Eleştirmenler Joker‘i nasıl kategorize edeceğini kestiremedi: (diğer Batman filmlerinde olduğu gibi) bu da sadece bir parça eğlencelik mi, patolojik şiddetin doğasına dair derinlemesine bir inceleme mi, yoksa kültürel teoriye dair bir alıştırma mı? Radikal solcu bakış açısıyla Michael Moore filmin kahramanın ortaya çıkış öyküsünü keşfetmesine, bankerlerin rolünü ele almasına, sağlık sisteminin çöküşüne ve zenginle fakir arasındaki uçuruma dikkat çekerek “sosyal eleştirinin oturaklı bir parçası ve Amerika’nın mevcut toplumsal arazlarının sonuçlarına dair mükemmel bir tablo” diye tarif etti. Bununla birlikte, Joker Amerika’nın bu yüzünü sadece resmetmekle kalmıyor aynı zamanda Moore’un zihninde “rahatsız edici bir soru” da ortaya çıkarıyordu: peki ya mülksüzleştirilenler bir gün karşı saldırıya geçmeye karar verirse?

Joker gösterime girmeden önce, her ne kadar böyle bir içeriği yoksa da medya ve FBI filmin “incel” (zorunlu bakirler çn.) şiddetini teşvik edebileceği konusunda uyarıda bulunmuştu. Moore’un ifade ettiği gibi, şiddet eylemlerinden ilham almak yerine izleyiciler ‘yeni bir arzuyla tanıştırıldıkları için filme teşekkür edecek – kendi kıçını kurtarmak için en yakın çıkışa koşmak yerine, kalıp mücadele etmek ve her gün avuçlarının içinde tuttukları şiddetsiz güce odaklamak arzusu.’

Ama işler gerçekten böyle mi yürüyor? Bahsettiği bu “yeni arzu”, Joker’in arzusu değil – anti-kahramanımız filmin sonunda güçsüzdür ve şiddetli taşkınlıkları sadece etkisiz öfke patlamalarından, basitçe güçsüzlüğünün ifadesinden ibarettir. Tezatlık şu ki ancak fiziksel şiddetten feragat ettiğinizde gerçekten şiddetli (mevcut sisteme tehdit teşkil etme anlamında) olursunuz. Bu, Joker’in eylemlerinin nafile olduğu anlamına gelmez -filmin kıssadan hissesi, kendimizi mevcut düzene ilişkin yanılsamalardan kurtarmamız için bu sıfır noktasından geçmemiz gerektiğidir.

Diğerlerinin yanı sıra, Joker’in karanlık dünyasına dalmak bizi, örneğin cinsel rıza gibi politik doğrucu yanılsama ve basitleştirmelerden sağaltır. Bu dünyada, cinsel ilişkilere rıza göstermenin cinselliği gerçekten rızaya dayalı kıldığı düşüncesini ciddiye alıyor olamazsınız. “Rıza söyleminin” kendisi büyük bir yalan. Cinselliğin karanlık, rahatsız edici, acımasız, zalimce, travmatik hükümdarlığına, düzgün ve düzenli, anlaşılır, eşitlikçi bir sosyal adalet dili adapte etmek naif bir çabadır. İnsanlar ne istediklerini bilmez, arzuladıkları şeyden rahatsız olur, nefret ettikleri şeyleri arzular, annesinden nefret eder ama onunla yatmak da ister, vesaire ve bu sonsuza dek böyle sürer. Annesinin hayatını tam da bu şekilde mahvettiğini düşündüğümüzde, “rızası vardı, bu yüzden sorun yoktu” iddiasına karşı Joker’in attığı vahşi kahkahaları hayal etmek güç değil.

Filmdeki Arthur’dan alıntı yaparsak: “Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı. Artık hiçbir şey beni incitemez. Hayatım komediden başka bir şey değil.” Bu sıfır noktası, bir zamanlar proleter bir pozisyon olarak adlandırılan, kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların deneyiminin günümüz versiyonudur. Trump’ın iktidar sahibi bir tür Joker olduğu fikri tam da burada sınıra varıyor: Trump kesinlikle bu sıfır noktasından geçmedi. Kendi tarzında müstehcen bir palyaço olabilir ama bir Joker figürü değil – Trump’la aynı kefeye konmak Joker için bir hakarettir.

Trump, hal ve tavrında müstehcen bir tip olsa da bu sayede ancak hukukun kendi zıtlığındaki müstehcenliği açığa çıkarıyor. Trump’ın kuralları nasıl da çiğnediğiyle övünmesinde intihara dair hiçbir şey yok, bu basitçe onun yozlaşmış elitler tarafından kuşatılmış sert bir adam olduğu ve Washington bataklığının gücünü yalnızca kural tanımaz biri kırabileceğinden, tüm ihlallerinin gerekli olduğu mesajının bir parçasıdır. Bu iyi planlanmış ve son derece rasyonel stratejiyi ölüm dürtüsü açısından okumak, başkan ülkesi için iyi işler yaparken kendileri bürokratik-hukuksal dırdır yapmakla meşgullermiş izlenimi vermenin önünü açarak gerçekten de intihar eylemi yapan sol-liberallerin bir diğer örneği.

Christopher Nolan’ın Kara Şövalyesi’nde Joker tek doğruluk timsaliydi: Gotham Şehrindeki terörist saldırılarının hedefi açıkça ortaya konmuştu. Batman maskesini çıkarıp gerçek kimliğini ortaya koyduğunda duracaklardır. Öyleyse, maskenin ardındaki gerçeği ifşa etmek isteyen Joker, bu ifşanın toplumsal düzeni tahrip edeceğine ikna mıdır? Kendisi maskesi olmayan bir adam değil, aksine tam olarak maskesiyle müstesna bir adam, maskesinin TA KENDİSİ bir adam – altında başka hiçbir şey, hiçbir “sıradan adam” yok. Nolan’ın Jokerinin geçmiş hikayesi ve açık bir motivasyonu yoktur: kendisini yönlendiren derin bir travmaya sahip olması gerektiği fikriyle alay ederek, farklı insanlara yaraları hakkında farklı hikayeler anlatır.

Joker, filmde “Beni gerçekten güldüren nedir biliyor musun?” dediği o özel anda Joker olur. “Eskiden hayatımın bir trajedi olduğunu düşünürdüm. Ama şimdi farkettim ki, bu sıçtığım tam bir komedi.” Bu davranışıyla Joker ahlaki olmayabilir ama etiktir. Arthur’un şunları söylediği anı tam olarak not etmeliyiz: annesinin başucunda dururken, yastığını alır ve onu ölümüne boğmak için kullanır. Peki ya annesi kimdir? “Bana her zaman gülümsememi ve mutlu bir ifade takınmamı söyler. Dünyaya neşe ve kahkaha saçmak için geldiğimi söyler.” Bu maternal süperegonun en saf hali değil de nedir? Tevekkeli değil, annesi oğlunu Arthur değil Mutlu diye çağırmaktadır. Annesinin gülme buyruğunu tam olarak içselleştirerek (ve onu öldürerek) onun boyunduruğundan kurtulur. Karakterin dürtüsel ve kontrol edilemeyen kahkaha patlamalarına olan temayülü paradoksaldır: Kelimenin tam anlamıyla (Lacan’ın icat ettiği terimle) extimate; hem mahrem hem dışsal. Arthur bunun kendi öznelliğinin çekirdeğini oluşturduğu konusunda ısrarcı: “Bana gülüşümün bir hastalık olduğunu, bende bir sorun olduğunu söylediğini hatırlıyor musun? Değil. Gerçek ben buyum.” Ancak bu gülüş, kendisinin ve kişiliğinin dışında, kontrol edemediği ve sonunda tamamen özdeşleştiği otomatikleşmiş bir kısmi nesne olarak tecrübe ettiği bir şey. Buradaki paradoks, bireyin anneye dönük arzusunun pençesinden kaçmasına olanak tanıyan Babanın Adı diye bilinen Ödipal hikayededir; Joker’de babalık işlevi hiçbir yerde görülmez, böylelikle özne annenin süperego buyruğuyla aşırı özdeşleşerek anneyi cebinden çıkarır hale gelir.

Filmin sonunda, Joker, siyasi bir programı olmayan, yalnızca olumsuzluk patlamasından ibaret yeni bir kabile reisidir -Murray’le konuşmasında Arthur, hareketinin politik olmadığında iki kez ısrar eder. Palyaço makyajına dikkat çeken Murray, ona şu soruyu sorar: “Senin suratın ne ayak? Yani, sen de protestoların bir parçası mısın?” Arthur cevap verir: “Hayır, onların hiçbirine inanmıyorum. Hiçbir şeye inanmıyorum. Sadece rolüm için iyi olacağını düşündüm.” Ve sonra tekrarlar: “Politik değilim. Sadece insanları güldürmeye çalışıyorum.”

Filmin evreninde militan kalmamıştır, bu artık yalnızca dümdüz bir küreselleşmiş şiddet ve yolsuzluk dünyasıdır. Yardım etkinlikleri, oldukları gibi tasvir edilir: Filmde bir rahibe Theresa figürü olsaydı, Wayne’in ayrıcalıklı zenginlerin insani yardım eğlencesi olarak düzenlediği yardım etkinliklerine katılıyor olurdu. Bununla birlikte, Joker isyanına olumlu bir alternatif çizmediği serzenişinden daha aptalca bir Joker eleştirisini hayal etmek güçtür. Sadece şu çizgi çerçevesinde çekilen bir film hayal edin: yoksulların, işsizlerin, sağlık güvencesi olmayanların, polis ve sokak çeteleri zorbalığı kurbanlarının vesaire, kamuoyunu harekete geçirmek üzere şiddet içermeyen protesto ve grevleri nasıl organize ettiklerine dair yüceltici bir hikaye -Martin Luther King’in ırksal olmayan yeni bir versiyonu. Joker’i izleyiciler için bu kadar çekici bir film kılan çılgın aşırılıklardan uzak, aşırı sıkıcı bir film olurdu.

Burada mevzunun püf noktasına varıyoruz: böylesi şiddetsiz eylem ve grevlerin iktidardakilere etkin bir baskı uygulamak için tek yol olduğu solcular için apaçık ortada olduğundan, biz burada politik mantık ve anlatısal yeterlik arasındaki basit boşlukla mı uğraşıyoruz? Açıkça söylemek gerekirse, Jokerinkiler gibi gaddarca patlamalar, etkili oldukları kadar zararlıdır ancak ilginç bir hikaye ortaya koyarlar. Benim hipotezim, Joker’in temsil ettiği kendini yok eden sıfır noktasından geçmeniz gerektiğidir -gerçek anlamda değil ama o noktayı bir tehdit, bir ihtimal olarak deneyimlemeniz gerekir. Ancak bu sayede mevcut sistemin koordinatlarından kurtulabilir ve gerçekten yeni bir şey tasavvur edebilirsiniz.

Doğu Avrupa Komünizminin yıkılışı üzerine yorumunda Habermas, mevcut liberal-demokrasinin mümkün olan en iyi yol olduğunu ve daha adil falan filan olması için çabalamaya devam ederken temel kurumlarını tehdit etmememiz gerektiğini sessizce kabullenerek en alasından bir sol Fukuyamacı olduğunu kanıtlamıştı. Tam da pek çok solcunun Doğu Avrupa’daki anti-komünist protestoların büyük eksikliği olarak gördüğü şeyi bu yüzden kucaklıyordu: kendi ifadesiyle – bu protestoların Komünizm sonrası geleceğin herhangi bir yeni vizyonuyla motive edilmemiş olması gerçeği ve orta ve doğu Avrupa devrimleri yine kendi tanımıyla ‘normalleşme’ ya da ‘ucundan tutma’ devrimleriydi: amaçları, orta ve doğu Avrupa toplumlarının, Batı Avrupalıların zaten sahip oldukları şeyleri kazanmalarını, diğer bir deyişle Batı normalliğine yeniden katılmalarını sağlamaktı. Bununla birlikte, dünyanın farklı bölgelerinde devam eden protestolar dalgası bu çerçeveyi sorgulama eğilimindedir – ve bu yüzden ‘joker’ gibi figürler onlara eşlik eder.

Bir hareket mevcut düzenin temellerini, kurumlarını sorguladığında şiddetli aşırılıklar olmadan sadece barışçıl protestolar yapmak neredeyse imkansızdır. Joker’in zarafeti, filmin öyküsünde kendini yok etme güdüsünden özgürleştirici bir siyasi proje için ‘yeni bir arzuya’ geçişin göze sokulmamasında yatıyor: biz izleyicilerden bu boşluğu doldurmamız isteniyor.

 

* Makale orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://spectator.us/dont-insult-joker-comparing-trump

Independent Türkçe için çeviren: Sena Çenkoğlu