Ana Sayfa Litera UMUT VE UMUTSUZLUĞA DAİR

UMUT VE UMUTSUZLUĞA DAİR

UMUT VE UMUTSUZLUĞA DAİR

Özgürlük, refah ve huzura dair duygularımızın köreldiği, koyu bir karamsarlığın, umutsuzluğun çöreklendiği günlerde, hiç inanmasak da karanlık günlerin bitişine dair bir umut ışığının parlayışını görmek isteriz. Tamamen kaotik bir siyasal ve toplumsal sistemin içine nasıl olacaksa olsun, yine de şansın sızmış olmasını dileriz. Doğanın ve fizik yasalarının katı determinizminin siyasal ve ideolojik dönüşümü hep tarihin tersine işliyormuş gibi görünen ülkemizde ileriye doğru çalışmasını da dileriz. Öngörülerimizin bizi hep yanıltmış olmasından usanç duyarız. Fakat öngörüsüzlüğümüzün bilgimizin kıtlığından değil, öngörmenin neredeyse olanaksız olmasından kaynaklandığını, nesnel olanın belirsizlik olduğunu pek düşünmeyiz. Bu anlamda sistem muhalifi olanların, ötekilerin, dışlanmışların ve ezilenlerin mücadele tarihi yenilmişlik algısıyla inşa edilmiştir. Türkiye’nin yüz yıllık tarihi, farklı bir pencereden bakıldığında resmi ideoloji muhaliflerinin, sistem dışına itilmişlerin ve öteki ilan edilenlerin bir çeşit viral nitelik kazanmış umut-umutsuzluk duygu deneyimlerinin yaşantıları şekillendirmesiyle yazılmıştır, denebilir. Geldiğimiz noktada terazinin umutsuzluk kefesinin oldukça ağır geldiği, koyu bir karamsarlığın ruhlara çöreklendiği aşikârdır. Bunda, söz konusu tarihsel süreç içinde gelişen çoğu muhalif deneyimin trajik bir sonla kapanmış olmasının büyük etkisi vardır, muhakkak.

Ancak umudu içeren eylemlerini daha çok nihai hedefe odaklanmış bir başarı beklentisi içinde gerçekleştiren muhalif öznelerin algılarının da bunda etkili olduğunu düşünebiliriz. Yani umut ve umutsuzluk ufkunun beklentilerin başarıyla karşılanıp karşılanmamasına göre değişmesinin rolünden bahsediyorum. E, ne var bunda, mücadelenin başarıyı hedeflemesinin nesi yanlış ki denebilir. Ancak umut deneyimleri ve beklentilerinin yapısında kesinti halinde olmayan, her zaman birlikte işleyen karşıtlıkların, etkileşimlerin, eğilimlerin barındığını, bütün bu karmaşık örgütsel ilişkiler ağının her bir hamlede aleni belirmesinin, anlaşılmasının öznesini başarıya taşımasının mümkün olmayacağını göz ardı etmemek gerekmez mi? Brian Massumi’nin “ Duygu Politikası” adlı eserinde ilan ettiği şu görüş, mücadele pratiğimize, bu pratik içinde oluşan duygu durumlarımıza yeniden dönüp bakmamızı gerektirir diye düşünüyorum. Der ki üstat: “ Duygu, bizim insana özgü yerçekimli alanımız gibidir, özgürlüğümüz dediğimiz şey ise, onun ilişkisel ters çevrimleridir. Özgürlük kısıtlamaları parçalamak veya onlardan kaçmak değil, onları özgürlük derecelerine çevirmektir.”(32) Toplumsal mücadele tarihimizin öznelerinin en çok yaptığı şey, kısıtlamaları parçalamak, tümüyle yadsımak ve onların yarattığı ilişki dinamiğinin hareket alanından vareste kalmaktır. Oysa umutsuzluğa, karamsarlığa dair duygu kısıtlamalarımızı tersine çevirmek toplumsal düzeyde bir ilişkisel girişim gerektirir ve onları özgürlük derecelerine çevirmek de kısıtlamalar üzerinde sürekli bir eylemde bulunmayı gerektirir.

Deneyimlerin istenen sonuçları vermemesi, yeni belirsizlik alanlarına taşınması, nesnel durumumuzu kuşatan belirsizliğin tekrar etmesi çoğunlukla umutsuzluğa yoruldu. Fakat bunun alışkanlıklarımızdan kaynaklandığını bilmemiz gerekiyor. Umuda dair deneyimlerimizi iyimserlikten ve kötümserlikten ayıramadığımız için ve mutlaka başarıyla birlikte düşündüğümüz için umut duygumuz da daha hakiki bir zemine oturmamış ve bugün yaşadığımız koyu karamsarlık havası dağılmamıştır. Oysa umut; iyimserliğin eşi, kötümserliğin de karşıtı değildir. Her iki duyguyu da kendi çemberi içine alan, yaşama dair ilk kıvılcımları hisseden önpolitik bir duygudur. Bu anlamıyla belirsizliklerden de beslenebilir ve Spinoza’nın deyişiyle bir çeşit “ etkilenme ve etkileme” gücü olarak kendi içinden sonsuz olasılıklarla düşünmeye olanak tanır. Yani, umuda dair algılarımızın da bizi bizzat umutsuzluğa taşıdığını görmek gerekir.

Bir asırlık tarihimiz ve bugünümüz açısından bakıldığında sistemli bir gericileşmenin, ekonomik eşitsizliğin, geniş emekçi kesimlerin yoksullaşmasının, şoven-milliyetçi kültürel ve siyasal tazyik ve şiddetin, toplumsal ve çevresel sorunlardaki derin krizlerin, bir türlü aşılamayan demokrasi, insan hakları v.b. kronik sorunların umuda pek yer bırakmadığı, kötümserliği beslediği söylenebilir. İnsan böylesine bir kara tablo karşısında düşünsel, duygusal felç de geçirebilir. “ Oysa umut iyimserlik ve kötümserlik kavramlarından, geleceğe dönük hüsnükuruntulu bir başarı beklentisinden, hatta sonuçların mantıksal bir öngörüsünden koparılabilirse, işte o zaman gerçekten ilginç olmaya başlayabilir. Çünkü böylece umut şimdiye yerleşmeye başlar.”(Duygu Politikası,s.18) diyen Brian Massumi’nin sesini duysa idik, umut ve umutsuzluğa dair görüşlerimiz farklı olabilir miydi diye de sormak gerekir.

Karamsarlığa götüren eylemlerimizin ve bunlara dair sonuçların bizi ne yapacağını bilemez, doğru yol ve yöntemler bulamaz duruma getirdiğini ve sürekli bir belirsizlik hali içinde bıraktığını görüyoruz. Bizi nihai hedefimize doğru taşıyan adımlarımızın yol açtığı körleştirici sabitlenmeyi aştığımızda, aslında karşı karşıya kaldığımız belirsizliklerin bize güç verecek doğasını da tanımış oluruz. Belki de başarı-başarısızlık kutupları arsındaki soğuk rüzgârın etkisinden kurtulup belirsizliğin yapısı içinde saklı fırsatlara odaklanmalıyız. Bu fırsat, hiç durmadan deneyeceğimiz, çabalayacağımız, uğraşacağımız, mücadele edeceğimiz bir alanı işaret eder. Umudun, günlük durumları tarif eden iyimserlik ve karamsarlık fiillerinden daha fazlasına denk geldiğini düşünebildiğimizde, kendimizi bir kapana sıkışmış hissetmeyeceğimiz ve daha yüksek bir potansiyele sahip olduğumuzu anlayacağımız bir zeminde mücadele edebiliriz.

Brian Massumi duyguyu, günlük fiil halinde beliren duygulanıştan ayırır ve bir de bize Spinoza’ nın duyguyu ‘etkileme-etkilenme’ formülü dâhilinde sürekli bir manevra kabiliyeti açısından ele aldığına dair düşüncelerini hatırlatır. Bu da umuda ve umutsuzluğa dair görüşlerimizi gözden geçirmemiz gerektiğini işaret eder. Yapabileceklerimizin bir sınırı olduğunu ama bu sınırın kapalı bir kapı değil de açık bir eşik olduğunu düşündüğümüzde umut kavramını iyimserlik-kötümserlik kısır döngüsünden alıp daha derin bir yeğinliğe taşıyabiliriz.

Muhalif kesimler açısından bakıldığında, girilen her mücadele sürecinin mutlak bir başarıyla tamamlanması düşüncesinin bizzat muhalif özneleri süreklileşmiş bir karamsarlığın girdabına taşıdığını görmekteyiz. Geçmişte ve bugün çok çetin şartlar altında yaşadığımız gerçeğini ve bunun bizi duygulanışın belli reflekslere sahip kısır doğasına hapsettiğini unutmamalıyız. Ayrıca bir duygulanış etkinliği olan iyimserlik ve kötümserliğin umut duygusunu köreltmesine de izin vermeden ilerlemek zorunda olduğumuzu da bilmeliyiz. Son yirmi-otuz yılın özellikle muhalif kesim üzerinde ciddi bir travma yarattığını biliyoruz. Gerek ifade gerek örgütlenme ve gerek ideolojik zemininde ciddi bir daralma yaşayan muhalif kesimin iktidarların fiziki cebri ve tazyiki karşısında birçok mevziden geri çekildiği de aşikârdır.

Ancak tüm duygularda olduğu gibi umut duygusunun yeğinlikle ilgisi de tam burada belirir. Mücadelelerimizin hep bir belirsizliğe açık olmasının bir karamsarlık nedeni olmadığını, mutlaka devam etmemizi gerektiren potansiyel fırsatlar olarak düşünmek gerektiğini bilmeliyiz. Bu potansiyelin her zaman edimsel olarak bulunması gerekmez, virtüel olarak mevcut olması da umudu körükleyen bir enerji yaratır. Mücadele alanlarının, duygulanış kayıtlarının genişlediği, düşünsel hareketlerin çoğaldığı, irili-ufaklı pratiklerin ardı ardına gerçekleştirildiği, hem pratik hem deneysel hem de stratejik tedbirlerin sınandığı bir zemin olarak kullanılması, başarıya dair potansiyeli de geliştirip zenginleştirecek bir durum yaratır.

Sonuç olarak koşullarımızın kölesi de olmamak kaydıyla umuda ve umutsuzluğa dair duygulanışlarda yalıtılmış olarak bulunmadığımızı, esasen umut ve umutsuzluk duygularının bizim başkalarına ve başka şartlara bağlanma tarzımız olduğunu unutmamak gerekir. Umudumuz-iyimserliğimiz; umutsuzluğumuz- karamsarlığımız bizim öznel ve nesnel şartlarımızdan daha geniş süreçlere nasıl ve hangi açılardan katıldığımızı göstermek açısından önemli işaretler taşır. Umudu, ilişkide olduğumuz, yaşadığımız, tasarladığımız, sonucuyla karşı karşıya kaldığımız her şeyden geriye kalan ve bütün bunlardan daha geniş daha derin bir potansiyel değer taşıyan süreğen bir bedensel ve ruhsal kalıntı olarak düşünmeliyiz. Ayrıca umudu, kendini mevcudunda ifade ederken her zaman o mevcuttan fazlasını barındıran, kendinden taşan, hep yenisine ve bir sonrasına geçme kabiliyeti taşıyan yaşamsal bir güç olarak düşünmek gerekir.

Kaynakça: Brian Massumi, Duygu Politikası, 2018,Otonom Felsefe, çev: Hakan Erdoğan

Kapak Deseni: Edvard Munch

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl