı yılların iyi şairlerinden Emel İrtem’in “Sana Seviyem” başlıklı şiiri çarpıcı bir örnektir. Emel’in dizelerine kulak verelim şimdi:

“Artık bu gizemli bahçelerde dolaşan ayaklar
Benim değil billah değil, bilmem kimin
Sizin mağrur bakışlarınıza yaslanmış
Gözler benim değil billah değil
Yeryüzünde ilk defa söylenen
Sözler benim değil
Kendimden şüphedeyim

Yok olsun gelecek ve geçmiş zamanlar
Bir tül serinliğinde savruluyor varlığım
Dokununca yitip giden o hüzünlü manolyalar gibi
İşte onlar gibi solan parmak uçlarında
Bir duvar yazısı “seni seviyem”

Yukarıdaki dizelerde, metafor şiire o kadar merkezi ki, neredeyse şiirin metafor bilimi için, özellikle uygulamalı bir bilim olduğu söylenebilir. Modaya olan inanç, metaforun şiir dili olmasıdır. Ayrıca bu dizeler, bazı açıklamaların yapılmasını gerekli kılmasına rağmen, metafor üzerine kapsamlı yorum yapmak için çok yeterli de değildir. Birincisi, benzetme arasında bazı eleştirmenler metaforun derin gerçekleri içerdiğini düşünürken, simülasyon ise, yalnızca bir kişinin oynayabileceği bir şey ya da bir fikre geçici olarak bakabileceği ancak tam olarak öne sürülmemesi gereken bir yönü önermektedir.

 

Okumaya devam edelim:

“Bunu ben demedim duvar dedi

Billah duvar!

Bir benim değil bu dünyada her nesnenin dili var”

Ancak, yukarıdaki dizelerde bir benzetmenin önce bir benzetme ve sonra da bir benzetme olarak ifade edildiği, bu nedenle, gerçek-iddialar ya da hayali-derinlik bakımından, ikisi arasında pek bir farkın bulunmayacağı nadiren de olsa çözümlendiğinde anlaşılacaktır. Metafor oluşturma dünyasında, imge ile ilgili tartışmalardaki bir noktayı açıklığa kavuşturmak için metaforun çok sık kullanıldığını belirtmek önemlidir. Emel’de bunu yapıyor. Bununla birlikte, bu durum, belirli bir metafor dizisinin, nasıl algılandığını ortaya koyma biçiminden de oldukça farklıdır.

Bu çerçevede, iletişim donanımındaki son gelişmeler, benzer problemlerle karşı karşıya kaldıklarında, aynı ortamın çok sayıda mesajı [optik kablo vb.] taşıdığı çeşitli teknikleri kullanırlar. Herhangi bir metaforun bütünlüğü için hayati önem taşıyan ilişki modellerinin tutarlılığını ve anlaşılırlığını sağlamak için çoklu ilişkilendirme teknikleri kullanılamaz mı?

Bu özelliğin, metaforların farklı kavramsal dillerle farklı ilgi, beceri ve geçmişine sahip okuyuculara ifade edilmesi gereklidir ve bu bütünlüğü korumak ise hayati bir önem taşımaktadır. Metafor dokümanlarında tercih edilen söz-dizim türleri ile şu anda bu kadar güçlü olan etkiler nelerdir? Metaforların uygun şekilde alınmasını engelleyen tam olarak bu gizli etkiler olabilir mi? Metafor konularının karmaşıklığı ve toplumun her seviyesinde anlama konusundaki zorluğu hakkında çok şey söylendi. Dolayısıyla, dinamik ilişki örüntülerini kavrama yeteneğinin artırılması hayati bir öneme sahiptir. Çünkü her geçişteki söz-dizimsel ilişkilerden ötürü, okuyucunun aklı; sadece geçidin iletişim kurduğu söylenen bilgiyi değil, aynı zamanda bu bilginin önemini de alır. Bu önemler, ilişkiler; okuyucunun aklında aniden oluşan bir yakalamadır. Metafor belgelerinin bu tür bir anlaşmayı bir anda kolaylaştırdığı söylenebilir? Fakat ‘anlamak’ için hangi fırsatlar kaybolur?

Metaforların tanımlandığı birçok karar, “tanıma …”, “düşünme …” ve benzerleri gibi ifadeler tarafından yönetilen paragraflar altında teklifsiz olarak yapılandırılmıştır. Bu, maddi paragrafların yönünü anlamak demektir ve çözümü bir emir ve endişeler ağına gömmektedir.

Şiir söz konusu olduğunda, şair, şiirlerinde, bir nesneyi düşünmek ya da hissetmek için ilginç bulduğu belirli zihinsel yapıları ya da kategorileri (bilimsel, tarihsel, ahlaki, siyasi, psikolojik vb.) ortaya çıkaran terminolojiyi kullanmalıdır. Her ikisi de bağlamdan bağımsızdır ve onu yaratmakla yükümlüdür. Şairin bir nesneyi kendi değerlemesine doğru yönlendirebileceği netlik ve güvence, çoğu kez, nesnenin belirtilmesi eyleminde, bir diksiyonun kullanılmasının sonucudur ve görüldüğü gibi bakış açısını da önceden seçer.

Metafor yapımındaki sorun, görüşün nasıl seçildiği ve diğer görüşleri tercih edenlerin dikkatini nasıl çekeceğidir.

Ben, bu tür içerik yaratımının nesneye değer verebilme yeteneğine sahip bir deneyim alanıyla nesneyi yakından ilişkilendirerek okuyucunun bakış açısını belirlemek için metafor ve/ya benzetmenin büyük işlevlerinden biri olduğunu daha önce vurguladım. Metafor formülasyonunun trajedisinin üzerinde harekete geçmeye çağrılanların endişeleri ile yeterince yakından ilişkili bir şekilde ifade edilen kaygılara değer vermemesi olduğu iddia edilebilir. Bariz olanı belirtmek ya da başkalarının acılarını uyandırmak, onu geliştirmek yerine onun duyarlılığını yitirebilir. Bu, merhamet yorgunluğunun ortaya çıkan bir mücadelesidir.

Bu bağlamda, metaforlar; dili genişletmek için sıklıkla kullanılırken, özellikle metaforların gerçek anlamda anlamlı olmaya eğilimli olduklarını da belirtmek isterim. Bu nedenle, belirli bir zamanda genel kullanıma atıfta bulunularak figüratif ve basit terimlerinin anlamını düzeltmek zordur. Bu, vurgulanan benzerliğin metaforunun değerinin ve etkisinin büyük kısmının, tartışılan olgu ile tartışılan terimler arasındaki mesafeye bağlı olduğu durumlarda özellikle önemlidir. Birbirlerine çok yakınlarsa, metafora özgü ‘çift görme’ perspektifini üretemezler. Belki de edebiyat biliminin talihsizliklerinden biri, orijinal bir biçimde metafor olarak işlev gören basit formlarla çalışmalarıdır. Bunlar hâlâ en azından bazıları için belirlenmemiş iklimlendirme etkilerine sahip olabilirler. Buradaki zorluk, şairlerin daha derin bir bakış açısı ile çalışabilmelerini sağlamak için, çift vizyon [görsel derinlik hissi]  açısından ‘temel’ sağlamaktır.

Şairin güçlü kavrayışlara kavuşması için aşırı uçlarının değeri, çözülmeyi mümkün kılmak için uzun taban çizgisi elde etmekle çok ilgili olan astronomi ile paralellik gösterir. Uzak astronomik nesneler yönetim dünyasında kesin olmayan terminolojiye ulaşma çabasının büyük bir kısmı, güçlü farklılıklardan yaratıcı avantajlar elde etme becerisini engellemektedir. Bu tür bir karşıt bakış açısıyla çalışarak ortaya çıkan iç görüyü karşılamaktan ziyade, edebi farklılıkları azaltmak için her türlü çaba gösterilmektedir. Metafor kasıtlı olarak aşırı uçları bağlamak ve güçlü bir kurtuluş hissi yaratmak için şiirlerde kullanılır. Zamanın bir anda entelektüel ve duygusal bir kompleks oluşturması demektir bu bir bakıma. Böyle bir anda, ani kurtuluş için o hissi veren duyguların bir karmaşıklık olarak sunulmasıdır. Elbette, aşırılıkların bağlarının yumruklandığı ve sonuçların sıkıcı veya utanç verici olduğu metaforlar ve aşırı uçların birbirine bağlanmasının bir ani kurtuluş duygusu verdiği metaforlar arasında ayrım yapmak zorundayız. Fakat metaforun dilbilimsel biçimi, ‘karmaşık’ bir an için zihnin içine girmesini mümkün kılan şeydir. Çoğu toplumsal şiirin örtük metaforlara dayandığı iddia edilmiştir ve genellikle çok ‘kaba’ olduğu konusunda pek çok eleştirmenin hemfikir olduğu şiirlerden biri, Abdülkadir Bulut’un “Gözyaşları da Çiçek Açar” başlıklı şiiridir ve konuya daha da açıklık getirmek bakımından verilebilecek iyi bir örnektir.

“Ellerimi dokunduğum her yerde / Çığlık çığlığa kıvranıyor hayat / Ve ölen arkadaşların giysilerini / Bir kere daha dürüp koyuyor analar / Çamaşır sandıklarına / Gözyaşları da Çiçek Açar”

Dizelerine bir bakalım: Bulut’da bu toplumsal dizelere ‘olumlu’ bir imaj vermek için çok ‘halkla ilişkiler’ çabası vardır ve hem anında anlaşılabilir hem de ani bir kurtuluş hissi veren diğer birkaç şiirinde de yok değildir bu çaba, vardır.

 

Ayrıca Sennur Sezer’de de aynı çabayı görmek mümkün.  Sezer’in  “Direnç Doğuran Kadına“  adlı şiirinden bir bölümü okuyarak bitirelim.

“Tırnaklarını etine geçir bağırma / Isır kanat dudaklarını parçala / Bırakma yaşamayı bırakma umudu / Daha çok yok sabaha / Yorulur gövdene inen sancılar / Acılar bakır / Beklemeyi bil / Başkaldırır gövden başkaldırır / Susar”

Bu dizelerin belli olduğu metaforlara daha fazla dikkat edilmeyebilir mi? Edilmeyebilir… Bir şiirin, okuyucunun hayali katılımını katalize ederek çalıştığı söylenebilir çünkü. Ancak bu noktada, şiirin, bir anlamda, şairin, okuyucuyu, kendi anlamını tam anlamıyla inşa etmek için kendi kaynaklarını kullanma konusunda ‘uyarıyor’ gibi bir tür kavramsal savaş sanatı olduğunun da bilinmesi gerekmektedir.

İşte metafor, bu süreç için hayati bir önem taşır. Metafor hedefin nasıl bulunacağını gösterir. Fakat sıradan bir dilde mevcut olan terimlerden herhangi birini kullanarak hedefin zihinsel görüntüsünü kirletmez. Okuyucu, verilen bir şeyle metaforu parçalar ya da kendi deneyimlerinden inşa edilmiş yeni bir metafor yaratır. Bu yüzden metaforun okuyucu ile fiziksel bir yakınlığı vardır. Ancak eleştiri eklemlemesinin çoğu zaman destek için, çekici olsa da, herhangi bir hayali katılımı etkin bir şekilde dışlayan, sözel ifade biçimlerine bağımlı olması gerçekten gerekli midir? Şairler tarafından arzu edilen ‘katılım’ ve desteklerin, şiir ile karşılaşanlardan gelen kavrayışları anlatan hayali katılımın bir sonucu olduğu şiirleri ifade etmek mümkün olmayabilir mi? Bu anlamda, şiirin anlamı, ilk başta onu tasarlayanlar tarafından ne kadarsa uygulanması sırasında yer alanların da sağladığı kadardır. Bazıları bunun zaten pratikte şiir rehberlerinin “yorumlanması” ile gerçekleştiğini iddia ederler.

Şiir, terimlerin sıradan bir dilde mevcut olmadığından bahisle, özellikle de henüz isimlendirilmemiş deneyimler gibi, incelikle çalışabilmesi ile ünlüdür. Metafor, bu tür analizleri kolaylaştırmak için bir anahtardır. Şiiri bertaraf etmek dili büyük ölçüde genişletir. Bu nedenle hem siyaset hem de eğitimde bu kadar yaygın bir şekilde kullanılmaktadır ve her türlü yaratıcı süreç için çok önemlidir. Siyaset ve eğitim söz konusu olduğunda, okurun henüz daha iyi bilgilendirilmiş ‘sıradan dil’ tanımlayıcılarından yoksun olduğu durumlarda, bir iç görünün iletilmesi meselesidir şiir… Şairler bu alanda büyük bir ikilemle karşı karşıyadır. Şiirlerin karmaşık dinamik durumlarla başa çıkmak için yeterli karmaşıklıkta olması gerekir. Ama ne kadar karmaşıklaşırlarsa, bütünleştirici boyutlarını kavramak için en motive olanı bile işi zorlaştırır.

Bu nedenle şiirler, azalan derecede güvenilir görünmektedirler ve reddedilmeye karşı savunmasızdırlar. Siyasi nedenlerden dolayı basit ve kolayca anlaşılabilir olacak şekilde tasarlanırlarsa, elverişli bir şekilde uygunsuz olurlar. Metaforlar, karmaşık şiirlere yönelik analizler yapmak için kullanılabilir mi? Böyle bir olanak olmadan, ‘derin’ olarak adlandırılabilecek şiirleri ifade etmek her zaman zor olacaktır. Tam olarak, sıradan bir dilden kaçan ve bir şekilde meselelere ve paradokslara cevap vermeye çabaladıkları için şairler, her ne kadar çatışan ya da çelişkili hislerin eşzamanlı olarak eğlendirilebileceğini kabul eden ortalama bir insandan daha olgun görünürlerse de görünsünler her iki durumda da ‘aşk’ ya da ‘nefret’ yoktur!

Bir kez, duygular birbirleriyle savaşmaya görsün… Yine şairler, anlaşılmaz farklılıklara yanıt vermek zorundadırlar. Prensip olarak eğer bunlar uzlaştırılamaz ise, o zaman hiçbir şiir ortaya çıkamaz ya da şiir tamamen yüzeysel ve kozmetik bir duruma gelir. Ama şiir, bu farklılıkları ortak bir çerçeve içinde tutma olasılıklarını da önerir. Bu ‘çerçeve’, şairler tarafından hâlihazırda tercih edilen ortak dilin içinde açıkça ifade edilmesinin mümkün olmadığını kanıtlayabilir. Başka bir deyişle, daha çeşitli şiirsel dillerin iletişim kurmak ve onu bağlamak için kullanılması koşuluyla, inatçı farklılıkların gerçek meydan okumasına daha uygun bir şiir türü olasılığını da içerir.

Bu bağlamda, metafor doğası gereği bir ilişki modeli tanımlar. Özellikle çok biçimli metafor şematik olarak doğrudur. Eleştiri eklemlemedeki zorluk, tüm işlevsel ilişkilerin açık bir biçime getirilmesi durumunda, metnin çok karmaşık bir duruma gelmesidir. Ama şiirlerde, bir ilişkinin her iki tarafını da isimlendirmenin dezavantajı, daha sonra kalıplaşmış bağlantılara ve yaygın açıklamalara doğru bir eğilimin var olmasıdır. Bunlar toplumcu metinlerin acı çekmeye eğilimli olduğu ve onları insanın hayal gücüne oldukça yabancı hâle getiren hastalıklardır. İşlevsel ilişkileri, aşırı tanımlamaya gerek kalmadan imâ etmek ve böylece etkili bir şekilde reddetmek için bir edebi teorinin ve önerilen eylem modelinin yaratıcı keşifleri için uygun özgürlüğü bırakmaya yönelik bir eleştiriye eklemlenmesine ihtiyaç vardır. Metafor, toplum ve toplumun önerilerini şiir ile buluşturmak için güçlü yeteneklere sahiptir. Figüratif kelimeler onlarla birlikte edebi kullanımlarının dağınık olan enerjisini bir araya toplamak için çalışır. Şair bir şekilde, o analojiyi ne kadar dikkatli seçerek ve kullandığı diğer kelimeleri de dikkatle seçerek bir dereceye kadar bu durumu kontrol edebilir. Peki, o zaman kelimelerin dile getirilmesinde gerekli olan özellikler nelerdir?

Şiirdeki dil ile şiir dışındaki dil arasındaki ana fark, diğerinin bir diğerinden daha yapılandırılmış olmasıdır. Matematiksel denklemlere dayanan bir metnin daha da karmaşık olabileceği tartışılabilir, fakat şiirsel yapının büyük değeri, yüksek mertebenin anlaşılabilir olması için tasarlanmasıdır. Bu nedenle, karmaşıklık ve anlaşılabilirlik arasındaki uygun bir uzlaşmadır bu. Burada, bir bulmaca var ve şu anda çok farklı şeylerle ilgileniyoruz: Eleştirinin bir bütün olarak düşünülmesi anlamında anlamın büyüklüğü ve parçaları hakkında düşünürken, anlamın canlılığını da düşünüyoruz ve kesin anlamı ve kesinlik olmadan nasıl canlı bir anlamın var olabileceğini açıklamak kolay değil. Bu yüzden bir eleştirinin ‘yapı’ fikrini izleyerek de olağanüstü bir kapasiteye sahip bir şey peşinde koşuyoruz.

Eleştiri bir yandan, her ne kadar elle yoklanabilen bireysel ve somut anlamları, bir yandan da somut olarak anlatılabilen ve aynı zamanda bu ‘yapı’ eleştirisinin bir bütün olarak bu anlamlılığının yayılmasına neden olan şiirin kendi tutarlılıklarını ve ilişkilerini sağlamakta benzer pek çok zorlukla karşı karşıyadır. Bu nedenle, parçaların operasyonel sonuçlarıyla ilgili olarak ve bir bütün olarak toplumsal önemin iletilmesi arasında çelişkili bir ilişki vardır.

Bu paradoksal ilişkinin şiirsel dile olan önemi, parçaların içindeki bütünlük ve ayrışmaların çözülemezliğidir ve çözülemezlerse eleştiri hakkında tatmin edici olmayan bir şey var demektir. Eleştirmenler parçalara değinerek bağlamsal anlamın düzenini sonsuza dek inceleyerek, oradakilerin oraya nasıl geldiğini göstermeden, ama tüm eleştiriden söz ederken, şiirin sürekliliği ile harekete geçirilen zihinsel süreçlerin karmaşıklığına ve eşzamanlılığına dikkat çekerler. Bu bakımdan eleştiri, şiirsel dilin işleyişinin en karakteristik olduğu ve canlı anlamların iç çemberinin çok büyük öneme sahip dışsal çevreyle ilişkili olması gerektiğinin farkına varılmasını savunuyor.

Şiirsel dil gerçekten de bireysel cümleciklerin anlamlarını bireyselleştirecek şekilde kendi devresini ve aynı zamanda da söylenen şeyin önemini o kadar başarılı bir şekilde genişletebilir ki bunun nasıl olabileceğini bulmaktan başka hiçbir şey bir eleştirmen için daha önemli olamaz. Bu çözüm eleştirmenler için temel sorunu vurgular. Eleştirinin bir bütün olarak önemi, parçaların uygulanmasıyla nasıl erişilebilir duruma gelir ve parçaların uygunluğu bütünün önemini nasıl artırır sorusuna kendi içinde vereceği yanıtta gizlidir. Paragraf cümleciklerinin nişleri, müzakere süreçlerinde [Kitap fuarları, festivaller ve etkinlikler ile] yapıldığı gibi, gerçekten de tartışılabilir. Eleştirmenler, yazarlar ve şairler, basın bültenleri ve meraklıları, sanatın bir bütün olarak gerekli övgüsel istek ile insani değerlerin örneklendirilmesini vurgulayarak kendilerini şımartabilirler. Fakat pratikte hızlı bir şekilde ortaya çıkan anlayışta korkunç bir ‘boşluk’ vardır.

Ben, son yıllarda teklifsiz olarak bir ‘yenilik’ eksikliğinden pişmanlık duyuyorum. Perspektif için popüler kültür ile ilgilenen şairlerin ‘itibarlı’ geleneksel biçimlerin hâlâ aktif bir şekilde kullanıldığını ve takdir edildiğini ortaya koyduklarına dikkat çekerim: Teorinin masumiyetinin, halkın bir şekilde kafiye ve ritim, tür ve anlatının elitist modları olduğunu takdir etmediği söylenebilir. Bundan ötürü halk, bireyselliklerine boyun eğdirmek için tasarlanmış söylemlere inandı ve aslında bu türden artistik sanatsal teknolojiyi ilginç ve zevkli buldu.

Oysa eleştirmenler, sivil toplum örgütlerinin [Türkiye Yazarlar Sendikası, Pen Yazarlar Derneği, Edebiyatçılar Derneği] Marksist sanatı temsil ettiğini belirterek, demolar ile kendilerinin gerçekten tercih ettikleri ‘şey’ arasındaki uçurum açısından yaratıcı bir şekilde kışkırtıcı olduğunu anlamakta zorlandılar.

Bu bağlamda, bir şiirdeki ritmin anahtar rolünü oynadığı aşağıdaki terimlerle açıklığa kavuşturulmuştur: Biri, sözlerin ve imgelerin, son biçimdeki eklemlenmeye kadar, ritim doğrultusu dışında güvence altına alınamayacağını varsayar.

Şairin iç kulağı ilk önce ısrarlı bir ritme uyandırılır, ortaya çıkan algıların henüz formüle edilmediği, birbirleriyle ilişkilerini bulacağı bir ses partneri oluşturulur ve böylece akıl bir sinyal üzerinde yoğunlaşır. Ancak, bu durum, neredeyse göz ardı edilir, çünkü kelimeler kavranmış gibi gözükür ve eğer kelimeler ele geçirilirlerse, bunun ne anlama geldiğine ilişkin sadece bir yakınlaştırma yapmış olduklarını kanıtlayabilirler.

Ben, bir şiirdeki ‘soyutlamalar’ ile bu şiir arasındaki açık ilişkilerin, bir zemin planı içerisinde anlaşılır kılınabileceğini ve başarılı bir şekilde okura iletilebileceğini savunuyorum. Ancak şiirsel ve şiirsel olmayan yapı arasındaki temel karşıtlık, şiirsel yapılanmanın bu anlayışın daha fazlasından oluşmuş olmasıdır. Belli bir şiiri tartışırken şöyle demiştim: Eğer şiirsel ve şiirsel olmayan yapı arasındaki temel karşıtlığın hepsi bu ise, kimin umurunda? Bu örnekleri özelleştirildikleri yoldan dolayı önemsiyoruz. Zemin planı, sürekli ve açık, ayrıcalıklara izin veriyor, ancak bunun kendisini etkilemiyor. Zemin planı birbirlerine ortak bir formülden soyutlamayı teşvik ederek, birbirleriyle ilişki kuruyor ve bu yüzden de aynı şeyin örnekleri olarak üç metaforu birbirleriyle ilişkilendiriyoruz. Fakat zemin planı metaforların aynı şeyi örneklediğini söyler. Çünkü metaforların en önemli özelliklerinden biri, kendileri başka bir şey söyleyecek bir şekilde bir arada bulunmalarıdır.

Ne demektir bu? Şiir mantıksız mıdır? Bu, şiirin ‘tutarsız’ veya ‘anlamsız’ olduğunu söylemek değildir. Şiir, dilbilgisi kurallarına uymaktadır ve genel olarak bir ifadeyi bulma yeteneğine sahiptir, yani, içerdiği önermeler dizisi, aynı veya diğer dillerde farklı nesir formlarıyla ifade edilebilir.

 

Ancak Spinoza felsefesi, bir okuyucu tarafından açıklandığı zaman Spinoza’nın felsefesi olmaya devam ediyor ve Nâzım Hikmet’in bir şiiri tercüme edildiğinde Nâzım Hikmet’in bir şiiri olmaya devam ediyor ve bir peri masalı, söylendiği her kim tarafından aynı peri masalı, bir şiirin bir ifadesi, yine de orijinaliyle aynı ifadeleri yapmakla birlikte, artık aynı şiir değil, muhtemelen hiçbir şiir değil. Akılcı terimiyle, insanların çevrelerine baktıklarında karar verdikleri düzene uymak demektir. Bilimsel argüman, bu anlamda mantıklıdır, evet, şiir yoktur.

Bununla birlikte, dilin çevresel kanaatinden ayırt edilebilen bir başka ortaklık ya da toplumsal kanaat vardır. Bu duygusal ve / ya öznel uyum. Buna şiirin iç realite ile uyumu diyelim. Şiirin bu özelliğinin ritmik formuyla bağlantılı olduğunu da gördük. Dolayısıyla, şiir, çevresel uyum açısından, mantıksız olarak mantıksızdır, çünkü duygusal uyumu açısından rasyoneldir ve bu iki uyum biçimi arasında bir çelişki vardır. Bu çelişki özel değildir: hayatla iç içe geçmiş oldukları için dil ile de iç içe geçmişlerdir çünkü.

Aslında şiir, insanın doğayla mücadelesinin gerçek ve somut şeklini alan, insanın duygularıyla çevresi arasındaki çelişkinin bir yönünün ifadesidir. Bu mücadelenin bir ürünü olduğu için şiir, tarihsel gelişiminin her aşamasında, kendi vilâyetinin çevresi ile olan aktif ilişkisini yansıtıyor.

Ancak bu bağlamda o, aklın aktif güçlerine tabi değildir yalnızca ve genellikle kendisinin unsurları ile açık bir zemin planı arasındaki ilişkileri iletmek için tasarlanmıştır. Bu durum, zorunlu olarak operasyonel uygulamalarıyla özelleştirmeye izin verir. Ama bir şiirin bu açıklama doğrultusunda bu kadarına ‘tamam’ diyerek, yoluna devam ediyor olması ise çok şaşırtıcıdır. Bu noktada anlamak yeterli değildir. Bu şiire ‘etki’ ya da şiiri ‘motive’ etmez.

Gerçek anlamda şiir, hâlâ devam etmektedir çünkü. Gerçekten bu kimin umurundadır? Okurlarla ve akıcı bir halkla ilişkiler, okurları eyleme teşvik etmek için kullanılabilir, ancak gerçekten dinlemeyi kimin umursadığı ya da umursayacak olması önemlidir? Şiirin insanların hayatını ileriye taşıyacak bir metne nasıl somutlaştığını öğrenmek gerçekten mümkün değil mi?

Muhtemelen bu iyi şairlerin şiir sunumlarını ve örnek olarak vereceğim Cevat Çapan’ın “Karabasan” adlı şiirinde olduğu gibi, bu tür metinleri; karakterize eden bir şeydir.

 

Şairin bu şiirinden bir bölüm okuyalım:

“Eskiden, kırık değilken kanadın, / süzülür uçardın o dağın yamacında. / Çınarların gölgesine karışırdı / dökülen tüylerin. / Adlarını bilmediğin eşkıyalar / at koşturur, tozu dumana katardı / aşağıda ovada. / Bir eski zaman kuşuydun sen, / onlar bir masalın sonuna koşan atlılar”

Dizelerine bakarsak, sıradan söylemde, söylemin bir ana yolla bir arada durmasını bekleriz, onun planını görürsek, bir bütün olarak bunun anlamı bize gelecektir. Ama zemin planı sadece daha büyük bir organizasyonda bir öğe, daha çok bir şiirden yola çıkarak daha büyük bir örgüt olarak, bir bütün olarak, ortak bir fikrin tekrarlanmasından daha heyecanlı ve indirgenemeyecek sözel bir deneyimdir. Çapan’da o devam ediyor: Bir şiirin sıradan bir söylemde bulduklarımızdan daha yüksek bir örgütlenme derecesine sahip olduğunu söylemek, o zaman şiir okuma konusunda sahip olduğumuz heyecana, ama gerçek bir ‘gerçeği’ söylemeye karşı coşkulu bir övgü değildir. Sürekli bir değişim sürecidir ve çoklu dönüşümlerden geçen çoklu ilişkilerin, Çapan’ın dizelerindeki anlamın ‘çokluk’ duygusu olarak bu birçok dönüşümden kaynaklanır.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Şimdi de şairin “Rüzgârla” adlı şiirinden birkaç dize okumak istiyorum:

“Neler gizler bu kuyunun derin dibi, / gören göze neler yansır o suskun / karanlıktan? / Mermer kasnağına abandığında? / “Kara göründü!” diye bir ses miydi / umutsuz çalkandığın enginde duymak / istediğin? / Yıllarca deniz! deniz! diye sayıkladığında”…

Maalesef bu dizeler, asgari bir belirsizlikle ‘tek bir ana yol’ olarak ifade edilecek şekilde tasarlanmıştır. Parçalar arasındaki diğer ilişkileri dile getirmek için hiçbir çaba yoktur. Bazıları örtük olabilir.

Ancak, şiir formülasyonu sırasında [masanın altındaki veya perde arkasındaki uzlaşmalar için söylüyorum] çalıştıkları takdirde, potansiyel etkileri giderek daha ‘derin’ bir şüphe uyandırır. Bu, herhangi bir organize sistemin unsurları arasındaki sistemik geri besleme döngülerinin ve lineer olmayan yaklaşımların gereksinimine ilişkin stresin artan bir şekilde tanınmasına rağmen olagelen durumdur. Şiir tartışmaları henüz doğrusal olduğu için [tamamen şekilsiz olmayanlar] ve onların ürünleri en rahatsız edici türün doğrusallığıdır.

Bir şiirin ister Postmodernizm ister Modernizm ile olsun enerjisi ve heyecanı, farklılıkların karşı karşıya geldiği biçime dayanır. Şimdiye kadar, anlamların sürekli alayına inşa edilen kontrolleri izole edip raporlayabildiğim kadarıyla, bu kontrollerin birbirleriyle etkileşimleri açısından tartışılması gerektiğini ve bu kontrollerin amacının sonun sonunda görüldüğü üzere, başlangıçta sadece yaygın olarak önerilmiş olan bu his suşlarının bir çatışması olduğunu söylemek isterim ve zorlukla önerilen bu karışık duyguların suşları da giderek artmaktadır ve daha sonra birbirlerini sözlü düelloya yönelttikleri noktaya da getirebilirler ve bu nedenle, bir şiir, gizlice bile giderek ilerleyebilir ve çeşitliliğini kimin bulduğunu gösteren özellikleri bile itiraf etmek zorunda kalabilir.

Böylelikle dil, figürler ağı ile örülmüş mecazi terimlerle ve birbirleriyle eşzamanlı bir dilde birlikte bulunamayan ancak birbirleriyle iç içe geçebilen duyguları ifade edebilme yeteneğine sahip bir duruma gelir ve eleştiri eklemlerinin önemli bir kusuruna işaret etmektedirler. Bunlar bir müzakere sürecinin bitmiş nihai ürünleridir, ancak hayati bir önem taşıyan öğrenme süreci hiçbir şekilde ürüne dâhil değildir. Diğerleri ise, okura; farklılıkların yüzleşmesi ve nihai uzlaşmayı kendi başlarına değerlendirebilmeleri için izleme olanağı sunmazlar.

Okurlar, eleştiriyi neyin getirdiğini deneyimleyemezler ve kasten katılımsızdırlar. Aslında vurgu uzlaşma üzerindedir ve ilk farkın derecesi gizlenmiştir ve yine de tam tersi, herhangi bir uzlaşmanın öneminin ortaya çıktığı tezadın enerjisidir ve bu uzlaşmanın dramatik hakikatini anlamadaki önemi de olabilir.

Bu anlamda, şu anda anlaşıldığı gibi ‘kaos’  bir öğrenme toplumu için uygun değildir. Geleceğin öngörülemeyen sorunları, bilinmeyen bilinmeyenler, aynı zamanda, yaratıcı bir hazırlık, yani kanatların bize sıçramasını bekleyen sorunlar ile karşı karşıya kaldıklarında hızla öğrenebilme becerisini gerektirmektedir. İkili kimyasal silahlar gibi temel farklılıklar, radikal yeni problemler sunmak için belirli koşullar altında birleşebilirler. Bu tür sosyal sinerjistlere cevap, yaratıcılıkla ve farklılıklarla başa çıkma becerisine bağlıdır.

Eleştiri konusundaki süregelen bu zorluk, geçmiş sorun çözme dilinin ne sunabileceğinin ötesinde, operasyonel ilişkilerin zengin bir modelini öngörme, anlama ve ifade etme becerisinde yatmaktadır. Entelektüel ilişkiler sözel ifadeler değildir, şekil alırlar ve biçimsel olarak kavranırlar fakat sözlü bir ifadenin sabitliği ve sınırlandırılmasına girmezler. Dilbilimsel gerçekliğin dünyasındaki adezyonların duygu tonunun şiirin enerjisi ile bir araya getirildiğini düşünürsek, bu gerçekliğin yine 2000’li yıllar şairlerinden Bircan Çelik’in “Esmer Nehir” başlıklı kitabında yer alan “ince zaman” adlı şiirinde;

“her sabah içine çektikçe evi karanfil çiğnerdi annem / yeldirme etekler tarihle aşklı turuncu bir hayal”

Dizeleriyle yukarıda belirtilen paradoksu yeniden ifade etmeye çalıştığı görülür. Muhtemelen büyük anlamlılık duygusu örgütlü ilişkilerin saygısallığından ve gerginliğinden kaynaklanırken, canlı bireysel anlamların anlamı ise, şiirdeki ardışık noktalara odaklanmak için kullanılan özelliklerin gücünden kaynaklanır. İlişkilerin düğümleri, en sıkı şekilde bağlanmış ve çoğu ustaca çözülmüş ya da duyguların en çok çarpıştığı, tartıştığı, müzakere ettiği ve el sıkıştığı yerler olarak görülmelidir.

 

Pek çok okur, toplumun ve yaşamının, ekonomistlerin anlayışından bu kadar rahatsız edici biçimde etkilendiğine üzüldüğü gibi, eleştiri eklemlemesinin yasal perspektiflerden aşırı derecede etkilendiğini de iddia edilebilir. Çok eleştirilen yasal jargonun avantajları vardır ama onun dezavantajları şairlerin özellikle hassas oldukları noktalardır. Şairler, ilişki düğümlerinin en sıkı şekilde bağlandığı ve çoğu ustaca çözülmediği için bir şiirdeki “ardışık noktaları” vurgulama konusunda yetenekli olsalar da, operasyonel sonuç daha çok, olayın karmaşık olduğu aydınlatmadan ziyade dikkatsizliktir. Eleştirmenler gibi, şairler de bu tür metinleri “yorumlama” sürecinden zevk alırlar.

Ancak eleştirmenler farklılıkları uzlaştırmak istedikçe, şairler metindeki anlamlar arasındaki gerilimlerden kaçınmaya çalışırlar. Peki, şiirin işaret ettiği gerilimlerin emrinden yararlanmanın yolları yok mudur? Şiirlerde anlam enginliği, çeşitli anlamlar arasındaki gerilimlerin kurulmasına bağlıdır. Ancak, her zaman, şiirsel örgütlenmenin her düzeyinde, çeşitli yapılar arasındaki gerginliği kurmak için bir defada birden fazla şekilde yapılandırılabilen dilin özellikleri vardır.

Eleştirmenlerin dili, genellikle, gönül rahatlığı dilidir. Geçmişin dilinin ve prosedürlerinin herhangi bir yeni zorluk için yeterli olduğu ve kullanılan dilin operasyonel zorluğun kaynağı olmadığı varsayılmıştır. Ama metafor bizim nesnel gerçeklikle ilgili olarak nasıl durduğumuz sorusu üzerine kafalarımızı sallar.

 

Metaforize edilmiş metafor [uyum dışında çift atlama] uyumu bekletir ve bize imkân verir. Nesnelerin öznelliğini ve öznel süreçlerin nesnelliğini fark etmektir bu bir bakıma. Eleştirmenlerin karşılaştığı karışıklık ve tercih edilen yaklaşımların devam ettirilmeye çalışıldığı göz önüne alındığında, paradigmaların sorgulanabileceği dil biçimlerini keşfetmek için bu durum söz konusu değil midir?

Sonuçta, bugün birçok şiir ortamında, yaratıcılığı uyarmak için yabancı araçlar kullanılıyor. Geleneksel eleştirmenler, çalışmalarının herhangi bir ‘irrasyonel’ özelliğe sahip olduğu ortaya çıkarsa eğer, daha dogmatik ve göz ardı edilen disiplinlerden alıkonulduklarından korkuyorlar.

İronik bir şekilde [ve özellikle de sol-Hegelci bir perspektiften bakıldığında] bu tavrın dayatılan görüşlerinin belki de ‘akılcılık’ felsefesinin, pratikte, en saçma sapan irrasyonel çelişkilerle sonuçlandığını [ki bunların en alçakgönüllüleri bile maalesef bu durumun farkındalardır] ispat etmiştir.

Yine bu seviyede şiirsel dil, söylediklerinin ‘irrasyonelliğine’ rağmen ikna edici bir şekilde konuşabilir, onun irrasyonelliği sıradan bir dilin yanlışlığının nedenidir. Yani, dilin paradoksal veya irrasyonel özellikleri, normal dilin kutuplaşmış kavramları aracılığıyla bilincin yoksunluğunu kısa devre yapar ya da belki de nesneden nesneye uzanan o akımın dönüşümlerini ortaya koymanın bir aracı olduğunu söylemeliyim. Şiir tartışmalarının çokça yapıldığı ortamlarda, bir şair, bu ortamın en bilgilisi bile olsa, steril polarizasyonlarda sık sık yakalandığını söylemek haksızlık olmaz. En çok kullanılan kaçış, bir ‘uç’ noktanın karartılması ya da kınanması ve ötekinin erdemlerinden kurtulmaktır. Bunun bariz kısa vadeli faydaları vardır, ancak günah keçisi ile ilişkilendirilen olaylar er ya da geç şiiri tamamlayıcıya dayanarak zayıflatmaya geri döner. Şiirin işaretçisini şiirin sunduğu alternatifleri keşfetmekten korkutacak çok şey var mıdır? Metafor oluştururken, her oluşan metaforun bir şiirin üzerindeki etkilerini izlemek zordur. Bu etkinin onurlu bir etki olduğu ve çok değerli bulunduğu Türk şiir geleneğinin klasiklerinde muhtemelen tahmin edilebilir.

 

Belki de, 2000’li yıllar şiirinin bu tür bağları engelleyen aşikâr bir şekilde takdir edilemez niteliklerindendir bu.

Öyle ki 2000’li yıllar şiirinin farklılıklarını ifade etmek için öncelikle bilinmesi gereken klasik Halk şiiri geleneği, 16. yüzyıldan kalmadır. Türk edebiyatının başlangıcından 16. yüzyıla kadar ozan ve 16. yüzyıldan sonra da âşık adıyla tanınan halk şairleri tarafından devam ettirilmiştir. Âşık Veysel, Cumhuriyet dönemi halk şairlerinin en önemlilerindendir. Halk şiirinde ‘mâni’ ve ‘koşma’ tipi olarak iki ana biçim vardır. Türk halk şairleri tarafından iyi bilinen ve birbirleriyle çelişen şiirlerin her biri, bu gelenek içinde farklı bir düşünce anlayışının perspektifini yansıtmaya ve halen yorum konusu olmaya devam ediyorlar.

Felsefi olarak her iki ana biçim de aklın içsel saflığına olan inancına dayanıyor. Demek istiyorum ki, kendi doğasında saf ama tutkulu bağlılıklar tarafından kirletilmiş olduğundan, kerte kerte olan bir yaklaşımdır bu. Bir aynayı silme ve cilalama metaforuyla ifade edilir ve çoğunlukla 7 heceli dört dizelik bir bendden meydana gelen ve dizeleri 4-5-8-10-14 heceli kalıplarla söylenmiş mâniler ile birlikte, lirik konularda söylenen ve dörder mısralık bölümlerden oluşan ve dörtlük sayısı genelde üç ile beş arasında değişen [altı dörtlükten de oluşur ve ayrıca 11’li hece ölçüsüyle de 6+5 ya da 4+4+3 duraklı olarak yazılır ve söylenir] koşmaların zihninden kurtulmak için çaba sarf edilmesi gerektiğini savunur. Uyanışa tamamen ‘zıt’ karakterdeki bu ani yaklaşım, sadece esas saflığı ortadan kaldıracak olan herhangi bir kurnazlığın varlığını yeniden kavramsallaştırmayı reddetme noktasını ve bu tür ince ayrımlar için gerekli olan siyasi savaşın yeni olgularının sayısını ifade etmek için üzerinde sahip olduğu [ve olmaya devam eden] etkilerin hatırlatılması durumunda, onları şiir farklılıklarına eleştirinin eklemlenmesi olarak görmenin uygun olacağını belirtmektedir.

Örneklemek istersek:

“Akşamlar olmasaydı / Badeler dolmasaydı / Yâr koynuna girince / Hiç sabah olmasaydı /A benim bahtiyarım / Gönülde tahtı yârim / Yüzünde göz izi var / Sana kim baktı yârim / Anne demeye geldim / Kaymak yemeye geldim / Meramım kaymak değil / Yâri görmeye geldim / Bağlarında üzüm var / Mor şalvarda gözüm var / Kaçma yârim uzağa / Sana bir çift sözüm var / Dağlarda gezer oldum / Okuyup yazar oldum / Ben bir güzel uğruna / Kuruyup gazel oldum / Kahve Yemen’den gelir / Bülbül çimenden gelir / Ak topuk beyaz gerdan / Her gün hamamdan gelir”

Buna göre; yukarıdaki şiirsel çerçeveyi, bu tür aşırı uçları daha da etkili bir şekilde bir araya getirebileceğimiz bir ‘bağlam’ sağlamak için daha fazla araştırmak açısından kullanmanın bir kapsamının bulunup bulunmadığı sorulabilir.

Son olarak, bilimin etkisiyle ve sanatın ölümü ile ilgili şunları söylemek isterim: Sanatın durumu hakkında şikâyette bulunmanın ve dileklerin dile getirilmesinin amacı nedir? Bilim mi şiire sızdı ve burada kalıyor, çünkü bu gerçek; insan zihninin şu anki durumuna karşılık geliyor.

Ne yazık ki ideoloji yok ve şiir ölüyor ya da daha doğrusu, hem ideoloji hem de şiir ölümsüz. Öldürülen şey, varlıkların özel yollarından biri.

Bugün, 2000’li yıllar Türk şiirinde ideoloji; ideolojiden, meditasyondan ve şiirden kaynaklanıyor. Onlar ölmezler, sadece farklıdırlar ve şairlere saygılı olmanın gösterdiği gibi, şiirin estetiğinin temel konularını ele alacak ‘yeni bir şiir’ anlayışının ortaya çıkacağını umut edebiliriz.

Bu olasılıkları tasavvur etmek için bir çalışma daha önce yapmıştım. O halde yeni bir şiirsel söylem biçimi, yeni bir şiir oluşturma biçimlerinin ortaya çıkabileceği bir ‘metafor’ olarak kullanılabilir.

OKUMA NOTLARI:

HEGEL, G. W. F (1976) Bütün Yapıtları (Seçmeler) 1, çev. Hüseyin Demirhan, Ankara: Onur Yayınları.
HEGEL, G. W. F. (1986a) Seçilmiş Parçalar, çev. Nejat Bozkurt, İstanbul: Remzi Kitabevi.
HEGEL, G. W. F. (1986b) Tinin Görüngübilimi, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınları.
HEGEL, G. W. F. (1991) Felsefi Bilimler Ansiklopedisi I: Mantık Bilimi, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınları.
HEGEL, G. W. F. (2008) Mantık Bilimi (Büyük Mantık), çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi.
YENİŞEHİRLİOĞLU, Şahin (1985) Felsefe ve Diyalektik, Ankara: Maya Yayınları.
LENİN, İ. W. Philosophische Hefte, Werke, cilt 38 içinde, Dietz Verlag, Berlin 1973, s. 316. Lenin, bu belirlemeyi, Hegel’in Mantık Biliminin planını incelediği bağlamda yapıyor. Şöyle diyor Lenin: “Marx, geride (büyük harflerle başlayan) ‚mantık’ bırakmamış olsa da, o geride‚ Kapital’in mantıkını bırakmıştır ve bunun ele alınacak soruda sonuna kadar kullanılması gerekir. Kapital’de bir bilime materyalizmin mantık, diyalektik ve bilgi kuramı [üç kelimeye gerek yok: bu bir ve aynıdır] uygulanmaktadır. Bu materyalizm Hegel’de değerli olan her şeyi devralmış ve değerli olanı geliştirmiştir”. Lenin, benzer bir belirlemeyi Hegel’in kavram kuramını incelediği bağlamda da (Marx’ın Kapitali ile ilişkilendirmeden yapıyor: “Böyle bir yaklaşım açısından mantık, bilgi kuramıyla aynı anlama gelmektedir. Bu, tamamıyle çok önemli bir sorudur”(age., s.164).
CEBECİ, Oğuz (2013), Metafor ve Şiir Dilinin Yapısal Özellikleri, İthaki Yayınları, İstanbul.
DRAAİSMA, Douwe (2007), Bellek Metaforları: Zihinle İlgili Fikirlerin Tarihi, Çev. Gürol Koca, Metis Yayınları, İstanbul.
KÖVECSES, Zoltán (2003), Edebiyatta Metafor, Çev: Ali Kaftan, Kitaplık, Sayı. 65, (79-86).
LAKOFF, George ve JOHNSON, Mark (2005), Metaforlar: Hayat, Anlam ve Dil, Çev: Gökhan Yavuz Demir, Paradigma Yayıncılık, İstanbul.
SEZER, Engin (2003), Dilde ve Edebiyatta ‘Yol’ Metaforu, Kitaplık, Sayı. 65, (88-92).

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl