Ana Sayfa Kritik Türk Kültür Dünyasının Sureti Haktan Aydınları: Alev Alatlı

Türk Kültür Dünyasının Sureti Haktan Aydınları: Alev Alatlı

Türk Kültür Dünyasının Sureti Haktan Aydınları: Alev Alatlı


     AKP önderliğindeki İslamcı camia, iktidarının ilk yıllarında -özellikle 2010 öncesi- “sureti haktan görünmek” ifadesini sık sık kullanırdı. Sağ kesimden olan, mütedeyyin bir karaktere sahip ancak kendilerini desteklemekten uzak gruplar, yeni milli görüşçü kesim için sureti haktan görünenler idi. Tehlikeliydiler çünkü söylem ve dünya görüşleriyle AKP’nin doğrudan hedeflediği kitleyi ikna etme gücüne sahiplerdi. AKP’nin tek başına doldurmak istediği sağ, mütedeyyin, mukaddesatçı sahayı bir başka özne olarak işgal ediyorlardı. İşte AKP’nin kalemleri ve siyasileri de hedef kitlesini bu gruplardan uzaklaştırırken bu veciz sözü, ‘sureti haktan görünüyor’ ifadesini sık sık kullanıyorlardı.

     Sureti haktan görünmek, TDK’nın deyimler ve atasözleri sözlüğüne göre kendisini iyi niyetliymiş gibi göstermek anlamına geliyor. Belki bu ifadeyi bir miktar daha açmak gerekebilir: Sureti haktan görünmek esasen iyi niyet göstergesinin yanında teorik açıdan ve görünüş itibariyle belirli bir gruba, bakış açısına dâhil olup; pratikte onun referans noktalarına atıfta bulunmayan, bambaşka bir düzlemde faaliyet gösteren kişinin davranış örüntülerini ifade eder.

  Son yıllarda Türk kültür dünyasında entelektüeller arasında sureti haktan görünenlere verilebilecek en açık örnek herhalde Alev Alatlı Hanımefendi’dir. Sureti haktan göründüğü için de üzerinde konuşmaya değer bir isimdir. 

     Alev Hanım, İstiklâl Savaşı gazisi Ahmet Seyfettin Efendi’nin oğlu Kurmay Albay Ertuğrul Alatlı ve Füruzan Alatlı’nın kızı. Annesinin amcası, kültür tarihimizde tiyatro eserleriyle yerini almış bir yazar: Musaipzade Celal Bey. Alev Hanım liseyi Tokyo’da Japon-Amerikan Lisesi’nde okumuş. Ardından ODTÜ’de ekonomi-istatistik üzerine lisansını tamamlayıp Fulbright bursu ile ABD’de Vanderbilt Üniversitesi ve Dartmouth Kolej’de felsefe ve ilahiyat öğrenimi görmüş ve doktorasını da felsefe dalında vermiş bir isim. Eğitiminin ardından Maine’de ve Caan Kolej’de öğretim üyeliği, Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzmanlık görevlerinde bulunmuş. 1985’ten beri zamanını tamamen yazılarına ayıran Alev Alatlı ulusal ve uluslararası birçok ödülün de sahibi. İşte tüm bu özellikleri ve yanı sıra George Orwell gibi, dönemlik politikacıların üstünde bir yazara, bir siyasetçiyi alkışlatması ile Alev Hanım ülkemizin entelektüel dünyasının sureti haktan görünenleri grubuna dâhil oluyor.

     Elbette Alev Hanım Türk entelijansiyasının sureti haktan görünenleri cemiyetinde yalnız başına bîçare bir üye değil. Ülkemizde özellikle ‘yetmez ama evet’ kampanyası gibi bir facia ile kıymetli görünen tedrisatlarının pek de salih olmadığını gösteren ancak rıza yaratmak gibi bir görevi üstlenen birçok ‘aydınımızdan’ biri kendileri. Alev Hanım, Orwell ve Defoe’yi AKP üyesi yapmasının yanı sıra 5 Ağustos 2019 günü de bir televizyon programında söyledikleriyle bir kez daha kıymetli tedrisatlarının işlevsizliğini gözler önüne serdi ve oldukça konuşuldu. Ben de naçizane, sureti haktan görünen aydınımızın önermelerini birkaç yönüyle bu yazıda incelemek istiyorum.

     Alev Hanım, kapitalizmin bir sonucu olarak doğan ve evimizi kemirmekte olan bir hastalıktan, küresel iklim felaketinden söz açarak dünyanın bir çıkmazda olduğunu, kriz yaşadığını ifade ediyor. Bu noktada küresel çaresizliğin sebebi olarak da tüm dünyanın rol modelini kaybetmiş olmasını gösteriyor. Geçmişte ABD ve Sovyetler arasındaki soğuk savaş tüm dünyaya bulundukları cepheye göre bir rol model sağlarken bugün bu rol modelin yitirildiğini söylüyor. Çözüm olarak ise Türk-İslam sentezinin tüm dünyada bu eksikliği kapatabilecek yegâne dünya görüşü olduğu fikrini öne sürüyor. Bununla da kalmıyor iddiasının bir gereklilikten ziyade zorunluluk olduğunu düşünerek bir gün mutlaka gerçekleşeceğine de iman etmiş görünüyor. Televizyon programının pek değerli moderatörünün sormadığı soruyu biz soralım: Türk-İslam sentezi, ve hatta alanı genişleterek söyleyelim Türkiye Cumhuriyeti, tüm dünyaya hangi yönüyle, hangi kabiliyetiyle, hangi felsefî, kültürel ve sanatsal değeri ile rol model olacak? Kültürel bir yeniden üretim sağlayamayan, bunu sağlayamadığı gibi mevcut kültürel öğelerini dahi koruyamayan bir topluluk başkalarına örnek olabilir mi? Küresel iklim krizi yaşayan dünya, İstanbul gibi bir şehri mahvetmiş olan, kendi ülkesinin doğasını katleden Türk-İslam sentezini neden örnek alacak mesela? Pratik manada okur-yazarlığın bu denli düşük olduğu bir toplumun kültürü nasıl olacak da dünya gençliğine ilham kaynağı olabilecek? Hangi edebiyatla, hangi sinemayla, hangi tiyatro oyunu ve hangi müziğiyle bunu başaracak? En önemlisi de birkaç cümle önce değindiğim gibi kendi kültürel öğelerini yeniden üretemeyen bir toplum rol modelliğe soyunduğunda gülünç olmayacak mı? Oysa Alev Hanım’ın program boyunca neredeyse küfrettiği Batı medeniyeti kendi yeniden üretim gücü sayesinde tüm dünyaya rol model olmuştu. Örneğin kilise müziklerini alıp senfoni orkestralarıyla, operalarıyla, müzisyenleriyle beslediği ve yeniden ürettiği için bugün tüm dünyada klasik Batı müziğinin rafine zevkinden bahsedebiliyoruz. Bizim pek sevgili muhafazakârlarımız klasik Türk müziği konusunda böyle bir yeniden üretim çalışması yapıyorlar mı? Örneğin Türk-İslam sentezi Türk klasik müziğini orkestralar kurup zenginleştirebiliyor, gençlerin ilgisine sunabiliyor mu? Cevabımız hayır ise nasıl olacak da rol modelini kaybetmiş dünyaya örnek olacağız? İman dolu göğüslerimizle mi? Pek sanmıyorum. 

     Alev Hanım Türk-İslam sentezinin hiçbir değer üretmeden, yerel değerlere yeni ve çağdaş anlamlar katmadan, yabancı herkese ve her şeye küfrederek bir rol model olabileceğini düşünüyor. O bizim kadar karamsar değil. Çünkü zaten bu rol modellik için bizzat bu entelektüel seviyenin olmaması gerektiğine inanıyor. Bizler cahiliz ve cahil olmadığımız için yozlaşmadık, diyor. İngilizleri beş yüz elli yıldır aynı yazarı okumakla suçlarken de herhalde Orwell ve Defoe’yi Erdoğan’ı alkışlattığı yerde unutuyor, ne acı…

     Elbette Alev Hanım, sureti haktan görünmenin entelektüel maskesi altında geçmişe saldırmayı da es geçmiyor. Bir Nev-Yunanîlik akımından bahsediyor ki içlerinde Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, Hasan Ali Yücel’in olduğundan söz açarak kendilerinden utançla bahsediyor. Gerçekten de Yunan medeniyetine vurguyla bir dönemin tarihsel kimliği inşa edilmeye çalışılmıştır ve bence hala haklılığını da koruyan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın öncüleri de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun yanında, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Mehmet Başaran ve hatta yer yer Nazım Hikmet gibi isimlerdir. Yaklaşımın özü de Akdeniz merkezli bir medeniyetin üyesi hatta kurucusu olma iddiasıdır. Örneğin Cevat Şakir, Akdeniz’i bir kıta olarak addeder. Bu yaklaşımda Homeros’un, Tales’in, Anaksimandros’un, Heredot’un Anadolu kökenleri ön plana çıkarılır. Tarihte bilimin bu topraklarda başladığı, İlyada gibi dünya edebiyatının kurucu eserlerinden belki de en önemlisinin bu topraklarda söylendiği ve üstelik konusunun da bu topraklarda geçmesi anlatılır. Çanakkale şehrinin Roma İmparatorluğu’nun kuruluşundaki rolüne yer verilir. Coğrafî bir referansla, Alev Hanım’ın illüzyonlarının aksine, olgusal olarak, gerçekten de dünyaya rol model olmuş Batı dünyasının kökeni olan Yunan medeniyetinin mirası sahiplenilir. Felsefeci Ahmet Arslan’ın bugün artık medeniyet deyince anlaşılanın Yunan medeniyeti olduğu yorumu düşünüldüğünde bu sahiplenmenin önemi daha açık bir şekilde ortaya çıkar. Alev Hanım’ın saldırdığı isimler kendisi gibi bir hamasetin peşinde koşmaktansa, coğrafî ve kültürel değerleri reddetmek yerine bu mirasları sahiplenerek bir kültür kurmayı hedeflemiş ve böylece hem Doğu’nun hem de Batı’nın tüm malzemelerini eritebilecekleri bir kazan inşa etmişlerdir. “Jeopolitik konumumuzun güzelliğinin” imkan verdiği bu yaklaşım zamanla ne yazıktır ki Alev Hanım’ın arkadaşları tarafından reddedilmiş ve yerine Türk-İslam sentezi ikame edilmiştir. 

     Merak edenler ilgili televizyon programının kaydını izleyerek Alev Hanım’ın kıymeti ancak kendinden menkul diğer açıklamalarını dinleyebilirler. Uzun uzun değinmeye lüzum görmüyorum. Ancak sureti haktan görünen bir ‘aydın’ olarak Alev Alatlı’yı üzerine konuşmaya ve yazmaya değer buluyorum. Ne yazık ki Alev Hanım Türk kültür dünyasının bu sureti haktan görünenlerinin klasik metodunu uygulamakta oldukça mahir görünüyor. Bu metodu kullanan aydınlarımız bir sorunun tespiti için tüm entelektüel birikim ve bakış açılarını kullanarak, zekice bir teşhis koyup güven kazandıktan sonra çözüm olarak tam anlamıyla bir kahvehane önerisi sunuyor ve hamasette kayboluyorlar. Tıpkı Alev Hanım’ın dünyanın rol modelini kaybettiği tespitinin yerindeliğinin yanında çözüm olarak Türk-İslam sentezi gibi kendine dahi hayrı dokunmamış bir ideolojinin örnek olacağını iddia etmesi gibi. Entelektüel rıza üreticilerinin akılcı tespitlerini her zaman hamasî bir çözüm önerisi izliyor. Son olarak Alev Hanım’a sormak lazım: Entelektüel maskenizin altından sunduğunuz hamasî hayallerinizi ve aydın tahtınızdan övdüğünüz cehaleti bu sureti haktanlıkla bir tür “aydın despotizmi” olarak görüyor musunuz?

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl