Ana Sayfa Kritik YENİ DERGİ FURYASI: ONURLANDIRILMIŞ GÜÇSÜZLÜK

YENİ DERGİ FURYASI: ONURLANDIRILMIŞ GÜÇSÜZLÜK

YENİ DERGİ FURYASI: ONURLANDIRILMIŞ GÜÇSÜZLÜK

Türkiye’de edebiyat ve mizahı, “yüksek” kültür ile popüler kültürü harmanlayan böyle bir tarzın ilk örneklerini 1991 sonrası Leman dergisi çevresinde pişen Hayvan ve Öküz dergilerinde görüyoruz.

Ot, Kafa, Fil, Bavul, Kafka… Listeyi uzatabiliriz. Mutlaka unuttuklarım vardır. Neşet Ertaş ile Mayakovski’nin, Ahmet Kaya ile Edit Piaf’ın, Tanpınar ile Proust’un, Acıların Kadını Bergen ile Oğuz Atay’ın, Turgut Uyar ile Ankaralı Turgut’un aynı anda sarmalandığı bir üretim çeperi var karşımızda… Bunların bir kısmını ben uydurdum ama aynı formülle… Farkındasınızdır elbette; bir dergi patlaması yaşıyoruz. Gezi sonrası yaşanan ilginç bir patlama bu. Neredeyse üslubu birbirine benzeyen yayınlar bunlar. Mizah ve edebiyatı, popüler kültür ile “yüksek” kültürü kendince buluşturmaya çalışan bir formata sahipler. Öncelikle şunu söylemek gerekiyor; sevindirici bir gelişme bir tarafıyla. Neredeyse 1986 arası yaşanan patlamayı andırıyor. Bir çoğunda sevdiğim arkadaşlar ve yazarlar var. Ama bu patlama ve birbirine benzeme konusunda birçok insan gibi benim kafamda da sorular oluşmuyor değil. Öncelikle uzun yıllar mizah dergisi ve 1990’lı çalışmış biri olarak çok sık karşılaşıyorum sorularla. Hocam nedir bu dergi patlamasının ve formatın sırrı?

Kendimce açıklamaya çalışayım: Karşımızdaki dergi patlamasının tam merkezinde yeni ve yoğun bir duygusallık duruyor aslında. Kırılgan bir ruh hali. Benim “onurlandırılmış güçsüzlük” demeyi tercih ettiğim bir incinme ve Tutunamama hali. Elbette değişik dozajlarda neşenin ve ironin serpiştirildiği kokteyl ile yürüyen bir kaybedenler tutumu. İstisna yazılar elbet var; ama ana eğilim hep bu yönde. Neredeyse formüle dönmüş bir format var… Bu bir tarafıyla ihtiyaç elbette. Ama bir tarafıyla bizden de olsun fırsatçılığı gibi geliyor bana. Dergi çıkarmak için kolaycı bir yordama dönüşmüş durumda bir tarafıyla. Bu dergi patlamasında beni ilk şaşırtan şu olmuştu: Gezi sonrası devrimcileşen ironik, neşeli ve sinik dilin, neredeyse tam zıttı bir patetizm patlamasına dönüşmüş olmasıydı.

Seyrekliğin ve neşenin gücünden sonra, sanki 1986 sonrasını hatırlatan, içrek, deruni bir “ağlak” Tutunamama halinin imtiyazlanmasıydı. Bunun üzerine düşünmek gerekiyor. Türkiye’de edebiyat ve mizahı, “yüksek” kültür ile popüler kültürü harmanlayan böyle bir tarzın ilk örneklerini 1991 sonrası Leman dergisi çevresinde pişen Hayvan ve Öküz dergilerinde görüyoruz. Met-Üst’ün koordinasyonuyla daha önce bir araya gelemeyecek insanlar ve üsluplar bir araya gelivermişti. Gerçekten verimli zengin bir uğraştı. Elbette bazı örtük sorunlar vardı. Örneğin Radikal İki’de yaygınlaşan “popüler olanla olmayan arasında ayrım yapmayan”, popülerden yanaymış gibi görünüp aslında gizil bir “yüksek” kültürü imtiyazlandıran egemen “kültürel çalışmalar” ideolojisiyle uyumlu yönlere sahipti. Diğer göze batan yön ise 1986 sonrası keşfedilen Tutunamama söyleminin baskın olduğu soft bir anarşizmle ve kaybedenler kültüyle malul olmasıydı. Günümüzdeki patlama elbette aynı değil. Ama yine de patetizme ve içrek olana dönüş, Gezi’de ortaya çıkan potansiyeller düşünüldüğünde bir gerileme (regresyon) oluşturuyor. Tezer Özlü ile Ankara havalarını ya da Mihri Belli’yi bir araya getiren formülleşmiş yordamlar elbette bir zenginlik; ama sorunlarıyla beraber… Üzerinde düşünmeyi hakkediyor.

1986 sonrası dergi patlamasını anlamak bir tarafıyla zor değil. Siyaset yollarının baskılandığı, 12 Eylül sonrası bir dönem için, sol kötümserlikle yoğrulmuş bir patetizm bir tür direnme alanı sağlayabiliyordu. Onurlandırılmış güçsüzlüğün” gücünü kullanmaya çalışıyordu. Belki şimdiki yoğunlaşmada böyle yorumlanabilir; bilemiyorum. Tabii burada önemli farklar var; 1986 sonrası “Tutunamama” edebiyatını ve lirik içe çekilişi 78 ve 88 kuşağı taşıyordu. Şimdikini ise 1980 sonrası doğumlu daha seyrek ve esnek stratejilere sahip ve Gezi’de bu seyrekliğini sinizm ve ironiyle göstermiş yeni bir kuşak yükleniyor. Benim tek endişem açıkçası, artan gerilimle ve “dönüştürememe” hissiyle pekişecek; sarıcı, sarhoş edici, keyif verici yeni bir patetizmin (ağdalı içe çekiliş) bu kuşağı kadük etmesi. Acı ama gerçek bir saptama.

Çünkü çok kolay yordamlara sahip. Yeni dergi formatının hızla yaygınlaşması da bunun çok kolay olduğunu hissettiriyor. Zorunlu bir ihtiyaç! Son olarak şunu söyleyeyim: Hızla çoğalan ve şablonlaşan bu yeni dergi dili; İslamcı cenahta da karşılığını bulmakta gecikmedi. Daha önce Ülke TV’de yayınlanan Meksika Sınırı programında gördüğümüz sol referansları el çabukluğuyla sünni tasavvura eklemleyen; İsmet Özel ile Oğuz Atay’ı, Rabia ile Madam Bovary’i, Sartre ile Mevdudi’yi harmanlayan anlayış Cins adıyla ortaya çıkıverdi. Cins’in ilk sayısına, kapaktaki Shining’den Jack Nicolson’a, içerideki ironik dile, Nietzsche’yi de yuttuk; ama yine de İslam haklı diyen özgüvene baktığımızda  aynı format var karşımızda. Yani AKP’de formatı kolayca içerivermiş. Elbetteki bu dilin onlardaki karşılığı ve yorumlanması farklı olacaktır.

Açıkça beni ilgilendiren bizdeki dönüşümü ne olacak? İşte beni düşündüren bu. Belki de yanılıyorumdur.

Ama tartışalım. Yeni bir patetik dalgaya hazır mıyız? Ya da bu yeni kuşak onu yüklenebilir mi? İşte sorular…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl