Ana Sayfa Litera Uyku… Biraz Uyku!

Uyku… Biraz Uyku!

Uyku… Biraz Uyku!

Uyku, ¨Uyusun da büyüsün…¨ ninnisi zamanlarında başlayıp bir yaşam boyu insanın içinden çıkamadığı tuhaf bir bulmacadır.

Bir labirenttir aslında uyku, keskin köşelerinde durup dinlenmeden dolaştırır insanı.

Uyurken sizi oyalasın, canınız sıkılmasın diye zihninizde kurulan rüya perdesi de pek şenliklidir.

Rüya, uyku labirentinin dar koridorlarında peşinize canavarlar da gönderir yahut kaybolmuş bir şeyin peşine düşmenizi ister ve öyle ki, orada yeni sevgili ümitleri bile belirir, zavallım uykusunda sevinir, fakat yıllar evvel sizi korkutmuş bir abus surat da her ân karşınıza çıkacaktır; hazır olmalısınız…

Eğer çok derin uyumazsa insan rüya denilen incecik bir iple gündüze ait hayatına bağlanır.

 

Uykuyla uyanıklık arasındaki çizgi, bana kalırsa, rüyada kendi kendisine anlattığını işitip duyduğuna tepki gösterebilme refleksidir.

Uyurgezerleri ise bu tanımın dışında tutmalı. Onların gezinirken bir yandan konuşmaları ise gülünç olmaktan öteye uyanık olan kimileri için korkunç görünür.

Şekerlemeye dalmış gibi uyuklayanların olduğu bir mecliste konuşmak ise söz sahibine eziyet verir, hitap edenin lakırdı bohçasını toplayıp kaçası gelir. Bu can sıkıcı durumda hatibin yapacağı beceri, uyuyanları kaale almamaktır: Emanet bir vidayla buraya sıkıştırırsak, Albert Camus’nün dediği gibi ¨Hatipler, kimileri uyurken konuşmayı becerenlerdir.¨

Konuşmanın hararetini söndüren uykucuları bir yana koyunuz, kendi başınıza yapılan en güzel etkinlik olan bir metni okumanın o sırada uykuya izin vermediğini biliriz, velev ki öğle saatlerinde olmasın. Göz uyursa, akıl, okunanı takip edip kelimleri tartıp biçemez. Ne ki, uyuma talimatı insan beyninin hipotalamus’undan gelmişse, ona da pek direnilmez.

Hele öğle uykusu denilen, siesta’nın size el sallayıp haydi gel dediği zaman, lezzeti hiçbir şeye benzemeyen ve kısacık bir süreçte tadacağınız o uyku davetini başınızdan nasıl defedeceğinizi bilemez, akla karayı seçersiniz.

En iyisi gidip uyumaktır.

Uyku Tanrısı Hypnos bir kez daha zaferini elde etmiştir, sıra onun kardeşi olan Rüya Tanrısı Morpheus’a gelir. Bu uykunun tadı günahkârdır, zira uyananın yüzünde biraz mahcubiyet damgası görülür, uykudan kalkan bundan utanır da ¨Öyle içim geçmiş işte, biraz gözlerimi kapadım!¨ der uyanık kalmışlara…

Gün doğumundan sonraki altıncı saatte bir öğle uykusu çekildiğini hesaplayan Latinler, buna Hora Sexta derler; Altıncı Saat…

Hora Sexta uykusunun mışıl mışıl değil, biraz huzursuz geçtiği uyandıktan sonra yaşanan üstü örtülü mahcubiyetten midir, burası da bilinmez. Uyku mahmurluğu ancak gece uykusu ardından yaşanır, Hora Sexta’da mahmurluğun lezzeti, çevreyi saran güneş ışığı ve günün telaşesi yüzünden, az evvel birazcık kaçamak yapmış uykucuya kısmet olmaz. Apar topar işine gücüne dönmelidir.

Mışıl mışıl uykunun bebeklere ait olduğu söylenirse de buna kulak asmamalı. Biz öyle sanırız, gel gelelim, yatağa girmeye direnen bebekler beşiğe koysan nazlanır, kucağa alsan şımarır, emziği versen yüz buruşturur, ağlar, sızlar, tepinir, size inat olsun diye altını doldurup fazladan iş çıkarır, gazı gelir, kusar, aksırır, tıksırır, hasılı edeceğini eder ve fakat bir de uykuya daldı mı bebek gibi uyur.

Gerçi bebeklerin geceye ait uzun uyku esnasında en az otuz kez uyanıp çevreye bakındıkları, güven içinde bulunduklarından emin olduktan sonra tekrar uyudukları Amerikan Psikoloji Derneği’nin falanca sayılı makalesinde yer alıyorsa da bizim işimiz bu değildir; biz uyuyanla uyanıklar arasında lakırdı gezdirmeye çıktık.

İtalyan Barok Dönemi ressamlarından Annibale Carraci’nin 1599’da tamamladığı Il Silenzio isimli tablosunda Madonna’nın kucağında uyuyan bebek İsa’yı ve yanı başındaki, mahalleden arkadaşı olan ve sonradan İsa’nın Havarilerinden Aziz John mertebesine yükselecek kıvırcık saçlı bir küçük çocuğu görürüz.

İtalyanların hanımefendi anlamında kullandığı Madonna sıfatını alan Meryem Ana uyuyan İsa’ya kıyamaz, arkadaşının ¨İsa, pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım¨ tarzındaki seslenişine karşı sağ elinin işaret parmağını dudaklarına götürüp bir şışşşt işareti yapar. Yapmasaydı, İsa’nın ayağına neredeyse elini uzatmış olan arkadaşı John’un tombul parmakları yumuk ayacıklara değmiş olacaktı.

Edebiyatçıların gözlüğü resmin şâhikası olan bu tabloları işte böyle görür. Fakat yazdıkları romanlarda kahramanlarını, vaziyet icap edince, mışıldak uykusundan uyandırıp vazifeye gönderir.

Uykudan kaldırılan roman kahramanlarının tekrar yatağa ne zaman döndüğünü söylemeyi de hep unuturlar, alır mı bizi bir merak; orası okurun keyfine bakar. Zordur romanlarda kahraman olmak, yazar uyandırır bir daha uykuya da göndermedi mi uyutması okuruna kalır.

Masallardaki kahramanların kaderlerini evvelden bilir yahut kestiririz de o yüzden onları uyutup uyandırma işi zor olmaz. Mesela Pamuk Prenses’in aynalarla konuşup güzelliğini dürüstlüğü meşhur bu cam parçasına soran üvey annesince ormanda ölüme terk edilmesi, sonracığıma söyleyeyim efendim, 7 Cüceler tarafından bulunup onların evine taşınması, orada uzun bir uykuya dalması, nihayet bundan çok memnun kalan Uykucu adlı cüce bir yana, öteki altı cücenin ¨E, artık yeter, uyansın!¨ demesi üzerine dünya güzeli Pamuk Prenses’imiz gözlerini açar.

Uykuyu prensese haram etmeleri yerindedir, fazla uyku iyi değildir.

Miguel de Cervantes, şimdi hep birlikte saygı duruşunda bulunmak üzere ayağa kalkıp ve şapkası olanların da şapka çıkarması gereken o büyük yazar, Don Kişot’a uykuyu haram etmiştir; roman boyunca adamcağız birkaç saat ya uyur ya uyanık durur.

¨Don Quijote de la Mancha¨, kendi adına yazılmış romanın İkinci Kısmı, LXVII Bölümünde, köylü kurnazı seyisi, uşağı Sancho Panza’nın uykuya düşkünlüğüne kızıp şöyle der: ¨Karanlığın ardından ışığı beklerim…¨

İşte, alın size uykuya karşı bir cevap daha… Bu sözüyle uykunun fazlasını karanlıkta geçen, ışığa ziyan edilen bir hayat değirmeni gibi gördüğünü Kastilya köylüsü zavallı Sancho’ya söyleyip akıl vermiştir; ama dinleyen kim! Sancho uykudan yanadır, ¨Sizi anlamıyorum efendim!¨ diye yanıtlar, ¨Ben salt uykuda huzur bulurum, uykuda ne korku ne de umut vardır, ne sıkıntı ne de zafer…¨

Bu sözlerden anlaşılıyor ki, Sancho uykusunda rüya dahi görmeyen, görse de sabahın ışığına varınca bütün bütün bunları unutan, hiçbirini anımsamayan biridir. Rüya görseydi, uykusunda, romanlarda bile bulamayacağı, hatta kendisinin roman kahramanı olduğu o dev eserde bile karşılaşması imkânsız nice zengin maceraya şahit olacak, kâh biraz ondan kâh azıcık şundan tadacak, dünyanın mutluluğunu da üzüntüsünü de orada bir daha yaşayacaktı.

Şurası öylesine kesindir, üzerinde ispata gerek kalmayan Aristotles mantığındaki Postulat olsa, az kalır: Rüyalar, insanın dünya gözüyle yaşayamayacağı kadar 32 kısım tekmili birden maceralardır.

Zaten Sancho Panza da bu eskikliğin, rüya yoksunluğunun farkındadır, uyku onun için koyu karanlıktır. Az önce söylediklerini, ¨Uykunun bir kötü tarafı var ki,¨ diye tamamlar, ¨uyku ölüme benzer. Uyuyan biriyle ölü arasında çok az farklar vardır!¨ Sırtımızı ürperten bu sözleri duyunca, korkulu rüya görmektense uyanık olmak evladır, deriz ama yine gözlerimizi uykuya yenik düşüp kapatırız.

Sancho’nun ölümü hatırlatan bu tanımlamasına rağmen horul horul uyumaktan yana olduğunu romanı boyunca hep görürüz; efendisine yaka silktirir.

¨Haydi efendim, yatalım da bir iki saat uyuyalım…¨ der, romanın II.Cildi LXVIII Bölümünde, cevabını da alır:

¨ Aman Sancho, uyumaktan başka bir şey düşünmezsin zaten, sen yat uyu!¨ der şövalyemiz ve devam eder; ¨ Dünyaya uyumaya mı geldim! Ben uyanık bulunmak için dünyaya geldim. Şimdi oturup gün ışıyana kadar düşüncelerimi elden geçireceğim.¨

Şövalye dünyanın derdini üstlenip bunların kerat cetvelini tuta dursun, şekerlemenin tadını eksik etmeyenler için bir tablo müzesinden çıkagelir, bize kendini gösterir. ¨Kutsal Ailenin Dinlenişi¨isimli resmi 1625’de tamamlamış İtalyan ressamı Orazio Gentileschi, bebek İsa’yı emziren Madonna Meryem Ana’nın ayak ucunda yatan Yusuf’u, âdeta yorgunluktan sızmış gibi göstermektedir.

İsa’nın babalığı olan Joseph-Yusuf’un eşeği henüz ayakta ve onların gölgesine saklandığı bir yıkıntının dışındadır. İsa’ya meme veren Meryen Ana’nın da içi geçti geçiyor gibidir; kendisini zor zapteylemektedir. Göz kapakları kapanmasın diye mücadele verdiğini anlamak için, tabloya bakınca, sol eliyle yere zorlukla tutunduğunu görmek yeterlidir.

Ne mutlu ki yine de hepsi uyuyacak! İnsan önünde sonunda uyur. Ya hiç uyuyamayan 100 gözlü canavar Argus Panoptes’e ne demeli! Zeus’un kıskanç karısı Hera’ya hizmet etmek için bedenini kaplayan 100 gözden 99’unu açık tutup sadece birini kapatmaya müsaadesi olan bu zavallı mitolojik canavar, hep uykuya hasrettir.

Bu hasretin farkında olan, Romantizmin Alman temsilcisi Novalis’in ¨Hymnen an die Nacht ~ Geceye Övgüler¨ başlıklı şiirinde, ¨Ey Kutsal Uyku!¨ diye seslendiğini söylemezsek bunca lakırdı boşa gider:

¨Dünya halinin bu koşuşturması içinde/Cimri davranma geceye/Adanmışları mutlu etmekte…¨

Uykuyu da tadında bırakmak lazım; evet ama nasıl! Müşgül vaziyet; sıcak yataktan çıkması epeyi zahmetlidir. Oblomov’un divan çürüten uykularını bir yana bırakıp Napoleon’un uyku tarifesine bakarsanız, zavallının gecesi gündüzüne karışmış demek gerekir. Gece saat 10 dedi mi uyur hazret, gece yarısı en geç 2’de kalkar, sabaha kadar bir sürü şey yapar, ardından saat 6’yı vurunca küt diye bir daha yatar, bir saatçık uyur; kalkıp kahvaltısına yetişir. Geceleri pek meşgul olduğundan eşine her zaman yüz vermez: Yatak odasına kulak verirsek, karısına, ‘Bu gece olmaz Josefin’ diye, tabii Fransızca konuştuklarından, ¨Pas ce Soir Josephine!¨ dediği zamanlar pek çoktur. Zavallı karısının hayal kırıklığıyla koltuğa çöktüğünün dedikodusunu, İngiliz ressam Harold Hume Piffard tablosunda bize, tam1899’da, 1900’ü bile beklemeden yel yepelek aktarır.

Uykudan uyanamayıp komaya girmiş gibi gözünü açamayanlardan birisi de ABD’nin, 1923-27 tarihlerinde, ‘Bir defalık başkanlık başkanlıktır’ diye 13.Başkanı olmuş Calvin Coolidge’dir; günde deliksiz 15 saat uyur. Evvela 10 saatini geçirir yatakta, ardından kalan beş saati öğle uykusuna denk düşürüp cumbadanak yatağa atar kendisini. Dünyaya uyumaya mı geldi bu Başkan, demiş olmalı ki, Amerikalı seçmen ikinci dönem için bir daha onu Beyaz Saray’a yollamamış, emekli yatağına göndermiştir. Coolidge’nin ölümü aşırı uykuya bağlı organ yetmezliğindendir; tanrı taksiratını affetsin.

Böyle uyuyanların listesi kabarık görünür; Yedi Uyuyanları hiç unutmadan en başa yazmalı. Hıristiyanlar ve Müslümanlar için kutsal kabul edilen bir mağarada Romalı paganların zulmünden kaçıp saklanmış İsevî 7 genç uykuya dalar. Aradan 300 sene geçer ki, uyandıklarında atı alan da Üsküdâr’ı geçmiş olur. Ashâb-ı Kehf adıyla Kuran’da yer alan bir surede anlatılan bu efsane, aslında uykuya dair esatir’de pek yaygındır. Uzun uzadıya anlatsak, şimdi esnemeye bile başlarsınız.

Uyku hastalığı da bir başka derttir, ¨azizim!¨

Narkolepsi dedikleri, evlere şenlik bir şeydir; hastalığı kapan, olur olmaz zamanlarda uyur gider.

Narcolepsy hastası olmanın da dereceleri var tabii…

Kimisi gözü açık iki dakika uyur uyanır, kimisinin bir hatip konuşurken içi geçiverir, bazısının durumu da tehlikelidir, gözden ırak tutmamalıdır, pat diye düşüp kaldırımlık yerde uykuya dalanı bile vardır; evlerden uzak olsun.

Bütün bunlardan sonra, Japon yazarı Kawabati’nin Uykuda Sevilen Kızlar romanından bahsetmek, orada, yaşlı erkeklere sadece dokunmaları için çırçıplak uyutulmuş genç kızların sergilendiği bir özel evden sözü geçirmek de vardı; bilmez miyiz!

Lakin geç oldu, bunu bir başka sabaha bırakmalıdır.

Zira lafın fazlası yorar, esnetir, uyku getirir.

Gelgelelim, Don Kişot’un roman kahramanı olarak kitabında söylediği gibi, Her gecenin bir sabahı vardır’ anlamındaki sözüne kulak vermeli: ¨Gece karanlığından sonra ışığı umut ediyorum…¨

Deneme yazarlarının ukalasına çattık diye söylenmeyiniz, Latincesini yazmadan kalemi hokkasına bırakmam, kâğıdımı dürüp bir köşeye komam:

¨Post tenebras spero lucem!¨

Cervantes yazmış, ben tekrarlamışım, çok mu!

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl