Kim demiş yaşlılar ölümü bekler, diye? Kayısı kokuları var oldukça hayat mezarlıklardan uzaklaşır ve yaz günlerinin bitimsizliğine yayılan telaş aslında son sırada hatırlanacak şeyin ölüm olduğunu söyler.

Temmuz başlarında bir grup ihtiyar kışın da üstüne koyduğu onca ağrı ve acıyı tekrar bulmak için yaşlılıklarının adresine gömerek köyü terk ederlerdi. Yaz güzel bir mevsim. Her yaştaki insana gerekliliğini hissettirir. Kış gecelerinin soğuk yalnızlığı mezar şenliğine dönüşmeden gelir, yetişir. Köyün yaşlıları ağaçların çiçeğe durmasından böbürlenme çıkarır, kayısıların tutmadığı yıllarda içli bir küskünlükle burçlara bakıp, üzülürlerdi. Kayısıların çiçek açması ‘hazır ol’ çağrısıydı. Onlar da bu çağrıya uyar, ağaç evlatlarının muradına yetişirlerdi.

Tek gözlü, alçak tavanlı, kapısız alaçıklara yerleştikleri gün Temir Kutlu Bahçelerinin muhteşem güzellik ardına gizlediği korkuyu hemen tanırlardı. Gecelerin ayı korkusuydu bu. İkindi sıcağına eşlik eden hafif bir rüzgâr kayısıları patır patır düşürdükçe gün tekin olmaya yaklaşırdı. Ellerinde başka işler için de kullandıkları kovalarla dolaşarak ayrı bahçelerde ama aynı saatte kayısıları ağaçların altında fazla bekletmeden toplayan bu insanları korkudan uzaklaştıran tek şey meşguliyetti. Bahçelerin güneşi en iyi alan köşesine serdikleri otların üzerine düzenli şekilde dizdikleri kayısılar korkusuzdular. Sere serpe dağıldıkları sergilerde akşam güneşi bahçelerden çekilince bir yüzü kuruyanların diğer yüzü de çevrilir, böylece iki yanağın da ayılarla yüzleşmesi sağlanırdı. Bu iş kayısı ağaçlarının dallarında meyve gözükmeyene kadar sürer giderdi. Eylülün ortalarına doğru sergideki son kayısı da kuruyunca bahçelerin şen şakrak geçen günleri biterdi. Bir ikindi vakti yükü çatılan kağnılarla terk edilirdi bahçeler. İhtiyarlar biraz uzaklaşınca dönüp arkalarına bir kez daha bakar, ertesi yıl gelmeye ömürlerinin vefa edeceğine umut bağlamadan köye doğru yürürlerdi. Yavaşça ilerleyen kağnının yanık sesini biten gençliklerine ağıt sayar, ufukta gözüken evlerine biteviye bakarlardı. Bahçeler ise cevizlerin hasadıyla birlikte, çocukların dünyayı umursamaz çığlıklarına yeniden ev sahipliği ederdi. Geleni gideni kar yağıncaya kadar eksik olmaz, kar yağmaya başlayınca hayat evlere çekilir, bahçeler uzun bir yalnızlığa terk edilirdi.

Bahçelerin dertlere eyvallah etmeyen şen ihtiyarlarının mesken tutuş tarzları farklıydı. Hemen girişte kayısı ağaçlarıyla beslenmiş dik yamacın ortalarında Sone Ninenin alaçığı karşılardı misafirleri. Diğer uçtaki çıkışta ise aşağısı yarlarla kaplı dar vadinin içinde, bir yanında mezarlık olan ve bahçelerin varlığını sonlandıran Lâçin Dedenin alaçığı vardı. Elmas Nineyle Şakir Dede yazlığa çekilir gibi yerleşirlerdi bahçelere. Bu yüzden de onların kaldığı mekân kapılı, pencereli, tavanı daha yüksek bir oda, bir aralık ile mutfak ve kümesten oluşuyordu. Bahçelerin ortası bir baştan bir başa vadidir ve bu vadi ilçeye giden asfalta varmadan Çaykara Deresine kattığı sularını Morpet Çayı’na ulaştırır. Vadinin derinliğini gören yamaçta Osman Dedenin alaçığı vardı. O da eşiyle kalırdı. Vadinin uzunluğunu akarsuların ışıltılı akışıyla birlikte mahşerî bir yeşillik doldurur. Kayısılar sarardığı zaman bahçeleri bekleyen gözler vadinin derinliğinden bahçelere çevrilirdi. Gülizar Nine de bu bağların bir yerindeydi ama daldan düşen bir kayısının sesini işitmek, onun sesini işitmekten daha kolaydı. Bahçelere akşam gölgelerle gelirdi. Vadinin batısında yükselen tepeler bahçeleri gölgede bırakır, sık ağaçlar ise yalancı bir akşam havası yayardı. Bahçelerde kimlerin kaldığını bilen ihtiyarlar uyumadan önce bir şeyler yemek için alaçıklarına çekilirlerdi. Vadinin tenha köşelerinden kumruların derin uğultusu ve bazen de pepuk kuşlarının çıngıraklı şamatası duyulurdu. Aysız gecelerde ürkütücü karanlık başlardı. Kapısı olmayan alaçıkların girişine genişçe bir cicim asılır, sivrisinek girmesin diye çoğunlukla lamba yakılmazdı. Bu saatten sonra her iş el yordamıyla yapılırdı. Bahçelerin ihtiyar sakinlerini tedirgin eden tek şey kayısı sergilerine dadanan ayılardı.

Temir Kutlu Vadisinde her bahçenin yaşlı bekleyenleri olmazdı. Bu durum bahçelerin sahipsiz olduğu anlamını taşımazdı. Sabah gelip akşam dönen genç kızlar, kadınlar, hatta ilkokul çağında çocuklar bile olurdu bahçelerde kayısıları toplayan, sergileyen, kurutan. Yöreyi tanımayan biri ağustos ayının sonuna doğru, karanlık bir gecede dahi kayısı kokusunu izleyerek bulabilirdi Temir Kutlu Bahçelerini. Özellikle ikindi üstü vadiye sinek uğultusu gibi çöken sıcaklık kayısı kokularını dayanılmaz iştaha iterdi. Bu iştah vadinin kuzey yarlarındaki mağaralarda barınan ayılara ulaşır, onlar da karanlığın çökmesini iştahlı bir sabırla beklerlerdi.

Bahçelerini bekleyen ihtiyarlar ayılara karşı hiçbir önlem almazlardı. Ayıların sergilere değil, kendilerine zarar vermemesi daha makbuldü. Zaten varlıkları bir önlem değil de neydi? Her hayvan gibi ayılar da rızık peşindeydi. Nasipleri varsa, canları hangi sergiden istiyorsa oradan yer, giderlerdi. Artık bu şansa kalmış bir durumdu. Bahçeleri mesken tutanlar, ayılar hakkında bu tevekkülle düşünürken, sabah gelip, akşam dönen genç kızlar ve kadınlar, köye dönmeden önce sergileri için her türlü önlemi alıyorlardı. Serginin etrafını çitliyor, üstüne naylon çekiyor, gündüz kullandıkları ocakları ıslak ağaçlarla besliyorlardı. Böylece ocak gece tütecek, bunu sezen ayılar insan var diye sergiye yanaşmayacaklardı.

Lâçin Dedenin bahçesi gündüz bile korkulabilecek mevkideydi. Kendi içinde küçük bir vadiyle bölünen bahçenin doğusunda kimlerden kaldığı bilinmeyen bir mezarlık, kuzeyinde uçurum ve batısında da ufku kesen bir yar vardı. Ayılar için biçilmiş kaftandı bu bahçe. Lâçin Dede de durumun farkındaydı. Her yıl bağlara indiği zaman kimlerden kaldığı bilinmeyen bu mezarlığa gider, en uzun ve geniş mezarın içine uzanır, dakikalarca uyuyarak korkusunu yenmenin siftahını yapardı. Hatta bir defasında yemeklik yağı biten Sona Nine, ondan ödünç yağ almaya gittiğinde Lâçin Dedenin mezardan kalktığını görünce hortlak sanmış, feryadı basıp vadiyi birbirine katmıştı. Lâçin Dede bazen de bahçelerde kalan ihtiyarların gönlü hoş olsun diye, yüksek bir tepeye çıkar, bağırarak Ey ayılar! Gelirseniz kimsenin sergisine gidip, haram lokma yemeyin. Sergimi size helal ediyorum. Hatta hep yanımda kalın. Size, bu mezarlıktan daha çok güveniyorum. Allah’ınızı severseniz her gece bana gelin.” derdi. Ona kulak veren bahçelerin farklı yönlerindeki ihtiyarlar gülüşür Helal olsun Laçe!” dedikten sonra alaçıklarına çekilirlerdi.

Ayılar Temir Kutlu Bahçelerine aysız gecelerde ve neredeyse hep aynı vakitlerde gelirlerdi. Herkes bu anı bekler, uyuyanlar uyandırılır, tetikte olunurdu. İhtiyarlara haftanın bazı günleri torunları erzak getirirdi. Genelde ilkokul çocuğu olan bu torunların kimisi akşam köye dönmez, orada, dede ve ninelerinin yanında kalırlardı. Günü devirip, ayı buluta sokana kadar şamatayla oynar, alaçığa girince de hemen uyurlardı. Onların baş korkusu da ayıların gelmesiydi. Dede ve ninelerinden ayıların gelmeyeceğine dair kesin söz almadan uyuyamazdılar. Çocuklar, ayılara karşı ninelerine değil de daha çok dedelerine güvenerek uyurlardı. Fakat yalnız ninesiyle uyuyan çocukların kaldığı alaçıkta böyle bir güvence de yoktu. Kayısı sergilerine homurtuyla dalan ayılar, sergi ne kadar uzak olursa olsun fark edilirdi. Herkes kalbinin atışını bile durdurmak ister, kimse kimseden kahramanlık beklemezdi. Ayının homurtusu çok yakına gelmişse çocuklar ağlar, işte o an nineler, dedelerden bir çaba beklerlerdi. “Şu kovaya vur! Islık çal! Şu kuru otları tutuştur! Çocuğun korkudan ödü patlayacak!” Ama duyan kim? derken, Ermeni mezaliminden kurtulmuş gazi Gülizar Ninenin sesi duyulmaz mı? Sığırcıkları kovarken kullandığı nidayla: Hel! Heel hel!” diye haykırırdı. Kendi alaçıklarında nabzını tutmuş bekleyen dedelerin bu sesi duyduktan sonra yüzleri kızarır, ayılar ise çeker giderdi.

Temir Kutlu Bahçeleri’ne haftanın bazı geceleri ayılar hep gelip gittiler. Gün ışıyıp da ortalık şenlenince kargış sesleri bahçelerde kalan ihtiyarlardan değil de her türlü önlemi alan günübirlikçilerden gelirdi. Ayılar yaz boyu ihtiyarların sergilerinin ucundan biraz yiyip, dişe dokunur zarar vermeden giderlerdi. Tedbir alanların sergilerinden hiçbir şey yemez ama çitleri devirir, sergiyi koruyan naylonların üstünde yuvarlanarak sergileri cirit meydanına çevirirlerdi. Ayıların bu davranışı o yaz, olayı duyan herkesi çok güldürmüştü. Ertesi yıl tedbirli davrananların hepsi bundan vazgeçtiler. Onlar da ihtiyarlar gibi sergilerini önce Allaha, sonra ayılara havale ettiler. Ama gelin görün ki ayılar bu numarayı yutmadılar. Elleriyle bulmuş gibi bir önceki yılın korunan sergilerinde yuvarlanmayı sürdürdüler. Keşke bununla kalsaydılar. Bu kez, tedbircilerin sergilerine boydan boya tuvaletlerini de yapmaya başladılar.

_____

* Temir Kutlu, bir Oğuz beyidir. Yöredeki bahçeler adını bu beyden almıştır. Oğuzlar demire, temir derlermiş.

ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU

Vahdettin Yılmaz, henüz yayımlanmamış olan Yanlış Şubat adlı dosyasından seçip bana gönderdiği Temir Kutlu Bahçeleri isimli öyküsünde, kendi rutinleri içerisinde sıkışmış köylülerin hâletiruhiyesine bakıyor. Tasvirler, bilgi kırıntıları, günlük rutinin anlatımları etrafında; yaşlısı, genci, çocuğuyla, şehrin keşmekeşinden uzak insanların hislerini, bu hisler sonucunda geliştirdikleri tutum ve davranışları inceliyor. Yaptığı her tasvir, üzerinde durduğu her gündelik eylem, bir ya da birkaç duyguya karşılık geliyor öykü boyunca. İçinde, yaşama tutunma, umut, umutsuzluk, korku, telaş, neşe ve merak bulunan insanın tabiata bağlılığı üzerine, uzak göndermelerle tarihsel veriler de içeren, okurun kalbini türlü duyarlıkların tedirginliğiyle dolduran bir öykü Yılmaz’ınki. Yerel söyleyişlere, gerçek adlara yaslanan yapısı ve diliyle, Yaşar Kemal yazınını hatırlatırcasına destansı, aynı zamanda da hakiki.