O zaman sanat ne? Belki de bunu tekrar tartışmanın evresindeyiz. Sanatı yıkmaktan, ya da “sanatı yıkmanın sanatından” biraz kurtulup soruyu tekrar kurmak gerekiyor.

Çağdaş sanatı tartışmak çoğu zaman bıktırıcı bir sarmal oluşturuyor. Elbette mesele sadece çağdaş sanatın burjuvaziyle, küresel güçlerle ilişkisi ya da kapitalle girdiği süreçler değil. Bu daha anlaşılabilir yönünü oluşturuyor sorunun. Asıl debdebenin koptuğu yön, geçmiş yıl yaşadığımız gözlük vakası gibi, müzeye konulan bir gözlüğün yapıt olup olmadığı yönünde uçuşan kuramlar. Duchamp’tan itibaren içine girdiğimiz derin bir girdap var bir tarafıyla önümüzde. Sanatın söyleme dönüşerek kendi üstüne kıvrıldığı bıktırıcı cüruf. Hazır nesneler, sayfalarca bol dipnotlu ağdalı metinler, bilmeden çöpe atılan kültablaları, sergi mekanına yığılmış dağınık yatak, liste uzayıp gidiyor. Aslında mesele çok açık bir noktayı gösteriyor: sıkıcılık! Örneğin kabul ettik, müzenin “beyaz küp” boşluğuna bırakılan gözlük, sanat…. O zaman bu sıkılma ve bıkkınlık nereden geliyor. Hatta soruyu Arthur Danto’nun meşhur tartışması “Brillo Kutusu” örneği üzerinden kuralım isterseniz: evet market raflarındaki sıradan Brillo Kutusu sanat. Anlaştık… O zaman bu bıkkınlık nereden geliyor. Bakıyoruz Brillo’ya… Bakmaya devam ediyoruz… Sadece sanat nedir ya da “ne değildir” sorusu kalıyor elimizde… Bütün bunlar bu kısa devre için aslında… Ama sıkıntıyı çözmedi…

Elbette burada Søren Kierkegaard veya Heidegger ya da Sartre üzerinden sıkılmak, bunalmak üzerine tonlarca argüman da öne sürülebilir. Aslında çağdaş sanatı tartışmanın önümüze koyduğu en önemli sorunlardan biri de “inandırıcılık”. Brillo inandırmıyor işte… Geçelim sanat tarihi bilgisini, felsefi argümanları, Deleuze dolu dipnotları. Warhol’un önemi pop-art falan… Aslında Witgenstein’ın o önemli vurgusu kalıyor hep elimizde: önerme bir “şey” mi? Önerme bir şey olamaz tabii… Yoksa bambaşka bir evrene sıçrardık…

Sanatın Hegel’e referansla bugün artık felsefenin yerine geçtiği, eleştirel teoriyle harmanlandığı söylenebilir yine tonlarca dipnotla. Ama bu karşımızdaki Brillo’nun rutinini ve sıkıcılığını çözmüyor. Mesele bir tarafıyla bu kadar basit işte: marketteki kutunun aynısını müzede görmek, üstüne binmiş söylem ve kuram dışında bir anlam ifade etmiyor işte. Aslında bunun herkes farkında. Biliyoruz ama bilmiyormuş gibi yapıyoruz. Yani elde kalan çağımızın meşhur duyarlılığı sinizm kalıyor. Sakın biri Brillo şok ve skandal üretiyor demesin… İnanmadığını biliyoruz.

O zaman sanat ne? Belki de bunu tekrar tartışmanın evresindeyiz. Sanatı yıkmaktan, ya da “sanatı yıkmanın sanatından” biraz kurtulup soruyu tekrar kurmak gerekiyor. Söylemden ve kavramdan bağımsız bir “sanat” ne? Neyse bu başka yazıların konusu ve tartışacağız zaten… Çağdaş sanat yordamları bol miktarda parodileştiriliyor öteden beri. Bizde özellikle karikatürcüler bunu gayet güçlü bir şekilde yapıyorlar. Hazır nesneden, galeri mekanı ve kokteyl ilişkilerine ya da performans sanatının durumuna her gün sosyal medyada paylaşılan karikatürler görüyoruz. Ben geçmiş yazılarımdan birinde buna değinmiştim.(*) Burası önemli: çünkü modernizmle beraber kendini ironi ve parodi üzerine kurmuş kocaman bir geleneğin kendisi parodileştiriliyor. Eğer mizaha malzeme olmuşsanız işiniz zor demektir. Çünkü bunun reformu ve mazareti olmaz; başka bir şey yapmanız gerekiyor…

Çağdaş sanatın inandırıcılık ve sıkıcılık sorununa mizah ve karikatürden sonra sinema da girmeye başladı. Ruben Östlund’un Kare-Square fiminden bahsediyoruz. Film Holywood’dan gelmedi elbette. Bağımsız film tadında bir İsveç yapımı var karşımızda. “Kare-Square”, saygın bir küratörün çevresinde dönen ve yer yer eğlendirici bir akışa sahip. Öykünün merkezinde elbette yine söylemle doldurulmuş, meydana ışıklı ledle çizilmiş bir kare var. Karenin çağrışımına hiç girmeyelim Maleviç’e, oradan minimalizme kocaman bir hat katetmek durumunda kalabiliriz. Aslında filmin temel derdi, inandırıcılığını kaybetmiş çağdaş sanatın “sıkıcılığı” denilebilir. Örneğin bir açılış töreninde, 1990 sonrası çağdaş sanatı ve katalog metinlerini belirlemiş Bourriaud’ın “İlişkisel Estetik” kitabıyla baya dalga geçiliyor. Hatta küçümseniyor.
Bourriaud temelde ilişkisellik üretebilen her şeyin “sanat” olabileceğini savlıyordu. Örneğin müzeye bırakılan gözlük bir ilişkisellik ile kendini sanat-ya da sanat olmayan olarak sunabiliyordu. Yani sanat nesne ve şey tarafından kavram-ilişki tarafına geçmişti. Bourriaud’un yer yer etkileyici ve bol referanslı kitabı 1990’larda sıkıcı işlere kılıf anlamında baya talan edildi. Ama malesef Brillo Kutusu’nun sıkıcılığına derman olmayı başaramadı… Yine başka bir sahnede bir sanatçı konuşmasının bir ziyaretçi tarafından argoyla kesildiğini görüyoruz ve baya gülüyoruz. Yani inandırıcılık için laf kalabalığı da yetmiyor. Kare’de aynı zamanda hip’leşmiş, beyaz gömlekli profesyonelleri, küratörleri, partileri, reklamcıları, kampanyaları da büyük bir iğneleme içinde izliyoruz. Soğuk galeri mekanından loop eden videolar, neonlar, galeri mekanında yığılmış topraktan tepecikler, enstelasyonlar… Her şey çok tanıdık. İnandıramamayı deneyimliyoruz. Özellikle yapıtlarla gram ilgilenmeyen, sadece “görünürlülük” peşindeki burjuvazinin soğuk ilişkisini de… Özellikle Hulk’u andıran aktörün seçkin daveti darmadağın etmesi filmin ikonik ve de afiş görüntüsü oluyor. Bir performans parodisi olduğunu da unutmayalım.

Evet; karikatürden sonra çağdaş sanat sinemanın da parodi sahasına girmiş görünüyor. Sıraya bir Netflix dizisi girerse şaşırmayalım. Çok malzeme var çünkü…
Bir de bitirirken şu noktayı vurgulamasam olmaz: Filmin eleştiri nesnesi olan birçok sanat profesyonelinin, sanki anlatılan “onun hikayesi” değil gibi filmi sosyal medyada övgüye boğduklarını da görüyorum.

Ah sinizm sen nelere kadirsin!

(*) http://ekdergi.oyunow.com/en-iyi-arkadasim-performans-sanatcisi/

 

TEILEN
Önceki İçerikTheodor W. Adorno: Popüler Müzik Üzerine | Türkçe Altyazılı
Sonraki İçerikKüba Devrimi: Bir Yoldur, Granma
1970, Gaziantep doğumlu. Marmara Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi’nde ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudu. Çeşitli yayınevlerinde editörlük yaptı. Yazıları Pasaj, Evrensel Kültür, Yeni Sinema, Yeni Film, soL, Cumhuriyet, Varlık, Sanat Eylemi, Üç Nokta, Bağımsız’da yayınlandı. 2008-2012 yılları arasında BirGün gazetesinde kültür sanat editörlüğü yaptı ve yazılar yazdı. Yurt Gazetesi Kültür Ek yayın yönetmenliğinde bulundu. 2004-2012 yılları arasında Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Kültürel Çalışmalar Yüksek Lisans programında ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde medya, küreselleşme, popüler kültür ve sinema üzerine dersler verdi. AICA-Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği üyesi.