Ahmet Ergenç’in küratörlüğünü üstlendiği, sanatçı Mehmet Ali Boran ve Hera Büyüktaşcıyan’ın birer video çalışmasıyla yer aldığı, 7 Ekimde İstanbul Bilsart galeride açılışı yapılan ve 28 Ekime kadar devam edecek olan “yoklarla konuşmak” adlı sergi iki kuş figürünün bizzat yaşadıkları tarihin anlatıcılığını içeriyor.

Serginin metninde yer alan iki çalışmaya özetle değinmek gerekirse; “Büyüktaşcıyan, ‘Ne Yerde Ne Gökte’ adlı video işinde bir kuş figürü üzerinden zamanlar arası bir yolculuğa çıkarak, şimdi ile geçmişi üst üste bindirerek bir geçmişi kurtarma hamlesi yapıyor. Bu hamledeki ‘ana-karakter’ Bergama’da bulunan, MÖ 160-150 yılları arasına ait bir ‘papağan mozaiğinden” esinle üretilen bir kuş. Bu kuşun eski zamanların Pergamon’uyla, günümüz Bergaması arasında gidip gelmesi, iki zamanı birbirine bağlıyor. Aynı zamanda kolonyal bir şiddetin veçhesinin görünürlüğü üzerinden bir anlatıyla karşılaşmak pekâlâ mümkün.

Boran ise Büyülü Ev adlı videosunda, Mardin’de bir Ermeni aileye ait Kespo malikanesinde ‘kafası koparılmış’ olan bir güvercini ‘protez’ bir kafa takarak onarıyor ve bu ideolojik ve fiziksel şiddete uğramış sembole iade-i itibarda bulunuyor. Burada çok sert bir tahribat var: bir küçük heykelin kafasının koparılması, hem Ermeni mirasının nasıl bir şiddetle yok edildiğinin ifadesi, hem de nekro ve biyopolitikayla alakalı bir şey.”

Talanın ve savaşın topraklarında tarihin neyden ve nasıl yapıldığı çok yazıldı, söylendi. Ve bu tarihin malzemesi hep insan ve insandan taşan şeylerdi. Kan, hırs, öfke, şiddet, hüsran ve coşku gibi. Voltaire’ın otoriter tarih anlayışıyla ya da tarihçilerle ilgili ifadesinde fazlasıyla insan ve onun malzemeleri var. “Amuderya ve Siriderya kıyılarında bir barbarın ötekinin yerini aldığından başka bize anlatacak bir şeyiniz yoksa, bundan bize ne?” 

Evet, kıyının kendisi, bir insan eli gelmeden önce kendi elinde duranları, kıyının yüzeyi ve derinliği, berraklığı ve bulanıklığı, mevsimlerin ona müdahalesi, onun kaynağından beslenen bitkiler, bitkiye verdiği renkler, sularına eğilmiş hayvanın yüzü, yüzün suyla temasından sonraki hali bizlere neyi söyleyebilirdi, onun üstünde duran hep aynı elin değişen parmak izlerini böylesine çok konuşmak zorunda bırakılmamış olsaydık eğer?

Yoklarla konuşmak sergisindeki kuş figürleri böylesi bir anlatı bilincine değdiği için çarpıcı bir anlama geldi benim için. Tarih diye kendimize mal ettiğimiz her şeyi yazmak için mürekkep hokkasına batırdığımız o tüy, koca yalanları onun malzemesiyle bugünlere aktardığımız o kuş, elimizden kanadını kurtardığında hangi gerçeği söylemek için başlar çırpınmaya? Kendi tarihini yazmak için kuşlardan hep tüy koparmış insan elinin videoda bir malzemeye dönüşerek taştan iki kuşa bir çift kanat olması? Her iki sanatçının yaptığı şeyin bu olduğunu düşündüm, anlatıcı kuş, insan elinden kanatla çırpınırken…

Yoklarla konuşmak sergisinde her iki sanatçının birbirlerinden bağımsız olarak ama ilginç bir şekilde bir duygu ve fikir ortaklığında buluşarak yaptıkları şey, kıyının el değiştirmesiyle “oranın” ilkin ne olduğu ve daha sonra neye dönüştüğünü mekânın taşan sabrından yapılmış birer kuşun ağzıyla ve gözüyle aktarmak olmuş. Mekân diye yerleştiğin doğadaki her şeyi anlam ve ölçü olarak sabitlediğinde sana katlanacağı tahammülün süresini de azaltmış oluyorsun.

Turgut Uyar’ın “belki bütün kuşlar uçar, belki değil mutlaka” dizesinden el almış gibi duran taştan iki kuşun şiire meyleden bir dille konuşuyor olmaları, şiirin diliyle dünü anlatmaları, gölgelerin arasından ve sislerinin içinden geçmeleri, şimdiyi ve dünü birbiriyle yüzleştirme kastını taşımadan şimdiyi ve dünü birbiriyle bakıştırmaları çağdaş sanatın sanki aynı metin tezgâhından çıkan mekanik diline de lirik bir müdahale de bulunmaktadır zannımca.

 

TEILEN
Önceki İçerikEFLATUN NURİ’NİN ANILARINI NE YAPMIŞSINIZ BÖYLE?
Sonraki İçerikNehir (Şiirler)
1982'de Mardin Kızıltepe'de doğdu. 2006 yılında Türkçe-Kürtçe diliyle edebiyat, sanat, siyaset yazılarının yayınladığı ve merkezi Kızıltepe'de olan www.yeniperspektif.com internet dergiciliğinin editörleri arasında yer aldı. Mardin'de çıkan Kürtçe edebiyat ve kültür dergisi Wenda'nın kurucuları ve editörleri arasında yer aldı. Qûtê Salê adında minimal denemelerin yer aldığı Kürtçe bir kitabı var. Mardin'de yerel basında yazıları yayınlanmaktadır.