Ana Sayfa Röportaj Yelda Karataş ile “Hüznün Kısa Tarihi”

Yelda Karataş ile “Hüznün Kısa Tarihi”

Yelda Karataş ile “Hüznün Kısa Tarihi”

Yazdığı şiirlerle kalbimize dokunan şarkı sözleriyle kendi güzel, kafası güzel , kelimeleri güzel ve yakın zamanda Karakarga Yayınlarından çıkan “Hüznün Kısa Tarihi” kitabıyla yeniden ben buradayım diyen şair Yelda Karataş’la söyleştik.

Garip şey bu hayat; insan, ruhundaki körlükle başlıyor nefes almaya, yaşamaya. Onu aydınlatmak için çeşitli uğraşlar veriyor. Penceresini açıp dışarıyı gösteriyor ona. Ruhuna görmeyi öğretiyor.Sen ne zaman başladın pencereni açmaya hayata ?

Ben penceresi kopuklardanım. Çünkü bilirim ki pencereler dışarıdan içeri değil, içeriden dışarı bakmak içindir. Hiç perdem olmadı o nedenle. İçeri, dışarı elbiselerimi de hiç ayırmadım. Üstelik ben Karadeniz’e bakan bir balkonda büyüdüm, babamla bulutları anlamlandırdığımız.
Sanırım, daha emeklemeye başlarken tanıştım ben ‘göğe bakma durağı’ ile.Bilincimi kalbimle tutalı pencerem hep açık kaldı. O nedenle sevenim çoktur, sevmeyenim de. Ne mutlu ki.

Andrey Tarkovski, “dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır” der. Dünya senin için nasıl bir yer ?

Tarkovski’yi pek severim. Kieslowski ise tartışmasız bir numara benim için. Dünya nasılsa öyle işte, bir yanlışlık yok onda.Bütün insani değerlere sahip çıkmadan, yeryüzünü alt üst edende var hata, o biziz: İnsan. Dünyayı mükemmel etmeye çalışıyor ısrarla. Tarkovski mükemmel denince ne hissettiği söylemeye çalışmış. Solaris, alt üst ediyor insanı. Dünyayı mükemmel kılmaya çalışan, bilim adamları var; Kurosowa’nın deyişiyle, ‘lüzumsuz şeyler icat ediyorlar’. Bir de siyasetçiler. En mükemmeli bildiklerini düşünenler insan için. En büyük ironi. Bana kalırsa dünya ironik bir yer. Bütün kentleri neredeyse sokağa düşürdük. En son bir Avrupa kentini gördüm. Sosyal devlet denen o meşhur iktidarın en kavilli olduğu yerlerden biri. ‘Ne güzel negüzel’ derken. Baktım ki bir sokak, dünya güzeli huriler, camekanın arkasında, bir oyuncakçı dükkanında dizili bebekler gibi, satışa hazırlar. Kapitalizmin Vandal yüzü en çok kadın ve çocukları parçalıyor… Hüznün Kısa Tarihi işte… Utanmadan bakabildiğimiz bir hüznümüz kaldı sanırım. Bütün metropoller ve İstanbul gibi Anadolu’nun başkenti olan şehirler, insanı ve halkların dilini unuttu… Oysa ne çok dili vardı İstanbul’un. Kederimi ifade etmek için ironi yapmaktan başka çarem yok gibi… Diyeceğim şu ki; Hayat bildiği gibi, ben ona mükemmel ya da değil diyemiyorum. Mükemmeli tanımlamam gerek önce. Sanat ise, mükemmel olanı işaret etmiyor. Tarkovski bunu bal gibi biliyor. Stalker gibi iz sürücü sanat: İnsan yüzü arıyor, insanın yüzünü arıyor. O yüz mükemmel falan değil bana kalırsa. Bu arayışta hüzün giderek uzuyor.

Sadece şiirle uğraşmadığını biliyorum, bunun yanında sanatın birçok dalında üretimlerde bulundun. Şiir yetmiyor mu meseleleri anlatmaya?

Şiiri asla yetersiz görmedim varolmama.Mihail Bahtin’in bir cümlesi var konuyla ilgili; Şair şiir yazarken sadece kendini ifade etmez aynı zamanda var eder diyor. Ben bunu bir söyleşimde ifade ettim. Şiir benim var oluşum dedim. Pek çok kişinin çok hoşuna gitmiş olmalı. Kaynak göstermeden söylemeye başladı bazıları şiir ile ilişkilerini açıklarken. Ben Bahtın’a bir ekleme yapmak isterim bu söyleşimizde: Şiir benim yok oluşum da. Çünkü inanıyorum ki kendini var edenin içinde yok olur insan hatta sanırım her canlı. Sait Faik’in, o büyük dil yalvacının, dayanamayıp, kalemini cebinden çıkararak, yeniden yazmaya başlamasını nasıl anlayacağız ki yoksa. Varlığını yok eden yazma eylemini o kadar kararlıyken bırakmaya, aslında kendini var edenin de kelimelerin içindeki dayanılmaz yolculuk olduğunu hissetmeseydi ‘yazmasam çıldıracaktım’ der miydi?
Ben yazının olanaklarına aşığım. Öykü yazabildiğimi fark ettim. Sonra, tiyatro. Hele tiyatro yazmaya bayılıyorum. Tiyatro ve romans, şiirin büyük babaları. Shakespeare, II. Richard ve Kral John oyunlarını şiir olarak yazmış. Bir yazı yazdım Shakespeare hakkında, o tüm zamanların büyük şairi için. Yeni bir tiyatro dergisinde basılacak Eylül’de. O yazımda, Shakespeare’in bir oyun yazarı olmaktan çok, bir şair olduğunu söyledim. İlk basılı yapıtları da şiirdir bildiğiniz gibi. Şair her şeyi yazar diye düşünüyorum. Dilin yalvacıdır şairler.

Şair yeryüzünün en meraklı kişisidir. Yeni bir dil bulunacaksa edebiyatta, bunu şairler başaracaktır eminim.

Popüler olmak için herhangi bir kaygın olmadığını seni yıllardır tanımam ve takip etmemden biliyorum .Bu sebeple bana kalırsa şairler arasında çok özel bir yere sahipsin benim için.Bu tutum bilinçli bir tutum mu ?

Başka türlü olabilir mi Sevgili Onur, şöhret bir insanın başına gelebilecek en tehlikeli şey. Ne mutlu ki pek çok şairin başına yaşarken gelmiyor. Çağın en önünde yürüyen onlar çünkü. Sezgileri, felsefeciler, bilim adamları ve hatta diğer edebiyatçılar ve sanatçılardan çok daha güçlü. Öngörüleri son derece duru ve eşsiz yürekleri var. Şairlerden söz ediyoruz kuşkusuz. Ben şair miyim değil miyim bilmiyorum. Hissediyorum, kendim okurken yazdığımın şiir olduğunu. Ama hayat verir son kararı…

Ayrıca hiçbir ilişkimde kendimi hiçbir şekilde dayatmadım. Aşk ve iş hayatımda da istenmediğimi hissettiğimde hemen gölge oluverdim. Baskın bir karakter olduğumu, ben merkezci davrandığımı sananlar çoktur belki. Ama değilim. Keşke olabilseydim.
Ünlü olmak için, çok güzel fırsatlarım oldu. Yani dondurmaya bakıp; ‘keşke ben de yalasam’ diyenlerden değilim ben. Reddettim. Etik ve estetik birbirinden ayrılamıyor benim hayatımda.

Sözcüklerinin hiç yorulduğu zamanlar oldu mu ?
Kelimelerimin başkalarını yormaması için kalbimi çok parçaladım. Anlaşılmadığımı ya da yargılandığımı hissettiğimde o insanın gözlerine bakmak yorar beni. Hızlı görüyorum, söyleyenin söylediklerinden çok, söyleyemediklerini ve en ucuz yolla yalana kaçtığını ya da beni küçümsemek istediğini. Modern toplum bireyi sağlıklı bir bünye değil. Ben her kelimenin,önce insana ait olduğunu düşünürüm. Şair o kelimelere özenle bakar, anadilinin incileridir onlar, yani onuru. Eğer yorulmuş kelimeler varsa, şair onları yeniden diriltir. Yeni kelimeler arar o güne kadar buluşulamamış: Duyarlılığın taze sesini arar her hecede ve hatta her virgülde. İnanıyorum ki şairin kelimeleri yorulmaz. Aslolan dirimdir çünkü. Bütün anadillere büyük saygı ve sevgi ile yaklaşır bir şair. Anadil sevgisini çok iyi bilir çünkü. Dünyanın bir yurt olduğu bilinciyle, bütün dillerin birbirini asla yormadan beslediğini de.

Yakın zamanda Karakarga yayınlarından çıkan “Hüznün Kısa Tarihi” adlı bütün şiirlerinin yer aldığı kitap raflarda yerini aldı. Nasıl oluştu bu proje ?

Bu projede ben masumum. Bütün sorumluluk öncelikle Karakarga’nın Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kutlukhan Perker’e ait. İlk söylediğinde kulaklarıma inanamadım. Yeryüzünün en güzel armağanlarından biridir bir şairin bütün şiirlerinin basılması. Diğer sorumlulardan biri de Yayın Koordinatörü, Mesud Ata. Ardından Yayına Hazırlayan: Berk Kuruçay, o muhteşem Kapak Tasarımı’nı gerçekleştiren: Sedat Gösterikli, Reklam ve Tanıtım Müdürü: Bilgen Ülgen… Bu projeyi onlar başlattı ve sürdürüyorlar. Ben sadece şiirlerimi gönderdim. Yelda Cumalioğlu’na da içtenlikle teşekkür etmek isterim hiç unutmadan.

Kalbim Ege’de Kaldı, Dert Faslı, Hoş Geldin Hüzün, Rakkas, Davet, Son Sardunyalar, Yarası Saklım, Aşkları da Vururlar, Avare… Bu eserler Sezen Aksu’yla imza atmış olduğun eserler. Ve hepsi kalbe dokunan insan hayatında kalıcı izler bırakan eserler. Şarkı sözleri yazmayı bıraktın mı, ya da şiirlerinin bestelenmesine nasıl bakıyorsun? Şimdilerde Sezen Aksu’yla aran nasıl ? Böyle projelere tanık olur muyuz bir daha?

Sezen’i uzun yıllardır tanıyorum. Çok şey öğrendik birbirimizden diye düşünüyorum. Çalışmalarını hala çok beğendiğim, keyifle dinleyip, izlediğim bir şarkıcı. Adımın şarkı sözlerinde onunla birlikte yaşaması sevinç veriyor bana.

Eyvah ! Şiirler azaldı mı ?

Ah iki gözüm, insan azaldı, şiir buna ne yapsın kocaman çocuk gözleriyle bakıp mürekkeplemekten başka.

Seninle rakı kadehlerini tokuşturmaya hiç fırsatımız olmadı, ama çok güzel yerlerinde karşılaştık kalbimin, bundan çok memnunum. Çok teşekkür ederim bana vakit ayırdığın ve sohbetin için. Son olarak yakın zamanda neler yapıyorsun ve neler var planlarında?

Sevgili Onur, içki içmeyi çok sevmem. İçki masalarını çok severim. Önüme bir kadeh koyarım. Gece boyunca onu içerim. Çok yakın tanıyanlar bilir. Diğerleri, içki ile ilişkimin bu gizli yanını bilmez. İçki sevdiğim düşünülür. İçki kültürüm iyidir ondan sanıyorum. Şarap severim ama, birlikte, bir kırmızı şarabı karşılıklı ne zaman istersen yudumlarız, yanında birkaç dilim peynirle. Plaktan blues dinleyerek, Ege’ye karşı, hilal eşliğinde. Biliyorsun yakamozlar varken ay olmaz… Şahit de yok yani. Yakamozu ayın ışığı sananlar bilmiyorlar ki yakamoz temiz denizlerde yaşayan bir canlı. Karanlık gecelerde yüzerken yapışır tenine, avuçlarından akar ışık içinde iki göz arasından sessizce ve tanıksız! Biliyorsun şairler sevmeyi ve metaforu iyi bilirler.


HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl