Ana Sayfa Kritik SUSKUN MÜNEKKİTLERİZ

SUSKUN MÜNEKKİTLERİZ

SUSKUN MÜNEKKİTLERİZ

Ah o münekkit! Çok sık hatırlatıyor kendini. Çok sık hatırlıyorum bugünlerde. Müstehzi bakışlarını. Tasvipkâr olmayan… Hem nasıl olsun? Zordu, münevver bir münekkit olmak. İnşa, inşa, inşa… Hep çalış. Kendi üstünde, başkalarında… Çalışılabilir miydi sahi ona göre? Bunu hiç sormamıştım. Hem ortada değil miydi her şey? Tenkitçiler neden azalmıştı? İşine gelince iktidar odaklarından bahseden ülkemiz “sanatçısının” içi boş kendiliğini neden sorgulamaktan acizdi?

Yıllardır bir kısım “sanatçının” diline pelesenk ettiği, “sanatçı olamayanlar eleştirmen olur!” gibisinden sığ ve düzeysiz konuşmalarını niçin sineye çekiyor günümüz münekkiti? Şahsım ve bir kaç arkadaşım hariç yüksek sesle dile getirilmiyor bunlar. Kimse çıkıp demiyor ki, “Eyy sanatçı! Madem ki sanatçı olamadığım için eleştirmenim, henüz daha resminin, işinin adını koyamıyor, kavramsal çerçevesini belirleyemiyor, kendi işlerini ve başkalarını eleştiremiyorsun, kalkmış sanatçı olamadığımdan dem vuruyorsun! Başkasının fikriyle, diktesiyle sanat yapan sensin! Bu fikirleri veren, rengini-paletini, formunu, kompozisyonunu ve dahi güzellemeni yapan benim! İşin yaratıcı tarafı bana ait, kalkmış kendini paranla ‘sanatçı’ ilan ediyorsun! İnsanda biraz vicdan olur!” diyemiyor. Bu söylediklerim gerçek münekkit ve sanatçı yoldaşlarımı kapsamadığından, üzerlerine alınmalarına da gerek yok! İşin cılkını çıkartanlara sözüm. Madem ki bu yola baş koyduk, kendimize de eleştirel yaklaşabilelim değil mi? Düzelecek mi bilinmez! Ama iki satır not düşüp doğruyu söylemeyelim mi? İçeriden ve dışarıdan bakan biri olarak.

Hâl böyleyken, “münekkidin” sessizliği ne demek? Biliyorum ama sonra konuşacağım mı? Şu anda şartlar uygun değil falan mı? Ne zaman? Hayır yâni, kodlamamış olsalar, gürültülü bir şekilde dile getirmeyip, sessiz sedasız doğruyu söyleseler, kimse bir şey beklemeyecek! Akisleri de farklı olacak… Münekkitleriz biz! dedikten sonra da beklenti artıyor haliyle. Neyi? Nasıl? Hırsızlık konuşulabilir mi meselâ? Sanatta yâni. Hiç ciddiye alınıp konuşuldu mu? Neredeyse her gün bir “sanatçı” bir başka sanatçıdan fazla esinlenilmiş, apartılmış işleriyle arz-ı endam ediyor! Kimlerden aşırdığı ortada iken hiç hatırlatılıyor mu, yazılıp çiziliyor mu “münekkitler” tarafından? Sessiz kalınması, “Destekliyorum, bu yolda devam et!” olarak algılanıp giderek çok daha arsızca tavır sergileyen bu güruhun ekmeğine yağ sürüyor. (Kafaları apartmaya odaklandığından çaldıkları sanatçının değerine değer kattıklarının da farkında değiller ironik olarak!) Adi, nitelikli veya organize bir hırsızlık vakası hakkında sözünü sakınmayan günümüzün bir kısım münekkidi, sıra sanat alanının kimi “nitelikli dolandırıcılarına” geldiğinde manidar bir sessizliğe bürünüyor! Bir iki kişinin zaman zaman benzer konuda zayıf çıkışları ise kararlılık göstermediğinden iş başa düşüyor yine sanatçı-eleştirmen şapkamı takıp. Niçin şu anda kalıntılarına bakmakta olduğumuz, çoktan yıkılmış bir yapıyı tekrar inşa edemiyoruz? Hep böyle mi devam edeceğiz?

Suskun münekkitleriz. Kader yapıt eleştirisine yoğunlaşma yerine sanattaki hırsızlığa yoğunlaştırıyor beni. Bu gidişle özgün çalışma bulmak neredeyse imkansızlaşacak! Eğer hırsızlığı yapan veya hırsızlık yaptırılan ünlü bir “sanatçı” ise, “Aman! Ben afişe etmeyeyim! Benim adım çıkarsa bu kişiler bana yazı mazı yazdırtmaz! Ellerine de şablon metnimi tutuşturamam! “Sanat camiasından” da dışlanırım! Kişisel dostluğum da var! Bana bu sanatçının hediye ettiği resmin değeri de azalır!” falan gibi son derece özensiz davranışlara girilebiliyor. Oysa bir sanat öğrencisinin benzer durumda topa tutulduğu kadar, isim yapmış “sanatçı”nın da kıyasıya eleştirilebilmesi kısa, orta ve uzun vadede tüm tarafların yararına olur. Kalıcı olmak gibi bir dertleri varsa tabii. Bakın, sanatsal donanımından, işlerin sanat değeri taşıyıp taşımaması gibi zor meselelerden değil, son derece açık, net bir şeyden bahsediyorum ve bahsedeceğim; ilgili kişiler adamakıllı tavır alıncaya kadar. Hem sanabilirsiniz ki bu kişilerin tüm yazdıkları yazılar da özgün, biricik! Bir şablon oluşturulup sergi ve “sanatçı” adı değiştirilebiliyor son dönemlerde bazen. Edebiyatta bile yapılılabiliyor bu. Ne hazin değil mi? Söyleyince de küplere biniliyor! O kadar çok kişiye, o kadar çok yazı yazılabiliyor ki karıştırılmaması imkansız! Bu şablonlar kültür-sanat alanında kalem oynatan çok meşgul kimi insanların işini kolaylaştırıyor gibi görünüyor, bu zanna kaptırtıyor. Ama bu apayrı ve çok irdelenmesi gereken önemli bir konu. İyi, özgün bir yazı için gerekli olan araştırma, kuluçka, olgunlaştırma, yalnız kalma gibi bir sürece girme kâbus gibi geliyor. “Ben çok üretken ve değişik koşullara uyum sağlayabilen bir yazar, çizer ve sanatçıyım. Her daim iyi iş çıkartabilirim” diyor kimileri de. Sanki popüler bir magazin yazısı! Buna inanıyor iseniz çok safiyane düşünüyorsunuz derim. Yazı sarraflarına çok iş düşüyor. Şablon meselesi ciddiye alınmalı. Özellikle sanat yazınınındaki nitelik kaybından muzdarip isek.

Münekkit! Zihnimin bir tarafını hep meşgul ediyor arka planda. O ve arkadaşları öyle olmasaydı neler değişirdi? İzin verirseniz birazcık anlatayım: Yalnızca bastonu eksikti. Gözlüğü vardı ama! Tespihini ise hiç elinden düşürmezdi. Mütedeyyin olduğundan falan değil, şartlar bunu gerektiriyordu! Yoksa, seyahatlerinden her dönüşünde aldığı o çok pahalı içkisini her akşam yudumlardı. Her hafta ülkeye döndüğünde tek aldığı şey de bu içkiydi. Buralarda her yerde bulamıyordu. Bir de sahte olma ihtimali olunca, riske atmaya da hiç gerek yoktu! Stokları sağlamdı anlayacağınız. Başka bir şey de içmezdi zaten. İş yemekleri ve davetlerde zorunlu kaldıklarını saymazsak…

Geçenlerde üzgün görünüyordu. Metniniz beni boğdu! dedi. Dumura uğrattı tabir-i caizse. Sarih bir metin değil! Ben dedim ki ona, artık aklına estiği gibi davranma! Neresi değil sarih? Cevap verdi bana: Hoca, ahlâk yasaları evrenseldir diyor! Bilmiyordum! diye karşılık verdim. Akademik aklın eleştirisiyle mi devam etmeliydim yine? Diğerleri gibi, ona göre de sevgi çağıydı. Ve mutluluk. Ütopya hep vardı değil mi? Ütopya! diye yanıtladı. Her konuda oldukça mahir olduğunu görüyorum! Endüstriyel tarım, hayvancılık şirketleri ile ilgili de görüş beyan etmek istemez miydin? Herkes bunu konuşuyor! Organik tarım yapamayacağız bir süre sonra. Bir süre bekledi: Kim istemez? Lâkin mikrofon uzatılmayınca haliyle cılız çıkıyor sesim. Sana mı? Güldürme! Tüm zamanlarda bir şekilde elinin altındaydı her şey! Sanattaki iktidar kurumlarına, güç odaklarına hiç bulaşmamayı tercih ettin! Apolitik kültürel ortamı kıvamında tutmak az sayıda seçilmişe bahşedildi. Bu vazifeni kusursuzca pratiğe yansıttın! Oldukça provakatif gelmişti duydukları sanırım. Sosyal ahmaklık meselesinden, köpeksiz köyde değneksiz gezmekten falan bahsedip geçiştiriverdi… Benim emeğime saygı göstermiyorsan eğer, senin yapıp ettiklerine yazıp çizdiklerine de hiç saygı gösterilmeyecek tarafımdan! Ne diye kopyalıyorsunuz, çalıyorsunuz? dediğimde ilk cevabı: Zaten işleri onaylanmış, özgün sanatçıları alıp önünüze koyuyorum. Senin gibi. Riske atar mıyım hiç?

Böylesi diyaloglar geçiyordu aramızda sürekli. Eski kafalıydı. Kafa karıştıranların da önde gideni. Ne diye arıyordu hep son zamanlarda? Cağaloğlu yokuşunu tırmanan tanıdığım onca münevverden çok farklı özellikleri vardı. Örneğin, o sıralarda boynumdan eksik etmediğim felâtun, ince, ipek fular dikkatini çekmiş ve bu rengin tarihçesini anlatmaya başlamıştı. Felâtun bir keşifti. Zihin okuyor gibiydi! İnanılmaz! Ben ona içimden hep Felâtun Bey demek isterken, o sanki tercüman olmuştu! Bu kadar zaman sonra, buluşup günah çıkarmak istemesi şaşırtıcıydı doğrusu. Benim hâlâ ona önem vermem de tuhaf gelmiş olacaktı ki belki de o yüzden bir buluşmamızda, “hiçim ben!” demişti. Şimdi olduğu gibi, onun ve şürekâsının türlü ayak oyunlarından kurtulabilip dik durabilen birkaç kişi hariç, hiçti o ve diğerleri… Bizlere bugünleri yaşattıkları için. Kendileri gibi talebeler” yetiştirip bu enkazı önümüze yığdıkları için…

Bazı şeyleri tekrarlamak son yıllarda oldukça güç geliyor. Zamanda yeniden keşfedilenler. Mekanda. Düşünürün özlemle andığı o büyülü çağda değiliz artık; gezginlerin yıldızların rehberliğinde seyahat ettiği… Ama yapacak bir şey yok! Geri getiremeyiz o yitik ülkeyi. Hayat tam da böyle bir şey değil mi?

Aralık 2022

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl