Ana Sayfa Kritik TÜRK ŞİİRİNDE KANON ALGISI VE ELEŞTİRİ

TÜRK ŞİİRİNDE KANON ALGISI VE ELEŞTİRİ

TÜRK ŞİİRİNDE KANON ALGISI VE ELEŞTİRİ

Okurları kanonla tanıştırmanın denenmiş üç yolu vardır. Birinci yol, klasik olduğu kesinleşmiş bir kitap okutup sonra bir başkasına geçmelerini sağlamaktır; daha sonra daha bir başkasına. İkinci yol, kanonun süregelen kalıcı sorunlarından biri üstünde dikkatlerini odaklaştırmak ve bu sorun hakkında çeşitli eleştirmenlerin neler söylediklerini karşılaştırmalarını istemek; daha sonra da aynı şeyi öteki sorunlar için yinelemektir. Üçüncü yol, onlara eleştiri tarihi okutmaktır. Böylece ortaya çıkışlarının tarih dizimine göre gerek sorunlar, gerekse eleştirmenlerin yapıtlarıyla karşılaşacaklardır.

Divan ve Halk şiirinden İkinci Yeni’ye kadar klasik ve kanonun aralarında kesin bir ayrılık ortaya çıkmamıştır. Hatta dilin alışılmış kalıplarını yıkmak, sözdizimini zorlamak, değiştirmek ya da bozmak ile kastedilen de klasiktir. Oldukça geç gelen bu ayrım, kısmen söz etmekte olduğum kanonun özü ile eleştiri yöntemlerinin incelenmesi ayrımının bir yansımasıdır.

Modern yaşamın birçok alanında olduğu gibi şiirde de azgın egolara özgü erk istençlerinin at koşturduğu günümüzde, kanon oluşturmanın veya kanonları yaşamanın ölçüsü, belki de yaşamın işlenmemiş düz yazısının ne çok yakınında durarak ne de fazla uzağına çekilerek yakalanabiliyor. Sanırım istikrarsızlığın bazı sonuçlarının kötüye değil, iyiye çalıştığını vurgulamak gerekir.

Örneğin, eleştiriye olan derin inancın kayboluşu hemen hemen tüm eleştiri biçimlerine karşı olumlu bir kuşkuculuk doğuran kanonun hızlı büyümesiyle bir arada gelmiştir. Buradan dolaysız olarak liberal görüşlerin özgürlük, hoşgörü, eşitlik fikirlerinin çıkışına varılır. Bu da bana son derece değerli görünüyor. Bu ölçü, sözgelimi şair insanın insan olarak içinde var olduğu, varlığa açılışının vesile olduğu açık ve temiz alanda, o kayranda kendini hissettirdiğinde ancak o zaman şeylerde uyuklayan ezgiyi uyandıran bir şairliğin terennüm ettiği ‘hakiki şiir’den de söz edebilmek mümkün görünüyor.

Soru şu: bu yeni koşullar altında şiir mümkünse bu koşulların şiiri ne? Makineleşmenin, otomasyonun şiiri mi? O listelerde mecburiyet altında kalındığında yahut piyasada kolun büküldüğünde, en azından kanonun ayakta kalması için kavga verildiğinde, o duruma boyun eğmek mi, yoksa onun dışında taviz vermemek şeklinde tezahür edip ortaya çıkan göreli özgürlük alanı mı? Özgürlüğün reçetesi yok bir kere, biliyoruz, her özgürlük bir faturayla gelir. Yani siz diyebilirsiniz ki ben sizin elinize oynamıyorum bayım; derginiz olabilir ama derginiz var diye bana aykırı geleni yazmam diyebilir, direnebilirsiniz. O da öyleyse ben de sizi yayımlamıyorum, zaten yayımlatacak olan sürüsünce var, onlar yayımlatır der, geçebilir. Mesele yalnızca bununla kalsa iyidir. Yaşamın işlenmemiş düz yazısının ne fazla yakınına düşmeden ne fazla uzağında kalmaksızın listelediğiniz yapıtlar bir yere düştüğünde, o yerde ve çevresinde yaşayanları acaba ne kadar ve hangi yönlerde etkileyecektir? Aslında bilmediğiniz bir şeyi söylemiyorum; bu bütün şairlerin çıraklığından beri bildiği, hissettiğiniz bir olay, sadece bir hatırlatmada bulunuyorum. Bu hatırlatmayı kendimize yapabildiğimiz ölçüde klasikliğimizi bir biçimde idame ettiririz, diye düşünürüm.

Ama örneğin şu vurgu çok önemli: eğer ben zamanla ebediyete kadar kalacak şeyler bırakarak ölümlülüğün üstesinden gelmek tasası mı, yoksa yukarıdaki gibi benzer karşıtlıkların ve şablonların kapanına düşmeksizin kendi açıklığı, kendi özgürlüğü içinde en güzelini, en uygununu kendi listesiyle yaratma çabasına girmek mi olmalıdır derdimiz? Dikkat ederseniz Ece Ayhan’ın döneminde kelime ustaları hep kendilerinin kelime ederek bir tür kanon inşa ettiklerinden dem vururlar sıklıkla. O zaman Türk şiirinde bir kanondan söz edemiyorsak Kınar Hanımın Denizleri’ne bir klasiktir, diyebilir miyiz?

Bakınız bu bugün bile hâlâ ölmemiş bir şey çoğu şairin yüreğinde. Bir şair, ben yaşamın şiirini şu yapıtlarımla yazıyorum, diyebilir elbette. Ama buradaki ‘ben’, modern anlamda kullandığımız kanon kavramını bilmeden gerçekleştirmektedir bunu. Ortaya yer yer hayranlık uyandırıcı şeyler çıkıyor kalburüstü örneklerde. Bunun siyasî iktidarla olan ilişkisini, dahası şairin iktidar kurmasıyla ilişkisini, Türk şiirinde henüz doğru dürüst tartışmıyoruz.

Buna karşın iktidara ilişkin tonla yüzeysel laf salatası okuyup dinliyoruz. Bu genellikleri irdelemeden felsefe yapmaya öykünen, bazı yapıtlarından dolayı ya da başka yollarla bir biçimde tanınmış şairler de bu duruma bilmeden ya da bilerek katkıda bulunabiliyor. Dürüstçe konuşursak şairlik bence çok önemli bir sanat dalı; onun da ötesinde gönül koyan için ciddî bir uğraş, bir yaşam tarzı. Yaşamasını bilen için belki de fikirlerle yaşamanın en yüce ve en doyurucu örneklerinden birisi.

Başta Nâzım usta beni affetsin, büyük yapıtlar yaratmış şairlerin yaptıklarına saygım elbet var ama saygı kişileri devleştirip önünde ezilmekten geçmiyor. Eğer bir şair de birkaç yapıtla ilgili kutsal ve hatta ulvî olduğunu düşündüğü bir liste yapıyor ve giderek gerçekleştiriyorsa o şairde kanon algısını uyandıran bir duyarlılık var diyebiliriz. Neyi ortaya koyduğu ve ortaya konulanın bizde uyandırdığıdır önemli olan; kendisinin yaptıklarını klasik şiir ya da bir başka anlayış adına meşrulaştırması değil.

Ama bir şair bir keresinde bunu gerçekleştirdi diye her zaman ve birkaç yapıtla aynı başarının altına imza atamaz değil mi? Onu da hiçbir insandan bekleyemeyiz herhâlde. Kanon, ne salt bir soyutlama ve nesne ne de sadece somut ve fiziksel bir şeydir. Bütün boyutları ve biçimleriyle hem kavram hem de gerçekliktir, yani toplumsaldır. Bu yüzden ilişkiler ve biçimler bütünüdür. Yine cansız, sabit, durağan değil; canlı, değişken ve akışkandır. Kanon, hızlı ve devinimli yaratıcı fikirlerin kaydedilmesi için bir dış bellek oluşturur. Bir yandan yeni fikirlerin oluşumunda etkilidir, bir yandan da bu fikirlerin kaydedilmesini sağlar. Bu iki işlev, birbirinden bağımsız gelişen süreçler olmak yerine birbirlerini tamamlar ve destekler. Böyle yapmakla aslında nesnel bir gerçeklik alanını yadsımış olur ve öznel okur bilincinin gerçekliğin tek kanonu olduğunu da savlar. Gerçekliğe varmanın yolu basit ve dolayımsız okur deneyimine dönmektir, bunun gerçekleşeceği yapıt ise klasiktir.

Kanon algısı konusuyla ilgilenen eleştirmenler, kanon algısının çeşitliliğiyle ilgili uluslararası literatürün 1959-1960’lı yıllarda Türk şiirinde çeşitli biçimlerde yayılması ve benimsenmesi ile özellikle İkinci Yeni çerçevesinde kanona ilişkin özgün eleştirel açılımlar sunmuşlardır.

Bu açılımlar, geleneksel ölçekteki şiiri değiştirdiği gibi deneyselliğin sınırlı çerçevesi içinde (şiir yazı dilinden değil, konuşma dilinden geldiği için) kanon, yayınevleri, internet siteleri, editörler, eleştirmenler, şiir ödülleri, şiir festivalleri, kitabevleri, kütüphaneler ve dergilerden başlayıp giderek çok katmanlı sözcük/dize çalışmalarına doğru zenginleşen bir yelpazedeki yeni çalışmaların oluşmasını ve çeşitlenmesini tetiklemiştir.

Özellikle Türk şiirinin kendini tariflemeye, zenginleştirmeye ve özel uzmanlaşma alanlarını kurmaya başladığı bir dönemde, yani 1990’lı yılların kaotik şiirini düşünürsek kanon algısının konumunu irdelemek, bu makalenin ana eksenini oluşturdu.

Bu dönemin ele alınmasının önemi, Türk şiirinin eleştiri kaygısının arttığı yıllara denk gelmesindedir. Bu yolla Türk şiiri içindeki kanon algısının da çeşitlendiği ve kendini edebî eleştiri yardımı ile tanımlamaya başladığı söylenebilir. Bu bağlamda bütüncül bir bakışı barındıran kanon algısının etkilerinin Türk şiirindeki izlerini sürmek olasıdır. Türk şiirinin eleştirisi çabasından kasıt, tam da sözü edilen bu birikimin oluşmasıdır. Bu çaba, birikimi zenginleştirmiş şiir çalışmalarını kapsayan Türk şiirindeki şairlerin, içinde bulundukları ortama yaptıkları etkiye işaret eder.

Bu çaba, etkisini 2000’li yılların başında da sürdürüyor. Metin içinde, Türk şiirinin kendini eleştiri olgusu ile yeniden kurguladığı bir dönemin arka planı irdelenmeye çalışılacak ve Türk şiiri içinde mütevazı bir kesiti, kanon algısı çerçevesi yardımı ile yeniden kurmaya girişilecektir.

Kanon algısı kavramı ve eleştiri çabası, elbette tarihsel olarak incelenmeyecek ama bu kavram ve çabanın tarihin bu bereketli kesitindeki önemi, etki alanı ve sınırları Türk şiiri kapsamında yeniden ele alınıp farklı bir bağlamda bir araya getirilecektir. Özetlemek gerekirse 1980’ler olarak genelleyebileceğimiz ancak kökü 1950’lere ve 1960’lara dayanan zaman aralığı, Türk şiiri ortamında eleştirinin ön plana çıktığı dönem olarak göze çarpar. Tüm bu gelişmeler ve eleştirel bağlamlar, Türk şiirinde eleştirinin önünü açan ve akılcılığın zeminini kuvvetlendiren etmenler olarak ortaya çıkmıştır.

Aynı zamanda Türk şiirinin uluslararası şiirle kurulan bağlarla zenginleşmesine, ulusal ölçekte çalışmaların ortaya çıkmasına ve dolayısı ile kanon temelli açılımların da çeşitlenmesine olanak sağlamıştır. Özellikle eleştirmenlerin taşıdıkları yeniliklerin Türk şiirine yerleşmesinin etkileri, yayınlarda takip edilebilir. Dergiler, kitaplar, tartışma ortamları, şiirin ve özellikle kanonun daha eleştirel yöntemlerle kavranmasına zemin oluşturur.

Bu kısa bağlam aktarımından sonra Türk şiirinde kanon algısında zenginleşmenin farklı ölçeklerdeki durumuna daha ayrıntılı göz atmak gerekir. Burada ‘dergilerin içi çalışmalar ve dergilerin dışı uygulamalar’ ayrımı yapılabilir. Bu noktada yapılabilecek liste ve kanon kavramsallaştırmaları ayrımı, bu yazının kapsamına girmemektedir. Zira bu zengin konuya ilişkin aktarılacaklar ve tartışmalar, başka bir araştırmanın konusu olabilecek kadar geniştir. Bu yazıda, sadece eleştirel yöntemlerin çeşitliliğine de dayanan kanon kavramsallaştırılmasına değinilecektir.

Türk şiirinde seçilmiş yapıtlardan oluşan liste ile desteklenen eleştiri çabası ve kanon algısındaki farklılaşma, şairin belleğindeki imgeye ve algıya özel bütün nitelikleri taşıyan görsel imgeyi ekler. Gördüğümüz diğer bütün somut nesneler kadar somuttur bu imge. Muğlâk bırakıldığında dâhi bu muğlâklığı arzu edilen bir kesinlikle yapar. Bellekteki imgeler, belleğin iradesine bağlı olarak sadece geçiciyken görsel imgeler nesnel olarak var olmaya devam eder. Kanon tekil değildir, değişkendir ve liste sürecinin gelip geçici bir anına denk düşüyor olsa da bu süreci listecinin neler yaptığını rahatça görebilmesi ve ne yöne gidilmesi gerektiğini düşünebilmesini sağlamak için duraksatır. Eleştirinin liste sürecinde öngörülen bir kanonun, kanonlar dizisinin algılanmasındaki ve kurgulanmasındaki önemi pek çok çalışma tarafından vurgulanmıştır. Örneğin, çağdaş Türk şiirini başlatan şairler olarak Nedim, Şeyh Gâlib, Ahmet Haşim’i anmadan geçmek olmaz. Ancak şiire de yeni değerlerin yaşayabildiği bir kanon gözüyle bakıyorsak şiirin birçok eleştirmenin yaptığının tersine, sadece var olan toplumun bir eleştirisi olduğunu düşünmüyor olmamız gerekir. Özgün şiirin hepsini bu içsel yönde işlevli sayarım.

Gerçek şiir, bir yandan var olan topluma yönelmiş bir suçlamadır ama diğer yandan da özgürleşmeye söz vermiş durumdadır. Bu soruyu yanıtlamak çok güçtür. Şairin bakış açısıyla, şairin izlekleriyle olan ilişkileri arasında belirgin farklar vardır. Bir şairin izlekleriyle ilişkisi, şairin ahlakî tutumu hakkında çok şey açıklar ve İkinci Yeni şairleriyle bizim aramızdaki bu teknik farklılık bir değişimdir ama çözümlemesi güçtür.

Genel olarak biçem şiirlerimiz daha alaycı ama kendine güvenleri daha az. Biz daha sıkılganız, doğal ya da saf görünmekten korkarız. Şair ve şairlerin bilinci aracılığıyla anlatılan izlek, şairin bilinciyle çok daha dar bir ilişki içindedir. Şairin doğrudan yargılaması ya da yetkeli bir zekâ gibi dışarıdan betimlemeler yapması, genellikle söz konusu değil. Bu anlamda günümüz şiirinde, İkinci Yeni şairi gibi yazmak edebî bir biçem gibi görünür ve bazen de kullanılır.

Daha önce söylediğim gibi şiirin iyi ve kötü arasındaki kanona ilişkin olduğunu düşünüyorum. Ancak bu manevî atmosferi farklı olan ve sunulan şairlerin genellikle şöyle böyle şairler olduğu çağdaş Türk şiirinde açıkça görülmez. Pek çok şey şiirin değişmesine yol açar ve klasizm konusunda kendisinin bilincinde olma ya da kendini bulma, bir nedenden çok bir belirti olabilir.

2000’li yıllar şiirinde meydana gelen belki de en önemli şey örgütlü kanonun ortadan kalkması ya da zayıflamasıdır. İkinci Yeni şairleri, kanonu veri olarak kabul ediyorlardı. Toplumsal hiyerarşinin ve kanonsal inançların yitirilişi, yapıtları daha geçici kılarken okurun psikanalize ilgisinin artışı, çeşitli açılardan kanonu daha karmaşık yapıyor.

Bütün bu değişimler öylesine göze çarpıcı, öylesine meydan okuyucudur ki bizim, bizden öncekilerden daha iyi olmamız gerektiği sanılır ama onlardan daha iyi değiliz! Dilin kendisinin de kutsal bir araç olduğunu ve dilin hemen hemen her kullanımının değerlerle yüklü olduğunu unutmamak önemlidir. Kutsal açıyla hemen her zaman ilgili oluşumuzun bir nedeni budur. Klasik ve kanon, kutsallığın içinde erimiştir. Eğer bu odayı anlatmaya kalksak anlatımımız her türlü değeri içerecektir.

Değerler yapay olarak büyük güçlükle ve yalnızca eleştirel amaçlarla dilden çıkarılabilir. Böylece şair, yazdığı her türlü şiirde değerlerini açığa vurur. Konusu insanoğlunun davranışı olduğu sürece şair, özellikle kutsal yargılara varmak durumundadır. Daha önce şiir yapıtının aynı zamanda taklitçi ve biçimsel olduğunu söyledim. Bu iki gereklilik, zaman zaman çelişir. Şiirde bu çelişki, imgeyle şiirin izleksel kurgusu arasında da bir mücadele biçiminde ortaya çıkabilir.

Bir şair, imgelerini şiirin kurgusuna mı yoksa kendi yargıları ve izleğe göre mi sınırlandırıp zorlar? Ya da kenara çekilip imgelerinin kendinden ve birbirlerinden bağımsız olarak izleğe, herhangi bir genel sıradan özelliğe bağlı kalmaksızın gelişmelerine izin mi verir? Şair, özellikle imgelerinin ahlakî onay ya da onaylamamalarını nasıl gösterir? Bunu bilinçli ya da bilinçsiz yapmak zorundadır. İyi dizenin nasıl hakkını veriyor, onu nasıl sunuyor ya da onun varlığını nasıl anlatıyor?

Şairin kutsal yargıları, okuyucunun içine çektiği havadır. Burada okur, kör fantazya ile hayal gücü arasındaki farkı açıkça görür. Kötü şair, kişisel korku ve kuşkularına yenilip kimi imgelerini yüceltirken kimilerini küçültür. Bunu, her türlü gerçek ve adalet kaygısını bir yana bırakarak uygun bir estetik açıklama olmaksızın yapar.

Burada gerçek fikrinin edebiyatın değerlendirmesine nasıl girdiği açıktır. İyi şair, adil ve zeki bir yargıçtır. Kitabında şu ya da bu tür bir çabayla imgeleri nasıl yerleştirdiğini haklı çıkarır. Duygusallık gibi edebî bir kusur, çabaya dayanmayan idealleştirmeden kaynaklanır. Bu çaba, çeşitli biçimlerde olabilir. İmgeleri yerleştirmenin ya da imgelerin izlek ve fikirle ilişkilerinin çok değişik yöntemlerle sergilenmesi iyi şiiri yaratabilir.

Eleştiri, daha çok bunun nasıl yapıldığının tekniği ile ilgilidir. İyi bir şair, biçimle imgeleri uyumlu bir şekilde bir araya getirebilir ve böylelikle imgelerin özgürce hareket edebilecekleri bir kanon yaratırken aynı zamanda şiirin amacına hizmet eder. İyi bir şiir kitabı, okura sanki büyük bir aynalı salona davet edilmiş gibi bir uzam duygusu verir.

Son çözümlemede söylediklerim, hayal gücüne dayanan bir şiirin, hayal gücüne dayanmasına rağmen olayları bir tür olduğu gibi kabul etmesi ve hatta olaylara içinde bulundukları kanon nedeniyle saygı göstermesi gerektiği anlamına mı geliyor? Şairler, şu ya da bu anlamda çoğu kez devrimcidirler.

Ancak iyi şairin bir kanon algısına sahip olması, şeylerin nasıl olduğunu ve neden böyle olduğunu anlayabilmesi gerektiğine inanıyorum. Kuşkusuz ‘kanon’ terimi, felsefede muğlâklık gibi kötü bir üne sahiptir. Ben bunu, ciddî şair hem dünyaya bakmasını bilir hem de görülebilecek şeylerin çoğunu görmeyi başarabilir, anlamında kullandım. İyi şair, bencil kuruntunun okurlardan gizlediği mucizeleri görür.

Ancak şairin gördüğü şey değişik, özel, metafizik olarak ayrı, hayalî bir ülke değildir. Şair, kişiliğinin büyük bir bölümünü şiirinin emrine verir ve bir sağduyu evreninde çalışır; normal olarak bunu kabul eder. Şiir, doğal olarak iletişimdir (bu apaçık kanonu reddetme girişimini yalnızca sapık bir hüner göze alabilir) ve bu kanona saygılı her eleştirmenin yapması gerektiği gibi en uzaktaki kanonu, en yakındaki ile birleştirmeyi gerektirir. Bu, eleştirmenin ayrıca dikkat etmesi gereken bir şeydir.

Soyut şiir ne zaman kötü şiirdir, ne zaman şiir bile değildir? Soyut şiir, yalnızca bilerek yapılan bir fantazya ya da kışkırtma değildir; uzamın ve sözcüklerin doğasıyla ilişkilidir. Soyut şiir yazan şair, sözcüklerinin nesnelerin yüzeylerinden alındığı bir kanonda yaşar, dizelerinin de böyle bir kanonda okunabileceğini bilir ve bu bilinç onun sorununun bir parçasıdır. Estetik görüşle sıradan kanon arasındaki böylesi sürtüşmeler, son derece ince ve güç yargılara yol açabilir.

Şiir, şairin yaşama biçimiyle ilgilidir. Kimi eleştirmenler, okura benliğin sürekli olmadığını söyler ve kimi şairler bu düşünceyi geliştirir. Oysa şiir ve kanon, benliğin sürekli olduğuna inanmak için yeterli nedenin bulunduğu bir dünyada yer alır. Kuşkusuz bu kanoncu şiir için bir savunma çağrısı değildir. Söylenmek istenen şairin kanonun istemlerinden kaçınamayacağıdır ve şiirinde kanonu nasıl anlayacağı sorununun şiirin en önemli sorunu olduğudur.

Kanonun bu kabulünün bir tür tutuculuk anlamına geldiğini düşünüyor musunuz? Demek istediğim şeylerin ve insanların, bir tür oldukları gibi kabul edilmeleridir. Bu ise hem yoğun çıkarlarla hem de sevgi ile bağıntılıdır. Hiç değilse okurlar için ‘tutucu’dan daha uygun bir sözcük ‘hoşgörülü’ olabilir. Bütün iyi şairlerin şiirlerinde hoşgörülü olduklarını söylemek isterim ama belki buna kanıt gösterilmez.

İlhan Berk, hoşgörülü müydü? Sanıyorum iyi şairlerin çoğu, okurların ne denli farklı olduklarını ve neden farklı olduklarını görebildikleri için bir çeşit yufka yürekli bakışa sahip olabilmişlerdir. Hoşgörü, okurun kendisinden uzak olan kanon algısını hayal edebilme yeteneğiyle ilgilidir. Yahya Kemal’den, Behçet Necatigil’den ve öteki iyi şairlerden bir hoşgörü havası, cömertlik ve bilinçli bir iyilik fışkırır.

İyi şair, kendisinin dışındaki geniş, ilginç yığını görür ve dünyanın şiirini kendi hayalindeki gibi yazmaz. Sanırım özel olan bu yufka yürekli nesnellik, bir erdemdir.

Kanon, şiiri küresel bir çekim merkezi haline getirmek, markalaştırmak ve şiirin prestijli, çağa özgü imgelerini tasarlamak için strateji üretir. Şiiri markalaştırırken ya da eleştirel açıdan dönüştürürken kuşkusuz en önemli adımlar, şiirde yeni kanonlar ve imgeler üretmektir. Kanon kavramının içerdiği zenginlik ve karmaşıklık, onun bütüncül ve derli toplu bir tanım altında ele alınmasını güçleştirmektedir.

Kanon; araçsal, metalaşmış, tahrip edilmiş veya üretken olmayan bir olgu olarak ele alınsa dâhi gündelik kullanımda pozitif ve kimi zaman bağlam-bağımsız bir çağrışıma sahiptir. Kanon kavramının sözü edilen pozitif çağrışımı ise onun doğal, aynı zamanda soyut olanla anlamsal açıdan ilintilendiriliş biçiminden kaynaklanmaktadır. Anlam üretimi açısından çok çeşitli tipolojiler sunan kanonun kanon şiiri pratiğini, Türk şiirinde yeni ve önemli bir konuma taşıdığı söylenebilir.

Özetlersek ortaya çıkan şiir ve kanon şiiri, temelde yapıtın baş aktörü olan şairin estetik zevklerini, bilgisini ama en çok da Türk şiirinde yarışabilecek stratejik kurgularını yansıtmaktadır. Bu noktadan bakıldığında kanon, yapıtın değerini artıran stratejik bir pazarlama aracıdır ama daha da önemlisi kanon, yeni anlamıyla yapıta koşut, ayrıcalıklı ve güvenli bir listenin imgelerini kuran bir mit olarak tasarlanmaktadır.

Biçemler artık yoktur, şiirin dışındadır. Eğer hâlâ şiire musallat oluyorlarsa bu, asalakların verdiği rahatsızlığa benzer. Değer yargıları gözden geçirilip düzeltilmiş, şiirsel kavramlarda devrim olmuştur. Dört bir yandan gelen tepkilerden etkilenip kaygı duyan bugünün şairi, bir yandan yararlı, kullanışlı nesneleri tam bir yalınlıkla üreten, düzenli, mantıklı ve açık yeni bir şiir duyumsar; diğer yandan da kendini eski ve düşmanlık dolu bir ortamda şaşırmış bulur. Bu ortam onun kanonudur; şiiri karşısına dikilir ve varlığının organik gelişimini engeller. Bir buyruk hâline gelen modern şiirle yüzyıllardan beri süregelen boğucu bir döküntü yığını arasında büyük bir uyuşmazlık hüküm sürmektedir.

Sorun, Türk şiirinin gerçeklerini kapsamına alacak bir kanon sorunudur. Türk şiirinde şairlerin kanonunu belirleyen en önemli faktör, sahip oldukları kendiliğinden işleyen ideolojileridir. Bu ideoloji, şairlerin, şiirin dünyayı değiştirmeye muktedir bağımsız bir disiplin olabileceği inancının temel kaynağıdır.

Bir ideolojiye sahip olunması yanlış bir şey değildir. Üstelik şiirde uzmanlaşma, özel bir bilgi birikimi gerektirdiği için kaçınılmazdır. Ancak her şeyi şiirin, daha doğrusu şiir disiplininin dar sınırları içine indirgemek tehlikelidir. Böylesi bir durum, özellikle şiir teorisyenleri açısından teori ve pratiğin çelişmesiyle sonuçlanabilir. Memet Fuat’ın ifadesiyle “şairin kendiliğinden kanonu” barındırdığı idealist eğilimle, şiir hakkında yanılsamalara yol açabilmektedir.

Şiir kanonunda bağımsız şiir disiplini, şairin dünya görüşünden bağımsız şiir anlayışı, toplumsal sorumluluk kanonundan bağımsız şiir sorumluluk kanonu, salt şiir için etik gibi yaklaşımlar bu türden yanılsamalara örnektir. Bu yanılsamalar, gerçeklikten uzak bir şiir söylemi yaratmakta ve farklı düşünceleri ve eleştirileri olsa da bu söylem bütün şairleri etkilemektedir.

Oysa değişen dünya koşullarında şiir için artık farklı yaklaşımlar gerekmektedir. Şairin ideolojisini anlamanın ilk koşulu şiirin ürünü olan kanonu anlamaktır. Her kanon kendine özgüdür ve kanonun bir parçası diğeriyle benzerlik göstermez. Her kanonun çerçevesi, içinde kendi kuralları olan bir yapıt olduğunu belirtirken aynı zamanda o yapıtın gerçekliğini ve etkilerini güçlendirir.

Bir nesnenin kanonsal sabitliği, onun etrafında belirli ilişkilerin kurulmasına yol açar. Kanonsal yakınlık veya uzaklık, okurlarda farklı duygu durumlarına yol açar ve ilişkileri etkiler. Kanonun sosyolojik özellikleri, aynı zamanda okurların biyolojik ve psikolojik özellikleriyle de ilintilidir. Okurlar, kendilerini güvende hissetmek için içgüdüsel bir biçimde kanon için liste yaparlar. Bu durum, okurlara bir aidiyet de kazandırır.

Bu yüzden kanonlar, okurların yaşam pratiklerini belirledikleri gibi onların algılamalarını, tutumlarını ve değer yargılarını da yansıtır. Kanonsal deneyimler, yazınsal kategorilere göre farklı anlamlar içerir. Bu farklı anlamlar farklı algılamalara, farklı tutumlara ve farklı değer yargılarına yol açtığı gibi bu sürecin tamamı şiirin içselleşmesine hizmet eder.

Kanon, aynı zamanda çok soyut bir kavramdır ve yazınsal sınırlamalar olmadığı sürece algılanması zordur. Şiirin işlevi bu noktada başlar. Şiir, soyut kanonu elle tutulur, dokunulabilir hale getirir. Şairin görevi de bütün farklı gereksinmelere yanıt verebilecek somut kanonları yaratmaktır. Şair, yapıtını oluştururken kendi kanonunu kendisi oluşturur.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl