Ana Sayfa Litera Tütün ve Zaman

Tütün ve Zaman

Tütün ve Zaman

 

Sarmaya çalıştığı sigarasına yüzyıllık bir çınar ihtişamında uzak ve derin bakıyordu. Titriyordu elleri, sanki sigarayı saramıyor değildi, sarmak istemiyordu. Kim bilir her iki elinin parmaklarında halaya durmuşçasına yuvarlanıp duran o yarım kapanmış sigara ona neler, ne hatıralar anımsatıyordu. Acılar, hüzünler, içinin derinlerinde el değmemiş hazineler misali hala umutla sahibinin gelmesini bekleyen sevinçler ve yaklaşık yüzyıllık ömrü boyunca bir türlü hayata geçmeyen, geçemeyen, belki de geçirtilmeyen umutlar…

Ben, niyetimin yanlış bir anlaşılmaya kurban gitmemesi için tütün kutusuna bakmaya çalışıyordum, o ise sararmış gözaklarında yorgun yüzen gözbebekleri ile gözlerimin içine bakıyordu. Sanki asıl derdimin, “Amca tütününden bir sigara sarabilir miyim?” olmadığını ilk bakışında anlamış gibi sigarayı sağ elinde bırakıp, sol elinin avucuyla “Otur otur!” dercesine toprağı okşadı. Sonra aynı elini yumruk yapıp toprağı dövdü. Toprağa, “Artık beni niye almıyorsun?” diye kızıyordu belki de.

İki elimi önümde, karnımın hizasında üst üste koyup bir mürit edebinde çömeldim ihtiyarın yanına. Tütün kutusunu açıp elime tutuşturdu ve tekrar sarmaya çalıştığı sigarasına daldı. “Nasılsın? Ne edersin?” gibi sorduğum sorulara sadece “İyiyim oğul” dedi. “Akıp giden ömürle ile ilgili bana bir şeyler anlat Amca” deyince sustu, yerden bulup eline aldığı pastan katmerlenmiş bir çivi parçasını yılların yorduğu, yıprattığı parmaklarıyla temizlemeye çalıştı. Ayaklarının dibindeki toprağı elindeki paslı çivi ile eşelemeye başladı. “Ne dersin? Konuşmak ister misin?” diye üsteleyince ufak bir çukur açtığı toprakla didişmeyi bırakıp başını kaldırdı. Gözlerimin içine, gözbebeklerimin tam ortasına yüreğimin derinine anlık bir hançer saplarcasına bakıp yarımyamalak bıraktığı sigarasına döndü. 

Taştan bir haritaya benzeyen asırlık duvarın dibinde sarmaya çalıştığı sigarasının derinliklerine doğru sessizce tekrar ilerlemeye başladı asırlık amca ve sanki bir daha sesimi hiç duymadı. Asırlık duvar ile asırlık amca ne de güzel birbirlerine yakışmıştı. 

Sorduğum hiçbir soruya cevap vermedi artık. Onu konuşturmak için sesimi yükseltip bir şeyler sorduğumda sadece sarmaya çalıştığı sigarasının sarma işine ara verdi… Başını kaldırdı yıllar yılı sıvası dökülen duvara dönüp gözlerini duvara dikti. Üst üste yığılmış ölü bedenleri andıran yıkık dökük duvarın önce sağına, sonra soluna ve sanki görecekmiş gibi ardına bakıp sarmaya çalıştığı sigarasının tütününe bakıp daldı. Anladım artık, benimle değil duvarla konuşuyordu. Bir şey sormadan, hareket etmeden beklemeye karar verdim. Nefes alışımı bile onu rahatsız etmeyecek şekilde, duymayacağı sessizlikte alıp veriyordum. Beş dakika bile geçmedi; bana çok uzun gelen bu sessizlikten sonra elime verdiği tütün kutusunu geri aldı ve yarım sarılı sigarasını açık olan kutuya bozulmayacak biçimde titizlikle bırakıp sol elinin işaret parmağıyla, “Bana kulağını daya!” dercesine yanaşmamı istedi. Daha bana işaret ederken; beklediği sevinçli haberi alan birinin uçarılığı ile hemen yanaştım dedeye. Kulağımı dedenin ağız hizasında tutup daha da yakınlaşıp bekledim. “Sesim çok zayıftır oğul, en az yüz yaşında, konuşmak istemiyorum, dinleyen de yok. Sen nereden çıktın bilmiyorum, iyi bir insana benziyorsun.” dedi. Sanki en yakınım ölümcül bir ameliyattan saatler sonra sağ çıkmış heyecanındaydım. Gülümsedim, o da gülümsedi. Kulağımı gösterip, “İyice yaklaştır!” dercesine emir kipindeki parmağıyla işaretini verdi. Hayatım boyunca emre itaat nedir bilmek istememiştim, ama hayatımda ilk ve belki de son defa emir gibi bir davete itaat etmek istedim. Dedenin kulağına neredeyse yapışıp dinlemeye başladım, “Şelale, bir taşa rast geldiğinde taşın büyüklüğüne göre ya sessizce taşı örtüp yoluna devam eder ya da taşın her yanını tokatlayıp, üstüne zıplayıp, altını oyup yine yoluna devam eder, yani sonuçta şelale şelaleliğinden bir şey kaybetmez.” dedi. Başımı eğip gözlerini görmek istedim ama başımı eğmeme gerek kalmayacak bir şekilde o da öne doğrulup bana baktı. Yüzyılın hesabını sorar gibi gözlerinin içinden bana beynini gösterdi, gördüm… Uzak kuytuluklarda beyninin kıvrımları arasında saklanmış hazineleri, kurumuş ağaçları, hala akan hüzün ırmaklarını gördüm. Bakışlarıyla beni esir almıştı, mırıldanmalarını dinlerken sanki gözleri konuşuyordu, “Uzunca bir kış uykusundan sonra tomurcuğu patlamazsa tohumun; çürümüş demektir.” dediğinde mürit edebimi bozmadan tam karşısına geçtim. Ağzı açık bir şekilde hurma ağacının dibinde, düşecek hurmayı bekleyen Bağdat tembelleri gibi o dilden dökülecek yeni söz hazinelerini beklemeye başladım. Üçüncü cümlesi vücuda gelip bana doğru o ağızdan yola çıktı. Yavaş akan bir film misali yüz yıl olup sonrasında, son salisede hızlanıp bir zıpkın gibi kafatasımı delip beynimin tam orta yerine yerleşti, “Sert havalara önce dayanıklı ol, sonra hazırlıklı!” dedi. Birden konuşmasını kesip açık bıraktığı sigara kutusundan yarım sarılı sigarasını tekrar aldı, tekrar parmakları arasında bir tespihle oynar gibi yarım sarılı sigarasıyla hırsla bütünleşti. Sanki o sigara bendim…

Nihayet sardı sigarasını, sigara kutusunu kapatıp yere bıraktı. Sol eliyle sıkıca kavradığı muhtar çakmağını yokladı, sağ elindeki sigarayı dudaklarına götürdü, sigarayı yaktı, uzunca içine çektiği ilk içimin dumanını harabe duvara doğru üfledi. Yerçekiminin kendini iptal edip atmosfere teslim olduğu bir tütün zamanında duvara doğru yol alıyordum. Yolculuğumun her saniyesi on yıldı…

 

Desen: Neşet Günal

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl