Edebiyatımızın iyi şairlerinden Ülkü Tamer, 1 Nisan 2018’de 81 yaşında iken hayatını kaybetti. Şairi vefatının dördüncü yılında saygıyla anıyorum. Tamer, “Üşür Ölüm Bile”, “Güneş Topla Benim İçin” ve “Ağıt” gibi hafızalara kazınmış çok sayıda şiire imza attı. Bazıları, İkinci Yeni olarak bilinen grup arasında Ülkü Tamer’i görürken, şair, aslında imgeciliğin ilkelerini ele geçirip onları daha da ileri götürdü ve onları somutlaştırmaya sürükledi.

Tamer’in imgeci manifestosu, tam olarak birkaç faydan oluşan bir şiir üreten altı ilkeyi içeriyordu. İkinci Yeni’nin kurucusu İlhan Berk’in belirttiği gibi “katı bir düşünceye sahip olan bir problemdi bu. Tamer, okuyucuları için daha çok ve sürekli olarak boş bir estetizme yönelme eğilimindeydi. Bu da içerikten yoksundu ne yazık ki. Şair, bu hataları zaman içinde giderdi ve “modern şiir” dediğimiz şiirsel bir formda pek çok ‘iyi’ örnekler bıraktı bizlere. Şimdi bu yeni estetikçilik anlayışı, imgeciliğin kurallarını daha önce olmayan bir enerji ile okuyuculara aşılıyor.

İmgeci manifestonun altı maddelik planı şöyledir:

  1. Ortak konuşmanın dilini kullanmak ama kesin olan kelimeyi değil, sadece dekoratif kelimeyi kullanmak…
  2. Bir şairin bireyselliklerinin, geleneksel biçimlere nazaran, özgür dizede daha iyi ifade edilebileceğine inanıyoruz. Bu, şiirde yeni bir ritim yeni bir fikir anlamına gelir.
  3. Özne seçiminde mutlak özgürlük…
  4. Bir resim sunmak… Bizler bir ressamlar okulu değiliz fakat şiirlerin kesin olarak kesinleşmesi gerektiğine, muğlak ve muazzam şaşkınlıklara girmeyeceğine inanıyoruz. İşte bu nedenle sanatının gerçek zorluklarını çekmemize neden olan kozmik şaire karşıyız.
  5. Sert ve açık bir şiir üretmek ve asla bulanık ya da belirsiz bir şiir üretmemek…
  6. Son olarak çoğumuz; yoğunluğun, şiirin özü olduğuna inanıyoruz.

Tamer’in bu ilkelerden nasıl etkilendiğini göstermek için “Günlerden Sevdalardan 1.Şiir” başlıklı şiirini araştırmakla başlayalım işe ve şiirin içindeki tüm ilkeleri işaretleyelim birlikte.

İmgeciliğin ilk ilkesi, “ortak konuşmanın dili”dir ve “kesin söz” gerektirir:

Nereden geliyorsun?/ Sessizliğin başkentinden geliyorum/ Durgun göller ülkesinden/ Pınarın büyüsünden/ Hışırtısından geliyorum yaylanın/ Bir dağın bir ağaca söylediği şarkıdan/ Ovadaki tek çiçekten/ Bir yayın yelesinden geliyorum/ Yeraltında koşuşan kökler arasından/ Açılmamış bir kitaptan geliyorum/ Yalın bir şiirin güzelliğinden…

“Günlerden Sevdalardan 1.Şiir” başlıklı şiirde, birkaç sıfat var. Tamer, “Kedilerin gözlerinde okunan” dizesinde ‘Mavi gözler’ ya da ‘Hüzünlü gözler’ demez, belli bir göz çifti vermek istemez, tam olarak ‘gözler’ kelimesi pek çok ‘gözün’ şeklini önerir. Yani gözlerin kime ait olduğuna; Tanrı’nın gözlerine, her erkeğin ve kadının gözlerine okuyucunun karar vermesidir.  Tamer’in icadı, bunu “alışılmamış bağdaştırmalar” olarak adlandırdı. Şair, görüşlerinin okuyucu olmasını istemez, okuyucuyu kendi başına yorumlayabileceği bir duygu, bir imgeyle sunmak ister. İkinci olarak imgeler, şiirin en iyi şekilde, biri özgür koşuk olarak bilinen yeni formlarla ifade edildiğine inanıyordu. Özgür koşuk, modern dönemden önce gelen şiirin geleneksel yapısını ve kafasını yok eder. Bu ‘serbest’ biçim; parçalanma, karışık diksiyon ve kesin olmayan bir kafiye şemadan oluşur. Bu üç çizgi, daha önce giden tüm geleneklerden ‘özgür’ olarak yalnız durmaktadır.

Üçüncü olarak şairin, özne seçiminde mutlak özgürlüğe sahip olması gerekir. 1994’de Adam Sanat dergisinde yayımlanan “Günlerden Sevdalardan 1.Şiir” başlıklı bu şiir, doğrudan insanlığın kalbini hedefler. Zamanın şairleri ve yazarları tarafından sürekli olarak kullanılan bir konu ama yine de olağanüstü bir tartışma konusudur. Tamer, orada olmayan şeylere ibadet etmek için insanların toplanmasından söz eder; neyin kanıtlanamadığı önemlidir ve dolayısıyla onların sesleri “anlamsız”dır. Başka bir yorum da fısıltıların “içi boş” olduğudur.

Dördüncü olarak imgecilik, kesin olarak belirsiz genellikler değil, özellikleri ortaya koyan bir görüntü sunmaktır. Tamer’in “Günlerden Sevdalardan 1.Şiir” başlıklı şiiri, bu noktada imgeciliğin tarzından ayrılıyor. Tamer, şiirin sadece bir imgeyi sunmaktan daha fazlasına ihtiyaç duyduğuna inanıyordu. Çünkü okuyucunun ne kadar önemli olursa olsun ancak bu şekilde açığa çıkarılması gerektiğini biliyordu. “Güzellikten geliyorum, güzelliklerden/ Yürekteki kuş tüyünden, balkondan/ Camın buğusundan/ Çarşafın ütüsünden/ Tabağın beyazından/ Bir ihtiyarın gülümseyişinden geliyorum/ Bir annenin dalgınlığından/ Kedilerin gözlerinde okunan/ Tarihinden geliyorum kuyumculuğun/ Karın arkasındaki maviliğe/ Gökyüzüne boydan boya kazınmış/ Bir mühürden geliyorum/ Uzak bir yıldızdan geliyorum/ Geceleri geliyorum, sabahları/ Gündüzün ortasında, ikindinin içinde/ Savrularak geliyorum, fırtınayla…”. Görüntü, ölüme yaklaşırken hissettiğimiz ümitsizliği ve inancımızı koruyarak hiçbir şeyle örtüşmeyen, karşı karşıya olduğumuz derin bir korku uyandırıyor. Tamer, bu inancın bile boş olduğu için bize yardım etmeyeceğini açıklıyor.

İmgeciliğin beşinci ilkesinde şair, “sert ve açık bir şiir üretmeye ve asla bulanık ya da belirsiz bir şiir üretmemeye” yöneliktir.

Elinden tutup bir kasırganın, onu da getiriyorum…

Bu dizede taş, bir imgenin ibadet edildiği ‘ölü’ bir yer imajını buluyoruz. İbadetlerin gerçekleştiğini ve kime ibadet edildiğini nereden biliyoruz? Tamer, “Üşür Ölüm Bile” adlı şiirindeki dizelerde bunu bize anlatıyor:

Bir ormanda tutup onu

Bağladılar ağaca

Yumdu sanki uyur gibi

Gözlerini usulca

 

    Bir soğuk yel eser

    Üşür ölüm bile

    Anlatır akan kanı

    Beyaz sesiyle

 

Diz çöktüler karşısında

Sonra ateş ettiler

Parçalanan yüreğine

Yuva kurdu mermiler

 

    Bir soğuk yel eser

    Üşür ölüm bile

    Anlatır akan kanı

    Beyaz sesiyle

 

Gelip kondu bir güvercin

Ellerine o gece

Kırmızı bir çelenk oldu

Bileğinde kelepçe

 

    Bir soğuk yel eser

    Üşür ölüm bile

    Anlatır akan kanı

    Beyaz sesiyle

Bu sözler kesin, görüntüler ‘sert ve açık’, sunulan görüntü hakkında belirsiz bir şey yok.

Son olarak altıncı ilke, “konsantrasyon şiirin özüdür” diyor. Aşağıda yer alan “Küheylana Ağıt” adlı şiirindeki çizgiler, Tamer’in dediği gibi “konsantre bir duyguyu, anlamlı bir duygu”ya aktarır. Umutsuzluk, boşluk, insanın inancının asası:

Uç küheylanım, uç,/ küsü mü tutarsın yıldızlarla ki/ başını bile çevirip göğe bakmazsın,/ pusarsın bağın orta yerinde,/ alacak üzümlerle dikersin gözlerini;/ niye uçmazsın?/ Senden ötürü ne derler bak Sakcagöz’de:/ “Neresi küheylanmış onun;/ kişnese karga kağladı bellersin./ Sağsız beygirin teki. Kırşak tarlası.”/ Bunları derler, daha nicesini söylerler./ Ama küheylansın sen, / küheylanımsın;/ uç küheylanım, uç/ gecenin içine fışkır, yaldır yaldır yansın kuyruğun,/ gelişini seyyareler birbirine fısıldasın;/ bukağı mı geçirdim sana,/ niye uçmazsın?/ Gözlerim acıştı sana bakmaktan./ Nice geceler geçti,/ ay değirmi oldu hüyüğün üstünde,/ böcekler kemirdi çultarını,/ o çultar ki, attın mıydı sırtına/ kıştan ve alevden korurdu seni,/ bütün büyülerden korurdun seni,/ çifte benekli şehla gözlerden,/ kantaşı altındaki akrep yuvalarından,/ yıldırım vurmuş payam ağaçlarından,/ her bir şeyden korurdu seni,/ muskaydı sana// ağusunda karşı kara yüreklerin./ Kıpırdan biraz./ Sen bu dünyayı arayatı mı belledin?

İmgeciliğin manifestosu, şu anda bir konsantrasyon çağrısında bulunurken Tamer, bu manifestoyu bir adım daha ileriye götürüyor ve sadece şimdiki anı değil geçmişin şimdiki anını, ölü olanı değil hâlihazırda yaşamakta olan bir yoğunlaşmayı gerektiriyor.

Tamer, belki de imgeciliğin başarmaya çalıştığı şeyi somutlaştıran bir şairdir. İmgeciliğin ilkeleri, devrimci ve çok ihtiyaç duyulan estetik bir stratejiyle tam olarak ilgilenen bir şiir yaratmaya çalıştı. İlk imgeci şiirinin büyük bir kısmı, yüzünden tuhaf bir şekilde düşüyor. Okumak zahmetli çünkü kendi ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalıyor.

Tamer, imgeciliğin parçalarını bir bütün hâlinde birleştirerek hızlı bir ölümden imgeciliği kurtardı ve imgecilik tarafından yoğun olarak etkilenen ve onun peşinden giden şairleri özgürleştirdi.

 

 

OKUMA NOTLARI: Ülkü Tamer, “Güneş Topla Benim İçin (Toplu Şiirler)”, Islık Y., s: 359, İst., 2018.