Ana Sayfa Litera Tiyatrodan kalkıp romana varan Hakan Güneri

Tiyatrodan kalkıp romana varan Hakan Güneri

Tiyatrodan kalkıp romana varan Hakan Güneri

Bir yıl önce Mahmut Şenol’un son romanı “Bir Roman Yazılıyor ~ Nicky’i Öldürmek” üzerinde yazdığım, K24’te yayınlanan eleştiri yazısında şöyle demişim:

Roman denen edebiyat türü karakterler üzerine kurulur. Bırakın sadece sağı-solu, aşağıyı-yukarıyı, havayı-suyu-manzarayı ya da duyguları yansıtan post-modern ötesi kitapları; bunlar roman kategorisine girmez aslında. Nitekim, ‘Roman karakterler üzerinden dünyayı algılamaktır,’ der Mahmut Şenol.”

Öte yandan yazarlığın düsturlarından biri, “İyi bilmediğin konularda yazma,” der. İş polisiye yazmaya gelince, elbette bunu becerebilmek için cinayet işlemek gerekmez. İşlenen cinayet bir kurgu eseridir nihayetinde, lakin yine de iyi polisiye yazabilmek için, bırakın neyle-nasıl cinayet işlenir, tahkikat hangi yöntemlerle ve nasıl yapılır meselesini, en başta anlatılan ortamı, o ortamın dilini ve katilin ya da maktulun ruhuna inebilmek için insan psikolojisini çok iyi bilmek gerekir.

Bu girizgâhı yapmamın nedeni tiyatro yönetmeni, sanatçısı ve yazarı olarak bildiğim, neredeyse 25 yıldır sahne tozunu yutan, son zamanlar da sinema ve TV dizisi dünyasına adım atan Hakan Güneri’nin kısa zaman önce yayımlanan, Turan Caddesi No:25i başlıklı polisiye türündeki ilk (devamı gelecekmiş)romanının bu kurallara tamamen uyuyor olması ve herhalde bu nedenle kendimi kaptırıp bir solukta okumam. Polisiye hastası olan ve gerek yabancı gerek Türk polisiye yazarlarını okumakta âdeta kendisiyle yarışan bir okur olarak ben bunu söylüyorsam, geçerliliğine inanın lütfen.

Beyoğlu’nun arka sokaklarında gecenin geç saatlerindeki hayatı benim gibilerin yakından tanıması mümkün olmasa da bir tiyatrocu olarak Hakan Güneri bilebilir, tanıyabilirdi, amenna. Ama büyük bir beceriyle naklettiği bazı olayları, tasvir ettiği kişileri ve özellikle romanın kahramanı, bir zenne olan Eflatun’un ruhsal yapısını nasıl böylesine derinlemesine bilebilirdi? Kendisiyle konuşup sorguladığımda anlaşıldı mesele. Hakan romandaki kişilerin çoğunu tanımış, olayların bazılarına bizzat tanık olmuş, elbette her yazar gibi farklı kişiler ve olayları bir araya getirerek oluşturmuştu kurguyu. O zaman beynimde beliren oymalı bulmacanın yerleştiremediğim son 2-3 parçası da oturdu yerlerine! Bu arada Hakan’ın kaleminin gücünü ve akıcılığını da belirtmeden geçmiş olmayayım. Onca sokak argosunun arasında titizlikle seçilmiş kelimeler, vurucu ifadeler…

Hakan Güneri … ve kitabı

LBGTİii haklarını kendileri dışında savunan, nadiren da olsa sokaklara çıkıp yürüyüş yapmaya kalkışınca sadece polisten değil, etraflarına biriken halktan da dayak yiyen bir avuç entellektüelin ülkemizde bir yerlere varabileceğini hiç sanmıyorum. Nedeni bu ırkta içselleştirilmiş oğlancılık ve travesti merakıdır. Bunun nedeni de muhtemelen dinden kaynaklanan tabular ve bekârken sefil kerhaneler dışında bir türlü cinsel dürtülerini giderecek imkân bulamayan erkeklerimiz için çıkar yol olmasıdır; tabii oğlan ya da travesti kendi ailesinde olmamak şartıyla!

Dönelim kitabın protagonist ya da baş kahramanı olan Eflatun ya da asıl adıyla Mustafa’ya. Bilimsel açıdan bakıldığında fiziken erkek olarak doğan, ama gerek vücudun kimyevi yapısının gerek ruhen kadınlığın ağır bastığı insanlardan biridir o. Halen Türkiye dahil dünya yüzünde pek çok toplumda, “insan kategorik olarak ya erkek ya kadındır, gerisi hastalıktır,” görüşü egemenliğini sürdürdüğünden (mevzuat açısından olmasa bile), nasıl büyük mücadeledir Eflatun’un verdiği! Başta annesi olmak üzere kimseye derdini anlatamaz; sokaklarda itilir, kakılır, dövülür, hakarete uğrar; lisede okurken davranışları farkedilip kendisine “Mustafa Abla” diye hitap edilmesinden nefret eder; kendini kadın hisseder, bu nedenle bir “adam” tarafından sevilmek ister. Lanetli bir tarihi geçmişe sahip Beyoğlu’nun alt sınıf hemşerisi olarak, kendine uygun yapabileceği tek mesleği icra eder Eflatun: Semtin batakhanelerinde herkese parmak ısırtan, azdıran danslarıyla bir zennedir o. Uğruna kıskançlıkların kabardığı, bıçakların çekildiği, kulakların kesildiği, fakat kimsenin onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini sormadığı, anlamaya çalışmadığı bir travesti.

Sonu nasıl gelir böylesinin? Bir cinayete mi kurban gider yoksa intihara mı sürüklenir? O menhus soru, “Nasıl öleceğim?”

Kendisine Eflatun ismini seçmesinin kafasını sık sık meşgul eden, söküp atamadığı bu soruyla doğrudan ilişkisi vardır: Behçet Aysan’ın çarpıcı “Bir Eflatun Ölüm” şiirini Beyoğlu’nun arka sokaklarında yürürken bir duvar yazısı şeklinde gördüğünde karar vermiştir bu isme:

Söylenmemiş sahipsiz

bir şarkıyım

belki

sararmış

eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

Bütün derinlikler sığ

sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç

ölüm hariç.”

Yaşadığı ortam, sürdürdüğü hayat, hangi limana sığınacağına karar verebilmesini neredeyse imkânsız kılmaktadır Eflatun için. Yoksa yaşamaktan vazgeçip ölümü mü seçmeli? Tanışı olan, sevdiği, sohbetinden haz duyduğu felsefeci Rafet Hocanın bu konudaki sözlerini de sürekli kafasında taşır:

Yaşamak için hayattan sebep toplayamanların sığınacakları limandır ahiret günü. Kartlar yeniden karılır orada ve yarım kalmış hesaplar görülür çünkü. İnsan böyle işte, kendi ahiretini bile bir tür hesaplaşma yerine çevirir, sanki bütün bir ömrü bununla geçmemiş gibi!”

Hani okuduğunuz her romanda bazı karakterleri seversiniz ama bazı karakterler size batar ya, işte bu romanda bana batan, Turan Caddesi No.25’in ikincil karakteri Başkomiser Salih! Hakan, komiser olarak hata kabul etmeyen, işini iyi yapan,lakin asosyal ve ters bir adam çizmiş. Aslına bakarsanız bendeki tipik Türk komiser algısına çok uyuyor. Meslektaşları dahil herkese terör saçan, ağzı bozuk, “lan”sız konuşmayan, ukala, yaka silkilen ama yetenekleri nedeniyle vazgeçilemeyen bir Cinayet Masası komiseri. Üçlemenin bundan sonra gelecek iki kitabında da Salih Komiser ve ekibi devam edecek anladığım kadarı. İkinci kitap Hotel İstanbul hazırlık safhasında…

Ötekileştirdiğimiz trans bireyler hayatın içindeler, varlar ve yaşıyorlar, bu kabullenmemiz gereken bir şey,” diyor Hakan Güneri, “En çok sokaklarda bakılmaktan, farklı bir nazarla bakılmaktan rahatsızlar. Ben bunu günlük hayatın bir faşizmi olarak değerlendiriyorum. Bir sistem eleştirisi benimki. Kitapta aslında yüzleşmekten, bir orta sınıf ahlakından söz ediyorum. Bu ahlakın gündelik hayata yansımasından, bazen de ikiyüzlülüğünden. Yani başka bir açıdan ‘öteki’ye bakma, anlama, anlamaya çalışma denemesi.”

Hakan Güneri’nin duyduğu ya da okuduğu bir intihar (belki de cinayet!) olayından yola çıkarak, Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki gece hayatını, çocuklarından yosmalarına, eşcinsellerine, translardan ağalarına, kabadayılarına kadar yaşamlarını ve yapıştırılan yaftalarıyla hepsini anlama gayreti içinde müthiş bir gözlemle kaleme aldığı bir İstanbul masalı okunmak üzere sizleri bekliyor.

 

 

i Mona Kitap, Kasım 2021

ii Lezbiyen (Lesbian) + Biseksüel (Bisexual) + Homoseksüel (Gay) + Transseksüel/Travesti (Transsexual) + Ara cinsiyetli (Intersexual)

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl