Ana Sayfa Kritik When in Rome: Saat kaç?

When in Rome: Saat kaç?

When in Rome: Saat kaç?

Yazının başlığına aldanmayın. Öznur Yalgan’ın yazıp Mesut Arslan’ın tasarlayıp yönettiği When in Rome hakkında orta sertlikte bir yazı yazmayı düşünüyorum. İlk olarak şunu söyleyebilirim: bir saate yakın süren oyun kimi yanılgıların ardına sığınıyor. Öncelikle usta işi bir gözbağı biçiminde tasarlanmış afiş gözlerimizi bağlıyor: Antik kıyafetlere bürünmüş, saksılarla görünen iki erkek ve iki kadın. Erkekler sakallı, bir omuz başları açıkta… Afişe bakanlar oyunda belli bir düzeye kadar da olsa Roma’nın anılacağını zannedebiliyorlar. Nispeten anlaşılır bir ilgi çekme taktiği fakat alışılmayan, afişin bizi oyuna getirmekten ziyade bir oyuna davet ediyor oluşu… When in Rome bir oyun değil, baştan sona bütünlüksüz ilerleyen ve dört oyuncuya eşit miktarda dağıtılmış bir performans yükü… Anladım kadarıyla oyunu sahneleyen Galataperform/Platform0090 zaten aksini ne iddia ne vaat ediyor. Yine de normal şartlarda oyuncu bir performans sergiliyorsa seyircinin bir oyun izlemesi beklenir fakat When in Rome normal şartlarda geçen, kimi normal şartları ise bilinçle biçen bir kurgu… Esasında When in Rome ‘‘kurgu’’ demeye de bin şahit istiyor. Oyunu izledim, güldük eğlendik; alkışladık ancak şahit oldunuz mu derseniz, ben kendi payıma olamadım. 

Sınırlar Kalktığında

When in Rome kimi sınırları kaldırıp kimi normal şartları reddediyor ancak dayanağını sınırların sorgulanmasından ve şartların normal varlığından alıyor. Bir genç kadına ait bekâr evi ve dairenin sahibi çiftin oturduğu komşu evde geçen oyunda dekor kullanılmadığından sahne seyirci koltukları arasına boş bırakılıp beyaz örtülerle oyuna tahsis edilmiş daracık yerler oluyor. Dekor ise bizzat seyircilere çevriliyor. Ya da tam tersi: seyirciler performansın sürpriz boyutunda bizzat dekora çevriliyor. Örneğin oyunda anılan bir kedi yahut çalan bir telefon namına bir seyirci saçı okşanıyor, bir seyirci başında konuşuluyor.

Oyun sınırları kaldırdığında metin de ister istemez yalnızlaşıyor. Söz gelimi When in Rome bir noktadan hareket ettiğini seyirciye yansıtabilmesi için metne ihtiyaç duyuyor fakat metin tanıtılmadan, altı hiç çizilmeden alt metinlere geçiliyor. Bu üsluba yaratıcı denemez, bu bildiğimiz özensiz bir üsluptur! Zira alt metinlere doğrudan geçildiğinde ana fikir kanatlanıp uçuyor ve doğaçlama, sözcüklerin etimolojilerine, anatomilerine dayalı uğraşlar, performans dahası seyircinin katılımı oyunu kurtarmaya yetmiyor. Oyunun tanıtımıyla performans çelişince seyirciyi içe doğru çekme çabası da boşa gitmiş oluyor. Seyirci oyuna ve metne aynı anda yabancılaşıyor. Oyuncuların seyirci arasında koşturması, dört bir köşeden bağırışları dikkat dağıtıyor. When in Rome seyirciyi herhangi bir duygu ve düşünceden yakalasa pür dikkat bir seyrin koşulları sağlanabilir fakat ne var ki bahsettiğim üzere metin parçalanıp alt metinlerden yol alınmaya çalışılınca biz artık oyunu dinlemiyor da gürültüler duymaya başlıyoruz. 

Bu gürültü ifadesini asla hakaretamiz bir niyetle kullanmadım. Çeşitli noktalardan yükselen bağırtılar, yankıdan çoğaltılmış sesler birbirlerine bağlanmayınca -ki bu bağlantıyı metin kurabilir- gürültü vasfına kavuşuyorlar.

Saf Gürültü Yerine Nitelikli Bir Gürültü Olarak When in Rome

Hani biraz da seyircinin ittirip kaktırmasıyla When in Rome nitelikli bir gürültü meydana getiriyor. Seyirci oyuna anlam yüklüyor ve ısrarla gözlerden kaçırılan teksti bir satırından yakalayıp okumaya çalışıyor. Oyunda hangi kavramın deşilmek istendiğini ise uzun müddet anlayamıyoruz. Aile baskısı ve bastırılmış cinsellik ekseninde başlayan oyun; mahalle baskısı, dikizleme kültürüyle sürüyor; dolayısıyla seyirci bu ağır meselelerden henüz birine dahi eğilemezken diğeri geliyor! İnsaflı tarafından kalkanların yapacağı bir yorum belki şu olabilir: When in Rome güldürmezken yer yer düşündüren skeçlerin uyumsuz bir dizilimi… Buna karşın oyun hayli alkış topladı. Fikrimi belirteceğim.

When in Rome? Do as the Romans do! Roma’dayken Romalılar gibi yap! Motamot çeviriyi bir kenara bırakırsak: başka bir deyişle döküldüğün kabın şeklini al! Bir ortama ve kültüre uyum sağlamak adına onları taklit etmenin, idare etmenin gerekliliğini savunan bu anlayış esasında oyunun işlenişine aykırı! Genç çift sürekli yapmacık tavırlara giriyor. Kabul. Kadın, komşularını; erkek, annesini kandırıyor. Ona da tamam. Ancak gelin görün ki bu karakterler uyumsuz ve uyumsuzluklarını iç dünyalarına da aktarmışlar ve ilişkilerine hapsetmişler. Birilerini sürekli idare ettiklerinden artık kendi ilişkilerini idare edemez olmuşlar. Bu kadar yoğun bir idaresizlikten artık imha doğmasını beklesek de dağ fare bile doğurmuyor ve oyun tam açılacak sandığımız bir anda bitiveriyor. Elimiz bağrımızda kalıyoruz.

Bastırılan Cinsellik, ‘‘Underground Erotizm’’ ve Günceli Yakalamak

When in Rome Roma’da geçmiyor, iyi de ediyor, böylece Türkiye toplumunun hemen her dönem kanayan bir yarasına dokunuyor: bastırılan cinsellik! Bu sorun son yıllarda mevcut iktidar tarafından âdeta kangrene çevrildi, ibretle izliyoruz gelişmeleri. Sansür – oto sansür mekanizması tüm gösteri sanatlarını esir aldı. Adı tam konulmamış, sanat camiasının da kesin bir karşıtlık üretemediği bir baskı sürecinde oyun aile söyleminin buyurganlığı ve günden güne katmerleşen mahalle baskısı üzerinden toplumunuzun sesi, ‘‘kelime oyunu’’ oluyor. Bu bakımdan When in Rome tabiri caizse günümüz Türkiye’sine cuk oturuyor. Oyunda görünmeyen, iletişime geçildiği varsayılan aile ve mahalle kurumları sembolik bile olsa bir biçimde ortaya konuluyor. Aile ve mahalle, siyasi iktidarın hem kolluk gücüne dönüştürülmüş hem de mobilize istasyonları halinde görev yapıyor.

Oyun bekâr bir kadının devamlı gözetlenmesine dayansa da geleneksel tariflenen çift (ev sahibi çift) ile evlilik dışı ilişkilerini kaçak göçek yürüten genç çift aynı mekânı ve yaşamı paylaşıyorlar. İç içe geçmiş bir bastırılmış cinselliği birlikte yaşıyorlar. Birbirlerinin kucağına oturup ‘‘müstehcen’’ tavırlar sergiliyorlar. Küfür kelam gırla gidiyor. Metin, dil ve bedensel kıvraklığı temel alan underground bir erotizmle harmanlanıyor. Bu karmaşık yapı yaş sınırı getirilmiş oyunlarımızda artık daha sık tercih ediliyor. Oyun atölyeleri içten içe merdiven altı cinsel söylem geliştiren bir nitelikle yol almaya başladılar. Bu tercihin toplumsal sıkışmışlığımızdan bağımsız ele alınamayacağını düşünüyorum. İkiyüzlü bir cinsel istismar politikası toplumu rehin almışken; şort giyen kadının darp edilip çocuklara yönelik taciz tecavüzlere sessiz kalınan bir güncellikte oyunlar erotizmi daha çok sahneye taşıyorlar. İşte tam burada maksat yerini buluyor mu ona bakmamız lazım. Eleştirel bir bakış ne ölçüde gelişiyor? Yaraya dokunulurken canlar yanıyor mu? When in Rome açıkçası can yakmayı becerememiş. Güncel bir üslup yakalanmış, seslenilecek yüzey bulunmuş buna karşın metnin işlenişi pek yavan kalmış.

Alkış, Ayakta Alkış Pratiği

Oyun sona erdiğinde seyirci uzun uzun alkışladı performansı hatta ayağa kalkan sıralar da oldu. Özensiz bir oyunda bu tufan neden koptu? Sorumuz da oyunun dayanağı kadar can alıcı bana kalırsa. Seyirci bir ihtimal underground erotizme alkış tutmuş olabilir. Yoksa doğru dürüst kelime oyunlarına bile dayanmayan, kurduğu her oyunu alelacele bitiren When in Rome’nin tiyatroya katkısı ayakta alkışlanacak bir düzeye maalesef varmıyor. Bu eksik katkı hissine dair basit birkaç yorum getirilebilir. Oyunda hayali telefonlar çalıyor. Her şey bu kadar hayali olmak zorunda değil. O kısımlarda gerçek zil sesi kullanılması isabetli olabilirdi. Havadan sarkıtılan lamba çok kısa bir süreliğine asılı kalıyor. Bu asılılık hali ışık oyunlarıyla da pekiştirilebilirdi.

Öyleyse alkış neye koptu? İlk olarak bastırılmış bir cinselliğin farklı vesilelerle açığa çıkarılması seyirciyi memnun ediyor fakat bunun ötesinde iki sebep öne sürebiliriz. When in Rome seyirciyi kışkırtan bir oyun ve seyirciyle tepkimeyi asli görev noktasında önüne koyan bir oyun. Seyirci oyuncular tarafından kaldırılmadıkça hiç topa girmese dahi fiziksel yoğunluk arzu uyandırıyor. Fiziksel yoğunluğu ise ikinci bir sebep saymak mümkün… Oradan oraya koşturan, hırpalanan oyuncular ‘‘sergiledikleri performans’’ ile salt performans ile alkışı hak ediyorlar. Bu dört oyuncu aynı oyunu metni belirgin kılınmış bir sahnede çok iyi oynayabilirler. When in Rome’nin okuma tiyatrosu olarak başladığını unutmamak gerekiyor. Okuma tiyatrosundan okumanın seyircinin katılımı aşamasına geçildiğini gözlemliyoruz.

Sermet Yeşil (oyunda Mustafa) yeteneğini ispatlamış tecrübeli bir oyuncu… Genç çifti oynayanlar (Ersin Umut Güler ve Pervin Bağdat) Kürklü Venüs’te de oynuyorlar. Ev sahibesi Emine rolünde Yeşim Özsoy işveli ve meraklı bir hat çiziyor. Bu hattın oyunun genel atmosferine ne derece uyuyor tartışılır. ‘‘Çiftlerin giderek aynılaşması ikiyüzlülüğü mü işaretliyor yoksa bir kafa karışıklığı mı yaratıyor?’’ diye sorarsak oyunun hiç değilse bu açıdan kafaları karıştırdığını söyleyebiliriz.

Roma’dayken Saat Kaç? 

When in Rome’nin temel sıkıntılarından birisi de zamanı kullanamayışı… Roma ile büyük şehirlerimizin veya çorak Anadolu’muzun Greenwich’e göre saat dilimi değişse de düsturların değişmediği dünyada oyun, şaka bir yana göz açıp kapayıncaya değin bitiyor. Kelime oyunları, kovalamaca, hırsız-polis türünde yorucu oyunlar derken zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyoruz. Oyun derdini tam aktaramıyor.

Geleneksel ve evrensel bir problemi yakıcı bir güncelliğe uyarlama fırsatı da tepilmiş oluyor. Geriye Peyk’in oyunun özeti de sayabileceğimiz Gamsız Öküz şarkısı eşliğinde uğurlanan şaşkın seyirciler kalıyor: Her yol Roma’ya çıkmaz!

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl