Yok yok! Keratanın biriyim; işin alayında, aşağılık serseri; pisin biri.

Thersites

 

Tam dokuz yıl olmuştur. Troya sahillerinde, hala güneşin balkıdığı ovada, tunç seslerinin birbirine karıştığı korkunç çarpışmalar olmaktadır. Tanrı ve tanrıçaların tarafı olduğu  bu savaş  kılıçlar, kalkanların çangırtısıyla kapkara kan ile kaplar surların diplerini. Ova Tanrıların da içinde olduğu savaş naraları ve şan peşindeki savaşçıların çığlıklarıyla gümbürder acımasızca.

Olimpos’taki tanrıçaların “güzellik” bahsi sonucu kaderi çizilen çoban Paris’in dünyanın en güzel kadını olarak bilinen Sparta kralının karısı Helen’i Troya’ya kaçırması nedeniyle başlayan savaş, 9 yıldır sonuçlanamamış; Troya’nın surları geçilememiştir. Homurdanlanmalar ve huzursuzluk başlamıştır Akhalı savaşçılar arasında.  Binlerce ölünün verdiği ürperme ve yorgunlukla bezmişlerdir hayatlarından ve salgınlardan.

Homeros’un “Söyle tanrıça Peleusoğlu Akhilleus’un öfkesini söyle” dizeleriyle başlayan  İlyada’da anlattığı Troya  savaşının ilk krizi köleleştirilen Apollon rahibi Khryses’in  kızı “güzel yanaklı” Breseis nedeniyle olur. (*)  Babası kurtarmalık vererek kızını geri almaya çalışırken, acı bir aşağılanmayla karşılaşır.  Buna kızan Tanrı Apollon oklarıyla salgın illetini Akhaların üzerine salararak yüzlerce savaşçının ölümüne neden olur.

Ayrıca Akhaların başbuğu krallar kralı Agemennon, Breseis ‘i  tanrıça oğlu Akhilleus’un elinden almış ve o ünlü öfkesinin nedeni olmuştur. Okurken insanın içini acıtan, köleleştirmenin bütün şiddetini veren dizeler aslında politik bir gerçeği de açık eder. Bu anlamda İlyada krallar arasında da olsa “çıkarlar” üzerinden iktidarı sorgulayan politik bir açıklığa da sahiptir. Zaten Homeros’un gücü budur birazda. Destanda savaşan her iki tarafa da mesafeli davranır yeri geldiği zaman, hatta mağdurdan yanadır Kör Ozan. Hatta bazen gönlü direnen Troyalılar ve Hektor’a kayar. Destanda düşmanlar bile birbirlerine karşı da saygılıdır birbirlerine Tanrısal sıfatlarla seslenirler.

Agamemnon’a kızan, Akhaların en savaşçısı “iller yıkan” Akhilleus savaştan çekilmiştir. Kendisine armağanlar verilirse kızı vermeye hazır olduğunu söyleyen krallar kralı Agemennon’a şöyle seslenir öfkenelerek:

Ünlü Atreusoğlu, ey doymak bilmez adam!

Ulu canlı Akhalar nerden bulsun versin sana,

elimizde yedeğe alınmış mal mı var ki.

İllerden ne yağma ettiysek hep bölüşüldü

doğru olur mu toplamak bu malları yeniden?

Haydi durma, sun tanrıya sen şu kızı,

biz Akhalar veririz sana üç dört katını

İş şu güzel surlarla çevrili Troya ilini

talan etmeyi buyursun Zeus bize.

 

Homeros’un Akhillesu’un ağzından çağıldayan dizeleri, tahmini MÖ. 1200’lerde olduğu düşünülen Troya savaşının ve o dönemde asalarını tanrılara dayandıran ataerkil kabileciliğin, köleciliğin ve bir ekonomik biriktirme olarak yağmanın en net itirafını verir. Her biri özerk yerleşim yerine bağlı bu klanlar arası ilişkiler, elbette modern anlamda bir Yunan ulus fikrine dayanmaz. Zaten kavramın kendisi de 18. yüzyıl sonrası Avrupalı aydınların imgelemindeki  Helenizm ile yaygınlaşacaktır. Kendilerini Akha veya Danoa olarak adlandıran pragmatik ittifaklardır Troya surları kıyılarındaki gemiler. Ün, şan, kahramanlık, bedensel güçün şiiri durur Homeros’un etkileyici dilinde.

Klan reisi (rex)  Peleus ile deniz tanrılarından Nereus’un “gümüş ayaklı” kızı Thetis’in “zorla” gerçekleşmiş beraberliğinden doğan  Akhilleus devam eder sözlerine büyük bir öfkeyle.

 

Seni gidi edepsiz, çıkarına düşkün yürek!

savaşa nasıl gider o nasıl dövüşür erkekçe?

Kargı salan Troyalılarla savaşa gelmiş değilim ben,

hiçbir şey yapmadılar, dokunmadılar bana onlar;

ne sığırlarımı çaldılar, ne atlarımı götürdüler,

ne de bereketli Phtie’den ekinlerimi çiğnediler.

Gölge veren dağlar var aramızda

Geldik buraya, utanmaz herif, senin ardından,

tek gönlün olsun diye senin, köpek suratlı,

tek  Menelaos’la sen, Troyalıların sırtından ün alasınız diye.

 

Akhilleus’un bu sert özleri belki de çıkarı bu kadar açık söyleyen tarihteki ilk sözlerden sayılır. Kendi de dahil “onur” adına gerçekleştirilen vahşetin net dökümüdür bu. Aynı zamanda bir “özerklik” talebidir. Elbette haklı nedenlerle yüzlerce düşünür ve binlerce sayfa yazı felsefe ve politikayı Yunan altın çağının bir ürünü olarak görür. Bu bir tarafıyla çok da mantıklıdır. Birbirlerine karşı “çıkar” temelli her tür oyunu çeviren çok tanrılı insanbiçimli bir din, köleleri dışarda bırakan “özgür” yurttaş temelli izonomik (özerk) polis ve tiyatronun varlığı bunu düşünmek için çok malzeme verir. Fakat İlyada’da anlatılanlar, MÖ 600’den itibaren mülkiyeti hukuki bir çerçeveye çeken Solon yasalarıyla mühürlenmiş, Perikles’in müzakereye dayanan politik Atina’sından ve polisten çok uzaktır daha. Ama İlyada’nın öncülüğü düşünüldüğünde, Akhilleus’un politik açıklığı  bu gelişimin içindedir bir tarafıyla. Troya savaşının  “maddi” gerçekliğini ve çıkar temelli “onur” duygusunun saçmalığını okuyanın ve dinleyenin üzerine üfler Akhilleus.

 

İlyada’da Akhilleus’un öfkelenerek askerlerini savaşın dışında tutması, Odysseus ya da yaşlı Nestor’un ikna çabalarının başarısızlığı anlatının bütününe yayılır. Yunanlılar 9. yıl boyunca yenişemezler Troyalılarla ve ağır kayıplar verirler. En yakın arkadaşı ve seyisi Patroklos’un kendi silahlarını kuşanıp savaştığı Hektor tarafından öldürülmesine kadar sürer bu bekleyiş . Savaşa geri döner tanrısal kahraman  nefret ettiği Agemonnon’la uzlaşarak, aldığı yağma paylarıyla çadırına geri döner. İki güçlü kral arasındaki “çıkar” mücadelesi uzlaşmıştır. Zaten başka türlüsünü beklemek de imkansızdır o dönem için. Ama dünyanın en eski destanlarından birindeki bu politik açıklığın yankılanması önemlidir. Tanrı ve tanrıçaların, yarı tanrı çocuklarının kahramanların şanlı güzellenmesi düşünüldüğünde savaşın nedeni çok açıktır.

Oysa İlyada’da başka bir diklenme ve gücü acığa çıkarma daha vardır. Bu başkaldırı bir kraldan ya da prensten gelmez elbette. Yüzlerce sayfa süren  İlyada’da sadece iki sayfaya yayılan bir itirazdır bu ve bütün açık sözlülülüğüyle alt sınıftan bir askerin ağzından gelir. Kambur, yaşlı ve çirkin Thersites’dir bu kişi. Gemilere doluşup Troya sahillerine inen ve payına düşecek yağmanın umudunu taşıyan binlerce asker gibi o da sorgular 9 yıllık eziyeti.

Agemennon, Ulysses, Aias, Ajax ve diğer Akhalı kahramanlar bezginlik içindeki Yunanlıları canlandırmaya, savaşa kışkırtmaya çalışırken, çatlak bir ses yükselir kalabalığın içinden.

 

Yalnız Thersites kopardı yaygarayı, konuştu ileri geri,

O Thersites ki saçmalar dururdu biteviye,

kralları kızdırmak için laf ederdi gelişigüzel

Argosluları güldürsündü yeter ki.

İlyon’a gelen en çirkin kişiydi o,

bacakları çarpık, bir ayağı aksaktı,

kafası omuzlarının üstünde sivriydi,

tek tüktü saçında başı.

 

Tanrısal güzellikteki Yunan savaşçılarının yanında bir çirkinlik abidesidir adeta Thersites.  Odysseus ve Akhilleus’a sövüp duran krallar kralına şöyle seslenir.

 

Yine mi bir isteğin var Atreusoğlu?

Barakaların, tunçla, kadınla dolu.

Bir kenti alır almaz biz Akhalar

onları sana verdiydik ilk önce.

Bir de altın mı ister yoksa canın şimdi?

Tutup getirelim Troyalılardan birini,

gelsin babası, kurtarmalık versin sana,

altınlar versin sana öyle mi?

Taze bir kadın mı istersin yoksa, düşüp kalkmaya,

bütün gözlerden uzakta kapatmaya kendine?

 

Thersites, Odeysseus’un kızgın bakışlarını umursamadan cesurca devam eder kalabalığa konuşmaya:

 

Size diyorum Akhaoğulları, hey,

Akhaoğulları denmez size artık,

Akha kadınları demeli,

sizi aşağılık herifler sizi,

Haydi yurda dönelim gemilerimizle,

tek başına bırakalım Troya’da onu,

otursun onur payının üstüne

Yardım etmeyelim de görsün sonunu.

Saygısızlık etti Akhiellus’a, en üstün yiğidimize,

aldı onur payını, yoksun bıraktı onu.

Akhiellus’un içinde büyük bir kin yok yine de;

hem gevşek davranmasaydı sana Atreusoğlu,

bu senin son küfrün olurdu.

Thersites’in sözleri açık bir isyan çağrısı ve iktidarın kodlarını açığa çıkarmaktır. Ama kurnazca bir yanaşma da vardır Akhiellus’u destekleyen. Belki de yazıya geçmiş, tarihin ilk açık başkaldırı sözleridir bunlar bir krala karşı. O bir köle değildir, silah sahibi, hakları olan, kurultaylarda fikri sorulan, silah sahibi bir Hoplittir belki. Ama tanrıların, kralların tunç zırhlı kahramanların gümbürtüsünde yitiverir sesi.

Kurnazlığı, mülküne düşkünlüğü ve pragmatizmiyle Adorno’ya göre belki de ilk burjuva ethosa sahip olan Odysseus’tan dersini alarak sopayı yer ve rencide edilir kalabalığa karşı.

 

Odysseus yanına gelerek paylar kambur ve topal askeri.

 

Senden aşağılık tek yaratık yok bence

Atreusoğullarıyla İlyon’a gelenler arasında.

Çok iyi edersin kralları diline dolamasan,

sövüp saymasan biteviye,

dönmemize önayak olmasan.

Ve değneğiyle vurur acımadan Thersites’e, iki büklüm gözlerinden yaşlar akar, iktidarın simgesi değnekle acılıtılan sırtında kanlı şişler peyda olur.  Kral sözü dinlenmeli ve mutlak itaat edilmelidir. Asa (sürüyü güden çoban değneği) tanrılardan gelmiş soy sop iktidarını kutsayan bir araçtır çünkü. Başkaldırının nasıl cezalandırılacağının da bir mesajıdır bu dayak. Kahkahaların eşlik ettiği bir rencide edilme dersi. Homeros’un büyüklüğü budur biraz da; iki sayfada olsa “başka”nın, ezilmişin sesine de yer açar büyük ozan. Bu bazen köle veya domuz çobanı,  bazen hizmetçi ya da gözünü açlık bürümüş, Helios’un ineklerini çalan tayfadır.

Thersites’in geri dönüşü

Thersites unutulur gider sonra. Dev destanda bir daha karşımıza çıkmaz. Bir ara Apollodoros‘un Bibliothek’inde ortaya çıkar. Akhiellus’un öldürdüğü, Troya’ya yardıma gelen Amazon kraliçesi Penthesilea olan hayranlığı ile dalga geçtiği için yine onu tarafından öldürülür. Yüzlerce tablo, heykel ve anlatıya konu olan Troya düşünüldüğünde, bazı vazo resimleri hariç, hiçbir sanatçının yapıtına da konuk olmaz bu cesur sakat asker. Ne Raphael’de ne de başka bir ressam da görürüz onu.

 

Oysa 16. yüzyılın büyük “insan sarrafı”  Shakespeare’e gelindiğinde bu talihsizlik kırılır bir nebze. Onun en az bilinen ve sahnelenen, hatta bazı eleştirmenlere göre en karanlık komedyalarından  biri olan Troilus ve Cressida’da  tekrar çıkar karşımıza birden bire. 1609 yılında yayınlanan oyun bir Troya savaşı anlatısıdır. Fakat Shakespeare bu anlatıda yüzlerce yıldır anlatılara konu olan Homeros’un destanını dönemi için çok aykırı bir şekilde yorumlar. Hatta günümüz kavramıyla ifade edersek neredeyse postmodern bir yöntemle parodileştirir. Büyük yazarın en kabalaştığı, hatta terbiye sınırını kasıtlı aştığı oyunudur belki de.  Trolius, Troya kralı Priam’ın oğlu ve Hektor’un kardeşidir. Yunanlıların safına geçen kahin Kalkhas’ın kızı Cressida’ya aşıktır. Shakespeare Troya kuşatmasının dehşetinden çok “günlük gülüstanlık” bir ortam atmosferi çizer kasıtlı olarak. Odysseus, Achiellus, Ajax, Agamemnon ve Hektor oyun boyunca komediye kaçan ve kahramanlık “ethos”una inançsızlık geliştiren bir dille konuşurlar. Helen’e dönük ağza alınmayacak küfürler edilir.

 

Oyunun başlarında  Troilus şöyle seslenir örneğin kalabalığa:

Budalalar! İki taraf da budala! Helen elbette güzel olacak

Her gün kanlarınızla alık sürüyorsunuz ona.

 

Fakat sevgililer Troyalı kahraman Antenor ile Cressida’nın takası dolayısıyla ayrılmak zorunda kalır. Ayrıca Ajax ile Achiellus arasında Hektor ile savaşmak konusunda komikleştirilmiş bir rekabet vardır.  Shakespeare, Homerik dünyanın en ünlü kahramanını zavallılaştırmaya çalışır bu oyununda. Hatta Hektor’u kendi değil bir pusu ile askerlerine öldürtür. İşte tam bu arada Thersites dahil olur oyuna bütün açık sözlülüğü ve cesaretiyle. Shakespeare hemen her şeyi açıkça söyleyen, ironik bir soytarı olarak davet eder sahneye onu. Savaşın nedeni, onur duygusu, tanrılar teker teker madara edilir kambur ve çirkin soytarının gözünden.

Achilleus’a rekabeti kızıştırmak için şöyle seslenir kambur:

Agamemnon bir budaladır, çünkü Achilles’i kumanda etmeye kalkışır: Achilles bir budaladır, çünkü Agamemnon’un kumandası altındadır: Thersites bir budaladır, çünkü böyle bir budalaya hizmet etmektedir; Patroclus ise budala olduğu için budaladır.

Sözünü sakınmaz hiç Thersites, tanrılar da alır onun bozuk ağzından payını:

 

Ey Olympus’un şimşekler saçan tanrısı, Vazgeç tanrılar kralı Jüpiter olmaktan!

(…) Topuna birden lanet olsun! Hayır, topu birden frengiye tutulsun diyelim daha iyi!

Bir kan uğruna savaşanlara layık olan bela budur.

Hiçbir değer tanımayan sinik bir dildir bu. Ama soytarılara yapıldığı gibi hoşgörü ve kahkahalarla karşılanır sözleri. Onun gözünden bütün Homerik dünya gerçek “maddeci” yani çıkar üzerinden temellenen budalalık zeminine çekilir. Foucault’un Sokrates üzerinden tartıştığı, cesurca konuşmak, hakikatı söylemek anlamına gelen –Parrhesia – tam onun da ağzına uygundur. Ne Helen ne de kocası Menelaus kurtulabilir bu açık sözlülükten. Devam eder Agamemnon’a karşı konuşmaya, yağma vaadinin Troya kıyılarına attığı bu çirkin asker:

 

Ya kardeşine ne dersiniz? Jüpiter’in o öküzüne, boynuzluların o canlı heykeline, abidesine!

(…)Hepsi olmaya razıyım, tek Menelaus olmayayım. Olsam kaderime isyan ederdim! Thersites olmasaydın, kim olmak isterdin diye sormayın bana. Uyuz bir dilencinin üstünde bir bit olmaya razıyım, ama Menelaus olmaya asla!

İlyada’da iki sayfa yer alan ve rencide edilerek sopayı yiyen Thersites,  Shakespeare’in oyununda her sahneye teklifsizce dalan, maskeleri düşüren, kahramanları yüzleştiren yeni bir kahraman oluverir.

Açık sözlülüğüyle hemen her sahneye maydonoz olan Thersites, topal ve çirkin tanrı Hephaistos’u da hatırlatır. El emeğinin kölelik ile bir görüldüğü zamanda sanatların ve ateşin tanrısının da çirkin olmasına şaşmamak gerek. Evli olduğu dünyanın en güzel kadını Afrodit onu savaş tanrısı Ares ile aldatır. Pandora’nın kutusu dahil insanın kullandığı her şeyi örsünde döven çalışkan bir esnaftır o. Doğar doğmaz, çirkinliği ve sakatlığı nedeniyle Hera tarafından Olimpos’tan aşağı fırlatılır. Eğer Achiellus’un annesi Thetis’in de babası olan Nereus’un kızlarının mağarasına sığınmasaydı hali nice olurdu acaba? O Thetis ki,  Akhiellus’a yeni silahlar yapması için yalvarır  daha sonra topal tanrıya. Ne garip ironi, çirkin topalı katleden Ahhiellus’u topal tanrının silahları da kurtaramaz.

 

Thersites, eski zamanlardan incecik sızan bir itirazdır; cesur bir karşı çıkış. Ama yüzyıllarca sesi kısılsa da, sopa ile terbiye edilmeye hatta katledilmeye çalışılsa da, çirkinliği ve sakatlığıyla alay edilse de “doğruyu” söylemeye ve mücadeleye devam ediyor Thersites.

Çünkü onun sesine hala  ihtiyacımız var!

 

Yazıda kullanılan çeviriler:

 

Homeros, İlyada,çev. Azra Erhat-A.Kadir, Türkiye İş Bankası Yayınları

  1. Shakespeare, Troilus ve Cressida, çev. Sabahattin Eyüboğlu-Mina Urgan, Türkiye İş Bankası Yayınları

 

 

(*)           Bkz: Ali Şimşek, Antigone’nin Direnişi, AdHoc,  Mart, 2020

TEILEN
Önceki İçerikAdana 2021 Yılı Unesco Gastronomi Şehri Başvurusu Yapıldı
Sonraki İçerikProf. Dr. Ulaş Başar Gezgin ile “Yapay Zeka Sosyolojisi”
1970, Gaziantep doğumlu. Marmara Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi’nde ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudu. Çeşitli yayınevlerinde editörlük yaptı. Yazıları Pasaj, Evrensel Kültür, Yeni Sinema, Yeni Film, soL, Cumhuriyet, Varlık, Sanat Eylemi, Üç Nokta, Bağımsız’da yayınlandı. 2008-2012 yılları arasında BirGün gazetesinde kültür sanat editörlüğü yaptı ve yazılar yazdı. Yurt Gazetesi Kültür Ek yayın yönetmenliğinde bulundu. 2004-2012 yılları arasında Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Kültürel Çalışmalar Yüksek Lisans programında ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde medya, küreselleşme, popüler kültür ve sinema üzerine dersler verdi. AICA-Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği üyesi.